Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Ağustos '14

 
Kategori
Kent Yaşamı
 

Bir Kent üç Bölge

Bir Kent üç Bölge
 

Yeşil hayalleri gri olur. Binalar caddeye yürür. Taşıtlar kaldırımlara çıkar. Yayalar yoğun trafikte taşıt yoluna inmek zorunda kalır.


Evren hareket halindedir. İnsanlar ve şehirler de o bütün içinde zamanla birlikte hareket halindedirler.

Çocukluktan olgunluğa hareket içinde olduğum Van'daki yaşamım elbette sizlerin yaşamlarınızla aynı değildir. Yine de her insanın yaşamı, derinlerde bir yerde diğerlerininki ile ortak noktaları olan süreçler içerir.

Oturup kendiminkini özetledim. Ona ve kendi yaşamındaki benzerliklere ilgi duyanlar aşağıdaki yolculukta bana eşlik edebilir. 

Varoş Dönemi:

İlkokulun ilk üç sınıfını Van Merkezde bulunan Husrevpaşa İlkokulu'nda okudum. O süreçte evimiz okulun ve yolun tam karşısındaydı.

Oradan çıktıktan sonra çocukluğumun bir kısmı varoş sayılabilecek bir mahallede geçti.

Kalabalık bir işçi ailesinin reisi olan babam şehrin yeni yerleşime açılan bölgesinde arsa alıp üzerine kerpiç bir ev yaptırınca oraya taşındık.

Kentin o zamanı ve o mekânı bizim için ideal bir yerdi. Evimiz bin yüz metrekare bir arsa üzerindeydi. Evimizin bitişiğinde odunluğumuz, odunluğumuzun içinde kümesimiz ve çeşitli kümes hayvanlarımız vardı. İlk köpeğim Tarzan'ı günlerinin çoğunu şantiyelerde geçiren babamdan habersiz bu odunlukta saklardım.

Evlerimizin karşısında göz alabildiğine geniş tarlalar vardı. Oraların bir kısmı biz çocukların futbol alanlarıydı. Evimizden yaklaşık bir kilometre uzakta, karşıda tarlaların içinde geniş bir sulama kanalı vardı ve yaz aylarında o kanalda taşlarla oluşturduğumuz engellerin hemen önünde yüzerdik.

Bahçelerimizde sebze ve ağaç yetiştirirdik. Bütün komşular Devlet Su İşleri sulama kanalı abonesiydi her yıl bir miktar para karşılığı üye kartı alır ve oradan belli aralıklarla getirdiğimiz sularla bu ağaçları ve sebzeleri sulardık.

Hem çocuk olduğumuz için bize her şey güzel ve büyülü gözükürdü, hem bu varoşun farklı güzelliklerini yaşıyor olduğumuz için.

O zamanın Van'ında çok fazla taşıt, toplu taşıma aracı yoktu. Çok uzaktaki okullarımıza yaya gider gelir ve alternatif bulunmadığı için bunu hiç mi hiç dert etmezdik.

Evimizin önündeki deprem barakasını tandır evi olarak kullanır, ekmeğimizi evde yapardık. Annem bu dumanlı yerde ekmek hamurlarını sac üzerinde ya da tandırın sıcak iç duvarlarında ekmeğe dönüştürürken bazen merak eder içeri girer, gözlerimiz yaşarıncaya kadar dururduk.

Bir taraftan kendi gözünün önündeki dumanları eliyle kovalayan annem öte taraftan da defalarca bana “Şahap, çık dışarı” demiştir. Elimize taze pişmiş mis gibi ve kıtır tandır ekmeğini verir bizi dışarı gönderirlerdi.

Bahçemizde kayısı başta olmak üzere elma, şeftali, armut ağaçları vardı. Her yıl kayısıya ve elmaya doyardık. Armutlarımız iyi cins olmadıkları için pek yemezdik. Oldukça verimli olan erik ağacımızın olgun meyvelerini de hem yer, hem bir tepsiye yayıp güneşte kurutur pestil yapardık.

O zamanın inşaat sektörü kereste ve çamur kerpiçleri kullandığından kavak ağacı ekimi yaygındı. Bizim evimizin arkasında da bir kavaklığımız vardı.

Komşularımız bizim gibi o bölgeyi ilk kez bayındır kılan çeşitli yerlerden gelmiş insanlardı. Hepsiyle tanışır, bayramda seyranda, iyi günde, kötü günde bir araya gelirdik. Mahallemizde Türkçe de, Kürtçe de yoğun konuşulurdu. Bizim evlerimizde konuşulmadığı için biz Kürtçe'yi öğrenememiştik.

Zamanla şehir büyüdü ve bizim evlerimizin bulunduğu bölgede de beton ve çok katlı apartmanlar inşa edilmeye başlandı.

Caddeler genişletildi, evimizin önünde babam emekli olduğunda yaptırdığımız briket dükkan genişleyen yol nedeniyle yıkıldı.

Okul ve askerlik dönemlerimin ardından evlenip bir de iş sahibi olunca ve elimdeki yetersiz paraya kardeşimden biraz destek bulunca şehrin daha merkezi yerinde bir kooperatif evine yazıldım.

O süreçte Van'ın bir başka varoşunda, İskele Mahallesi'nde yine tek katlı bir evde, yeşilin eksik olmadığı, denizin uzak olmadığı bir başka yerde yaşadım.

Uzun kış günlerinde çam ve kavak kereste kepekleri yaktım ve odunluğa kovayı doldurmak için her girişimde mis gibi çam kokusunu ciğerlerime çekme şansı buldum.

Yaz günleri bisikletle ya da yaya olarak feribot iskelesine yakın bir yere gidip kayalıklarda yüzerdim.

Kent Merkezi Dönemi:

Kent merkezi ve kooperatif deyince pek çoğumuzun o bilindik yaraları depreşmiştir. Bir ev sahibi olmak, kışların uzun olduğu Van gibi bir şehirde kaloriferli, beton ve kolay temizlenen apartman dairesine taşınmak hem kadınların, hem yaşlıları başlıca rüyasıdır. Ancak her şey gibi bunun da bir maliyeti vardır. Bu maliyet hesapsız girilmiş işlerde bazen olması gerekenin kat kat üstündedir.

Hem umduğunuz fiyata bitmez binalar, hem umduğunuz zamanda bitmez. Öder ve bekler durursunuz. Bittiyse şanslısınız elbet, pek çok da bitmeyeni olur çünkü.

Bizim daireler bize o zamanın koşullarında yaklaşık iki kat fiyata mal oldu. Belli bir müteahhit yerine kendi aramızdan seçtiğimiz kişiler tamamladı binaları ve onların bir kısmı meslekten kimseler olmadıkları için, bir kısmı tahsilatları yapamadıkları için bir kısmı da zaten kendileri sıkıntılı oldukları için iş uzadı, maliyet arttı.

Şehir planında yeşil alan olarak belirlenmiş bulunan evlerimizle cadde arasındaki yaklaşık 30 - 35  metrelik derinlikte  yan yana basit ve briketten geçici yapılmış oto galerileri ile bir oto yıkama yeri vardı.

Evlerimiz şimdiki Kurtuluş Parkı'nın yakınında şehrin ana arterlerinin birinin üzerindeydi. Yani caddenin geniş tutulması gereken bir yerdeydi.

Yakında Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Araştırma Hastanesi olduğu için özellikle son zamanlarda sık sık ambulans sirenlerini ve tabii hiç bitmeyen araç trafiğinin gürültüsünü dinlemek durumundaydık.

Birinci katta olduğumuz için o kata özgü sorunları da ayrıca yaşıyorduk. Asansör hemen bizim dairenin önünden kalkıyordu, kış günleri dış kapıdan içeri üfüren rüzgar hemen bizim evi buluyordu.

Altımızdaki zemin katı fazla kira hesabıyla öğrencilere veren ev sahibi bir dönem ortaokul, lise öğrencilerine pansiyon yapmıştı ve fazlasıyla gürültü geliyordu.

Evet apartmana taşınmış, kentin merkezine gelmiştik ama yeşil alanımız yoktu. Evlerin önüne araçlarını koyan site sakinleri ile orada oynamak durumundaki çocukların aileleri arasında da sıkıntılar yaşanıyordu.

Bütün bunlar yetmiyormuş gibi siyaseti ve parayı çok iyi kullanabilen biri yanımızdaki sözde yeşil alana, hem de o zamanki belediye başkanı kendi dergisinde sayfa sayfa reklamını yapıp büyük bir park ve miting alanı yapacağını duyurduktan sonra devreye girdi ve işi kitabına uydurarak ilk yüksek binayı yapmaya başladı.

Yeşil alan işinin bir şekilde halledilmiş olmasıyla iki üç yıl birinci binanın inşaat gürültüleri, çekiç sesleri, işçi bağrışmaları, beton mikserlerinin sesleri sürdükten sonra sağda ve solda başka binalar yapılmaya başlandı. Yaklaşık beş altı yıl boyunca biz o inşaatların sesleri ile huzursuz ve rahatsız olup durduk. Yaz mevsiminde gecenin saat üçünde beton mikserleri çalıştırıldı.

O günün AKP'li belediye başkanına konu ile ilgili olarak belediyenin resmi sitesi aracılığıyla gönderdiğim  şikayet mesajları siteden bir bir silindi, yanıtsız bırakıldı. (Sonraki dönem seçimlerinde de yeniden aynı aday halka dayatılınca ben dahil yaklaşık kırk bin kişi oy kullanmadı ve Van Belediyesi karşı partinin eline geçti.)

Sonraki yıllarda yapılan bir ölçümde ilk binanın sitemiz alanına on yedi metrekare tecavüz etmiş olduğu da anlaşıldı.

Kentin geniş tutulması gereken ana arterlerinden biri yeşil alan rüyası yok edilerek beton yığınlarına teslim edildi. Şimdi kentin tam o noktasında okulların açık olduğu kış günlerinde yer kıtlığından yol kenarına ve kaldırımın üzerine çıkan araçlar sık sık yayaları trafiğin yoğun olduğu caddeye inmeye zorlamaktadırlar.

2011 yılında yaşadığımız ve binlerce artçı sarsıntı ile yakamızı bırakmayan  deprem Van'daki tüm yüksek apartmanlar gibi bizim siteyi de boşalttı.

Kırsal Dönemi:

Depremden sonra bir süre ailece şehir dışında yaşadık. Büyük oğlum Muğla'nın Ula ilçesine bağlı bir köyde, mütevazi bir turistik tesiste kaldı.

Biz çocuklarla Erzurum'da, resmi bir kurumda konuk edildik.

Döndükten sonra da yaklaşık sekiz ay Van'da Şamranaltı Mahallesi ile Yüzüncü Yıl Üniversitesi kampusünde bulunan konteynırlarda yaşadık.

Deprem nedeniyle üniversite personeli için TOKİ  aracılığıyla yeni yaptırılmış olan lojmanlarda yer bulunca da hemen buraya taşındık.

Devletimizin ve Yüzüncü Yıl Üniversitesi yönetiminin bu tesislerin kurulması, faaliyete geçirilmesi süreçlerinde inanılmaz şeyler başardığını, çok kısa sürede çok sağlam olan bu binaların yapılıp hizmete sunulduğunu övünçle söyleyebiliriz.

Geçen kış kesinlikle ısınma sorunu yaşamadık. Zaman zaman kendisini gösteren artçı sarsıntılardan da hiç endişe etmedik.

Ne var ki, içinde bulunduğumuz kampüs bölgesinin ciddi bir enerji sorunu var. Günde ortalama en az sekiz on defa elektrik kesintisi meydana geliyor.

Üniversitemiz buna çözüm olmak üzere yeni lojmanlar bölgesine de iki çok büyük jeneratör kurdurdu.

Şimdi bu güzel kırsal alanda hemen yaşadığım lojman binasının yanı başına kurulmuş olan bu jeneratörün gürültüsünün baskısı altında bu yazıyı yazıyorum.

Bugün, bu saat itibariyle üç saate yakındır jeneratör çalışıyor.

Sabahın erken, akşamın geç vakitlerinde çalışıyor. Uykunun en tatlı olduğu günün ilk saatlerinde çalışıyor.

Bölgedeki elektrik dağıtım şirketi bana söylendiği kadarıyla kampüsün elektriğini yakındaki eskiden köy, şimdi mahalle olan Bardakçı'dan karşılıyormuş. Oradaki elektrik de yeterli gelmiyormuş.

Bir yıldır yaşamakta olduğumuz bu kesinti sorunu kampüste eskiden beri varmış.

Az önce bulunduğum binanın sayaçlarının olduğu yere gittim. Jeneratör çalışırken elektrik saatleri de dönüyor. Üniversite jeneratörlerinin ürettiği elektrik bedelleri yanlış anlamadıysam TEK faturalarına yansıyor. Onun aslını da öğrenmem gerekecek gibi.

Şimdilik tek bir sorunumuz var, o da yetersiz şebeke elektriği. Gerçekten yorucu oluyor. Motor sesi ve az da olsa duman.

Üniversite yönetiminin bu sorunun çözümü için çok çalıştığından eminim. Onlar bu tarz sıkıntıları anında giderirler. Onlar çok kısa zamanda geniş asfalt yollarımızı yaptılar. Bölgeyi yeşillendirdiler. Hemen lojmanların yanına geniş bir meyve bahçesi oluşturdular ve titizlikle bunları izliyor, gereken her şeyi yapıyorlar.

Sıkıntının üniversite dışında olduğunu tahmin edebiliyorum.

Elektrik dağıtım şirketi sorunun ne kadar farkında bilmiyorum ama  her gün defalarca düşen, kesilen elektrik her anlamda bölgede bulunanları olumsuz etkiliyor. Elektrikli cihazlar resmen iflas ediyorlar. Gecenin bir vakti buzdolabı gürültülü sesler çıkarınca kapatmak için insanlar yataklarından kalkıyorlar. Televizyonlar zarar görüyor. Benim televizyonum bir kere yandı ve tamir edildi.

Elektrik kesintileri doğal olarak fiber internet bağlantılarını da koparıyor. Akademik çalışmalar da yapan insanlar her gün defalarca internetten kopuyor, jeneratörün ve modemin devreye girmesinden sonra  yaptıkları işi baştan almak zorunda kalıyorlar.

Bunca badireyi atlatmış biri olarak oldukça iyimserim. Yüzdük yüzdük kuyruğuna geldik diyorum.

Bu sıkıntının da artık giderileceğini umut ediyorum.

Şu anda bu yazıyı yazarken jeneratör hala çalışıyor. Ben de inadına hala umut ediyorum.

Böyle bir üniversite, öyle bir dağıtım şirketini de mutlaka harekete geçirir, biliyorum.

 

19/08/14

 

14:49:26 

 

NOT: Şaka gibi ama yazıyı yayına hazırladığım 20.08.2014 gecesi saat 23.50'de yedi ay aradan sonra televizyonum yeniden bozuldu. Onun sesinin yerini alttaki dairedeki muhabbetin dikkat dağıtan gürültüsü aldı. Acilen onarılması gerekiyor.

 

 
Toplam blog
: 284
: 245
Kayıt tarihi
: 21.06.14
 
 

Yaşadığımız evrenin oldukça zengin bir yer olduğunun farkındayım.  Bu zenginliğin çok az bir kısm..