- Kategori
- Gündelik Yaşam
Vurgun yemiş tatlı su balığı

kendi penceremden
Sayfalar arasından...
Bu akşam günün alacası çoktan çöktü şehrin üstüne. Yeni dindi yağmur. Camların üstünde sızmaya devam eden su damlaları. İçimde yeniden yeşeren hüzünler. Ürküyorum gök gürültüsünden. Çakan şimşeklerin kıvılcımı korkuttu yine. Ateş böcekleri gibi yanıp sönen, ne istediğini söylemeyen gözlerin geldi aklıma. Dilsizleşen zamana ağıtlar yaktı yüreğim. Yağmurla başladı bitti sandığım hüzünler…
Eski defterleri açtım. İçinde karmaşık sözcükler. Bazen sana değen, bazen bana değen cümleler çıktı önüme. Ne zaman yazıldığını belli etmeyen; “iki güverciniz biz” diye başlayan uzun bir şiir. İşte, uçup giden, bu güvercinleri aradım gökyüzünde. Silinmiş harfler, karalanmış cümleler ve yazacak yeri artık kalmamış eski bir defterden öteydin belleğimde. Sessizliği bozan, ne varsa alıp giden dalgalar sahile vurdu yağmurla birlikte…
“Bir kedi dolaşırken boş masaların arasında, griydi şehrin bir yanı. Önünde, sonu olmayan beyaz köpüklü bir deniz. Arkasında, bacası tütmeyen terkedilmiş bir şehrin kederli gölgesini ıslatan yağmur. Bir kadın bekliyordu balıkçı teknelerini : Gözleri ufku delip geçen, soğuktan morarmış elleriyle.
Bir tatlı su balığının öyküsünü anlatıyordu sessiz sessiz derinliklere. Gökyüzünün rengini yiyip yutan bulutlara : Ağlara takılmış balıkları, yanıp sönen deniz fenerlerini ve artık dönmeyen tekneleri sordu gözleri. Denizin enginlerindeydi vurgun yemiş yüreği.
Beyaz dalgalar geliyordu köpük köpük kıyılara. Göz çukurlarındaki balıkların öyküsünü fısıldadı hiç acele etmeden kıyıdaki boş masalara. Ayaklarına çarpan dalgalara kapıldı bedeni. Yosunlaşan saçları dışında, hiç iz bırakmadı kendisinden. Bir kedi kaldı yalnız, bir de yağan yağmurun şiddetiyle birlikte gök gürültüsü o günden. Vurgun yemiş tatlı su balığının öyküsünü getirir şimdi, şimşekler, denizler üstünden…”
26 Temmuz 2008 (deneme)