Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Ağustos '09

 
Kategori
Antalya
 

Bir kentin ırzına nasıl geçilir? Antalya'ya geldiğinizde görüp, anlarsınız

Bir kentin ırzına nasıl geçilir? Antalya'ya geldiğinizde görüp, anlarsınız
 

Konyaaltı Plajına uzanıpta, gözümü Lara’ya doğru çevirdiğimde, gördüğüm tek şey “Bir kentin ırzına nasıl geçildiği” gerçeğiydi.

Falezlerin üzeri devasa binalarla donatılmış, akıl almaz bir beton yığınına dönüşmüş ve her yan ala bildiğine kirliliğin sembolü haline gelmişti. Antalya bir turizm kentiydi ama ilginçtir, turizm kenti olma yönündeki her türlü vasfını yitirmiş bir hale doğru hızla eviriliyordu. Şu anda Lara sahil bandı üzerinde boş kalan tek bir bölge yoktur. Bu ne demektir biliyor musunuz? O muhteşem deniz manzarasını, yapılan o beton korkuluklar ki bu korkuluklara konut, bina v.b. isimler takılmıştır, kapatmış bulunmakta.

İlk kez Antalya’ya 1989 senesinde gelmiştim. Eski Otogarda indikten sonra Doğu Garajına geçmiştik, oradan bindiğimiz bir minibüsle Örnekköy’e gitmiştik. Örnekköy henüz yeni inşa edilmişti o yıllarda ve orada konutu olan bir bayan, konutunu, tatil yapmak isteyenlere kiralıyordu ve bizde böyle bir kiralama sonrasında, yaklaşık on beş günlük bir tatil yapmıştık Örnekköy’de. Doğu Garajından binmiş olduğumuz minibüs, Örnekköy’e doğru yol alırken Antalya’ya hayran kalmıştm. Eski Lara yolunun üzerindeydik ve deniz ayaklarımızın altındaydı. Yol boyu hiçbir yerde tek bir tane binaya rastlamamıştık. Kâh kamışların arasındaydık, kâh narenciye ağaçlarının arasında ilerliyorduk. Birden karşımıza seralar çıkıyor ve seraların içerisinde kızarmış domatesler gözlerimizi süslüyordu. Karpuzkaldıran’a kadar tek bir tane dahi binaya rastlamamıştık. Bir tek Ofo Oteli vardı yüksek yapı olarak. Ofo Oteli’de gözümüzü tırmalamıyordu.
Örnekköy çok hoşuma gitmişti o yıllarda. Örnekköy’ün hemen yanı başında Sera Otel kuruluydu ve çevrenin en önemli beş yıldızlı oteliydi Sera Otel’i.
Aradan geçen yıllar sonrasında o hiç bina olmayan falezler şimdi feci bir şekilde bina ile dolmuş durumda. Paranın baronları utanmasa, denizi doldurup arazi yaratarak, o yaratmış oldukları arazilere bina konduracaklar. Sonrasında ise hiçbir şey olmamış gibi keyfli bir şekilde rakılarını yudumlayayıp, koca kentin ırzına nasıl geçtiklerini ballandıra ballandıra anlatacaklar.

Geçenlerde bir mimar söylüyordu, falezlerin bu binaları kaldırmadığını. Falezlerin altı mağralarla dolu. Yani o binaların yapılmış olduğu bölgelerin altı boş. Süreç içerisinde bu binaların bir çoğu çökme tehlikesi ile karşı karşıya kalacak. Ama dinleyen yok bu gibi şeyleri. Çünkü bu gibi şeyler zırvadan laflardır ve paranın baronları için böyle şeylerin kıymete değer bir yanı yoktur.

Antalya bitti efendiler işte. Yok başka Antalya. Irzına geçtiğiniz kentin, ırzına geçerken aldığınız tadı şimdilerde Antalya’nın beş yıldızlı otellerinin restaurantlarında balandıra ballandıra anlatıyorsunuzdur. Övününüz. Çocuklarınıza bol para bırakmakla beraber, yaşanabilir bir dünya bırakmamış olmanın utancı ile öbür tarafta huzurlu! uyuyunuz.

Sövme konusunda çok becerikli olmayan bendeniz, ne zaman Konyaaltı sahiline gitsem ve bir sandalyeye oturup, önüme gelen çayı yudumlamaya başlayıp, gözümün takıldığı falezlere baksam, içimden bu para baronlarına bilcümle sinkaflı küfürler ederim. Ederim yahu. Kimse de bana terbiyeli olmama dair ders vermesin. Hak edene söveceksin. Bakir bir kenti son on beş yıl içerisinde bitiren bir başka millet varsa dünyada, gösterin. Gösterin, görelim o milleti.
Yurdum insanı ne kadar vatanperver olduğuna dair demler vurur. Öyle vatanperverdirki yurdum insanı, sadece bölünme mevzuu işin içine girdiğinde vatanperverlik hadisesi aklına gelir ve pencerelere yapıştırır al bayrağı. Lakin koca bir ülkenin en müstesna yerleri üç beş para baronuna peş çekilirken, o güzelim sahiller, o güzelim ormanlar para babalarının, para baronlarının insafına terk edilirken kimsenin aklına vatanperverlik hikâyeleri gelmez. Bizim gibi toplumların vatanperverliği budur işte. Kentlerinin güzelliklerinin gaspını hiçbir şey olmamış gibi seyir edip, durur. “Nasıl gasp ediyorlar, kentlerin ırzına nasıl geçiyorlar?” diye soru sormaz ve aksine “bu bir gelişmedir, ilerlemedir” diye övünçte duyduklarından şüphem yoktur.

Her neyse efendim, bizki İstanbul gibi tarihi bir kentin altından girip, üstünden çıkmış bir milletiz. Bir açık hava müzesi tadında olan o güzelim şehrimizi dünyanın en rezil kentine dönüştüren bir milletiz, yeterki elimize düşmeyiversin, en güzelinden yana elimize düşenin hakkından geliriz.. Boşuna bize “Barbar Türkler” demiyor elin Avrupalısı. Yağmacılık kültürümüz Osmanlı’dan bu yana ruhumuza sirayet etmiş kardeşim. Boş bulduğumuz bir yeri gözümüze kestirmeyelim, gözümüzün kestirdiği o yerin talanı ile ilgili her türlü versiyon bilcümle uygulanır.

Antalya’nın Lara’sı, Konyaaltı’sı bitti. Yok artık oralarda ırzına geçilecek boş arazi. Kalmadı. Onbeş yılda tükendi. Şimdilerde trend orman evleri. Yakında Bey Dağlarının etekleri Antalya manzaralı evlerle, binalarla dolarsa şaşırmayın. Yakındır endim yakın. Geçen gün mütahidin birisiyle konuşuyorum. Kelli felli bir mütahid. Yani Paranın Baronu. Muhterem, Topçam’da tahsisten bahsediyor bana ve yakında oraya bir turizm tesisi kuracağını söylüyor. Yazının burasını okuyan Antalyalılar şaşırsınlar. Şaşırırlar, çünkü Topçam’a turizm tesisi kurulacağına dair izin verilmeyeceğini sanırlar. Nah verilmez işte. Vermişler. Adam öyle söylüyor. “Çevreciler tepki vermezler mi?” dedim muhtereme, ağzıma lafı tıkıverdi ve aynen etmiş olduğu laf şuydu, “Yahu bu güne kadar isyan bayrağı açtıkları hangi yatırımı durdurabildi çevreciler?”. Doğru lafa ne denir? Öyle. Düzen buydu ve birkaç çevrecinin cılız sesi mi bu yatırımların, diğer adı talan operasyonu, ve ırza geçme fiilinin önünde engel oluşturacaktı? Muhterem bu arada iki nefeste Havana Prosundan çekiverdi keyflice, devam etti, “Nihat Bey, ben bu güne kadar elimi attığım hiçbir işi bitirmeden bırakmadım”. Yani efendim demek istediği şuydu, “Benim için bu işler basit ve sorunsuz işler, gerekli bağlantılarım var, hallediyorlar.”

Muhterem CHP’den yana dertliydi. CHP ile çalışmanın zor olduğundan bahsediyordu. Korkuyorlarmış CHP’liler. ANAP’ı ve Özal’ı çok özlemiş.

“Ah” çekerek o günleri anıyor muhterem.
 
Toplam blog
: 1509
: 1145
Kayıt tarihi
: 07.08.07
 
 

Yazarım... Okurum... Öğrencilik yıllarımda çok yazdım... Kompozisyon derslerinde yazdım... Duvar ..