Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

30 Ocak '08

 
Kategori
Öykü
 

Bir hayatın dönüm noktası

Güneş karşıdaki sıradağları çoktan aşmıştı. Ama ortalıkta hala tatlı bir aydınlık vardı. Hafiften bir rüzgar ağaçların uç dallarındaki yaprakları okşuyor; kuşlar ise var güçleriyle ortalıktaki sessizliği delmeye çalışan ırmağa eşlik ediyordu. Ufukta kaybolup kaybolmamakta kararsızlık yaşayan kızıl bulutlar, şüphesiz bu akşam vaktinin en dikkat çekici kesitiydi. Vakit adım adım ilerliyor ve yaşanmış bir gün daha bilinmeyen bir yerlere çekilmek üzere son hazırlıklarını yapıyordu. Kasabanın doğu yamacında bahçeli küçük bir evin balkonunda ise yaşlı bir adam şezlonga uzanmış, bu akşam vaktinin tadını çıkarıyordu.

Çevrede “Tutuk Ragıp” olarak tanınan bu yaşlı adam, hemen hemen her gün bu vakitler balkona çıkar ve geç vakitlere kadar burada kalırdı. Özellikle sıradağlar ötesindeki belli belirsiz ufuktan güneşin batışını büyük bir huşu içinde izlerdi. Evin bulunduğu yer çevresine göre biraz yüksekte olduğu için, buradan çevrenin görüntüsü mükemmeldi. Güneşin esrarengiz bir şekilde çok uzaklardaki ufuktan kayboluşu, tüm çıplaklığı ve güzelliğiyle bu noktadan izlenebiliyordu.

Tutuk Ragıp, güneşin batışını yine büyük bir hayranlıkla izlemiş ve derin düşüncelere dalmıştı. Tüm yaşamı en ince ayrıntılarına varıncaya kadar, sanki bir film şeridi gibi gözlerinin önünden kayıp gidiyordu… Birtakım zorluklarla geçen çocukluk yılları, hiç görmediği anne ve babası, evliliği, kömür ocağında geçen yılları, emekliliği, bin bir güçlükle yaptığı bu evi, ve iki yıl evvel kaybettiği eşi, bu film şeridinin en önemli karelerini oluşturuyordu…

Belki de onun en büyük şanssızlığı henüz iki yaşındayken anne ve babasını kaybetmiş olmasıydı. On beş yaşına geldiğinde babaannesini de kaybetmesi, onu tamamen yıkmıştı. Artık tek başına mücadele etmek durumundaydı. Kasabadaki ağanın çiftliğinde beş yıl çalıştıktan sonra askere gitmiş ve askerlik dönüşü yine ağanın girişimleri sonucu kasabaya dört kilometre uzaklıktaki kömür ocağında çalışmaya başlamıştı. Bu arada evlenmiş ama bir türlü çocuk sahibi olamamıştı. Kömür ocağında aralıksız kırk yıl çalıştıktan sonra emekliye ayrılmış ve emekli parasıyla da çoktan hayalini kurduğu bu evi yaptırmıştı. Bu ev onun en büyük mutluluk kaynağıydı. Evinde kendini çok huzurlu hissediyor, zamanının büyük çoğunluğunu burada geçiriyordu. Adeta yerin altında geçirdiği kırk yılın acısını bu evde oyalanarak çıkarıyordu. Halinden çok memnundu. Çünkü az da olsa bir emekli maaşı, güzel bir evi, uğraşmaktan zevk aldığı bir bahçesi ve her şeyini paylaştığı bir karısı vardı. Ama bu mutlu günleri de uzun sürmemişti. Ani bir rahatsızlık sonucu kaybettiği eşi, onun mutluluğuna gölge düşürmüştü. Eşini kaybettiğinde gerçekten kötü durumdaydı. Aradan iki yıl geçmesine rağmen, hala kabullenemiyordu bu ayrılığı.

Ortalık yavaş yavaş kararmaya başlamış, gökyüzünde tek tük yıldızlar çıkmıştı bile. Tutuk Ragıp uzandığı şezlonga yapışmış gibi, hiç kıpırdamıyordu. Belli ki geçmişe yaptığı bu yolculuk onu bir hayli sarsmıştı. Her zamankinden çok farklıydı; bakışları daha donuk, yüz hatları daha gergin ve çok daha mutsuz görünüyordu.

Karısının ölümünü düşündüğü bir anda içine giren ölüm korkusu bir türlü yakasını bırakmıyordu. Dayanılmaz bir acı duymaya başlamıştı. Bir gün kendisinin de öleceğini düşündükçe her şey gözünde sıfırlanıyor, içinden çıkılmaz korkular yaşıyordu. Tutuk Ragıp ölmek istemiyordu. Nasıl olur da ölebilirdi? Bunca yıl çalışıp, çabalayarak yaptığı bu evi, bu bahçeyi nasıl bırakıp gidebilirdi?... Tüm hayalleri altüst olmuştu. Ölüm korkusundan kurtulmak için baş vurduğu her şey yüz çeviriyordu ona. Zorlukla kendini toparlayarak ayağa kalktı ve bahçedeki gülleri seyretmeye başladı. Her baktığında içini ferahlatan bu güller, bu sefer bir heyecan vermemişti. Sanki o güllerin, “Ölünce bizleri seyredemeyeceksin.” dediklerini duyar gibi oluyordu. Çaresizliği gittikçe büyüyordu.

İçinde büyüyen ölüm korkusu o kadar farklı taktikler izleyerek onu eziyordu ki bir an tüm kontrollerini kaybeder gibi oldu. Soluk bir gölgeydi sanki. İşte o an çaresizliğin verdiği cesaretle ağırlaşan başını zorlukla kaldırdı ve kararmış, kızıllığı koyulaşmış ufka baktı. Gözleri uzaklardaydı, çok uzaklarda. Birden korkudan kaskatı kesilen vücudu gevşemeye, belirsizleşen bakışları durulmaya başladı. Bir müddet sonra bir şeyler mırıldandı: “Sonsuzluk” dedi ve devam etti, “Sonsuzluk, sonsuzluğu kim tarif edebilir?...” Gözleri sanki kilitlenmişti, yıllardır baktığı ufka. Bir zaman sessiz kaldıktan sonra yine devam etti: “İnsanoğlu ne garip varlık, ne tuhaf… Hiç ölmeyeceğini sanarak kendini avutuyor. Bir türlü aczini göremiyor. Halbuki ayakta kalabilmesi birtakım başka şeylere bağlı. İşleri yolunda giderken kendini bir şey sanıp adeta dağlarla boy ölçüşüyor. Ama bir ölüm korkusu bile tüm keyfini kaçırmaya yetiyor. Şu sonsuzluğa bak, bunun tarifini kim yapabilir? Sonsuzluğun; kaybetmekten yana, kaybolmaktan yana ne endişesi olabilir? O kendisine yetiyor çünkü. Ama bizler?...”

Mırıldandığı şeylere kendisi de hayret ediyordu. Sanki kendi kendine, “Ne oldu bana böyle, bu sözler benden mi çıkıyor?” dercesine, bir şaşkınlık ve aynı zamanda da bir sevinç yaşıyordu. Yıllardır içinden çıkamadığı, şu son saatlerde ise neredeyse kendisini teslim alan ölüm korkusu karşısındaki beklenmedik tutumunu anlayamamakla birlikte, bu durumun tadını çıkarmaya başlamıştı bile.

Tutuk Ragıp’ın yüzüne kan gelmişti. Bakışlarında bir kararlılık ve yüzünde bir rahatlık vardı. Şezlonga tekrar uzanırken kendisini bir kuş gibi hafif hissediyordu. Evet o yine ölümü düşünüyordu, ama bu kez içi kararak, korkuların en büyüğünü yaşayarak değil de kendinden emin bir vaziyette düşünüyordu. O artık ölüm korkusunun yenmişti. Rahat rahat ölümün üzerine gidebiliyordu.

Tutuk Ragıp’ın yüzünde farklı bir gülümseme vardı. Bir taraftan yıldızları seyrediyor bir taraftan da güzel şeyler düşlüyordu. Gökyüzü her zamankinden daha güzel, yıldızlar daha parlak, Samanyolu daha gizemliydi . Bu geceye özel yeni yıldızlar çıkmıştı sanki. Yeryüzüne doğru göz kırpmaları da daha farklı gibiydi. Bu gece Tutuk Ragıp’ın yaşadıklarına galiba en iyi yıldızlar şahit olmuştu. Kim bilir, belki de alkış tutuyorlardı tutuk Ragıp’a.

Tutuk Ragıp yıldızların esrarengiz güzelliği altında uyuyakalmıştı. Neden sonra gözlerini açtığında saatin kaç olduğunu gökyüzündeki yıldızların yerine bakarak tahmin etti ve “İyi uyumuşum, artık yatağıma gideyim.” diyerek, odasına yöneldi. Tutuk Ragıp odasına çekilirken kasaba yine her zamanki gecelerinden birini yaşıyordu. Her zamanki gibi geceye damgasını vuran ırmağın ve börtü böceğin sesi birbirine karışıyor ve bu karışımdan insanı büyüleyen bir melodi yayılıyordu ortalığa.

Bu sesler eşliğinde uyuyana kadar belli belirsiz şeyler düşünen Tutuk Ragıp için, hiç kuşkusuz, bu gece bir dönüm noktası olmuştu. Sabah kim bilir yeni güne ne duygularla merhaba diyecek ve bundan sonraki yaşamında neler değişecekti?...

 
Toplam blog
: 25
: 1154
Kayıt tarihi
: 28.03.07
 
 

1968 yılında Sivas'ta doğdu. İlk ve ortaöğrenimini Gürün'de tamamladı. Gazi Üniversitesi Kırşehir Eğ..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara