Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Ağustos '08

 
Kategori
Öykü
 

Bir sabah hikayesi

Bir sabah hikayesi
 

Güneşin doğmasına haylice bir zaman varken, genellikle, kurduğu saatin ziliyle uyanır Behzat bey. Önce yatağında doğrulup biraz oturur. Zihnini toparlamaya çalıştığı bu ilk anlarda, hemen kalkmaya davranmaz.

İlk uyanıştaki mahmurluğu giderecek olan, okunmasını beklediği sabah ezanıdır.

Ve… Bir süre sonra ilk müezzinin sesi duyulduğunda, sıra abdest hazırlığına gelmiş demektir.

Bu arada, yakın camilerden yeni ezanlar başlamıştır. Zamanın kulak kesildiği bu anlarda, evlerin içine ulaşan o güzelim kutsal davetler. Alınan abdestin gönül açan serinliği. Bu an itibariyle, günü yaşamaya başlayacaklar için açılan tertemiz bir sayfa. Yüce Yaradan'a en yakın olunduğu, müjdeli bir atmosferin yaşandığı en özel zaman dilimi.

Sonra, evden çıkış. Camiye giden yolda adım adım huzur yolculuğu. İnsanın, kendisiyle baş başa kalışının nadir fırsatlarından biri. Nihayet; cemaatle kılınan namaz ve yapılan ibadetlerin aldığı süre sadece, yaklaşık yirmi dakika.

Behzat bey ve iki arkadaşı gene böyle bir günün sabahında, camiden dönmekteydiler. Evinin bulunduğu sokağın başına kadar birlikte geldiler. Her zamanki kısa vedalaşma sonrası diğerleri yollarına devam ederken, o da kendi evine yöneldi. Bu yürüyüş esnasında nedense bu defa, bulunduğu çevreye daha bir dikkatli baktı. Aydınlanmakta olan havaya rağmen, İstanbul’un bu sakin semti yeni güne henüz uyanmamış idi. Gökyüzünde -ne yıldızlar ne ay, artık sadece- berrak bir mavilik vardı. Yol kenarındaki yüksek elektrik direklerinin uçlarında ise, gece yorgunu sokak lambaları. Ampullerin bulunduğu cam ve metal muhafazaya sığınmış ışıklar artık sarıya dönmüş, feri azalmış haldeydiler.

Sokak sessiz ve tenhaydı. Hareketliliğin daha başlamadığı, vaktin erken olduğu bir zaman yaşanmaktaydı. Birbirlerine bitişik binalar üstlerindeki alaca örtüden sıyrılmış, asli renklerine yeniden kavuşmuşlar. Görüş alanını iyice sınırlayan, yüksek çatıları uydu antenleriyle dolu evler, yolun her iki tarafında tek sıra. Bu yüzdendir ki bulunulan noktadan şafak söküşünü görmek mümkün değil. O nedenle, güneşin doğuşu hayallere havale edilmektedir her zaman.

Artık evindeydi. Sessiz olmaya özen göstererek oturma odasına yöneldi. Örtük perdeler gün ışığını içeriye sokmaya niyetli olmasa da, duvar kenarlarında yerlerini almış iki divan ve karşı yana bitişik konulmuş iki koltuk, köşedeki sehpa ile televizyon artık seçilebilmekteydiler. Bu loş ortamda oda, olduğundan daha dar görünmekte, duvar saatinin işleyişi çok rahat duyulabilmekteydi.

Kendi halinde, düzensiz düşüncelerin meşguliyeti içinde ne yapacağını kararlaştırmadan henüz

oturmuştu ki…birden, hiç hesapta olmayan bir ses duyuldu dışarıdan.

- Gaaak!.. Gaaaak!..

Yüksek perdeden bir karga ötüşüydü bu. Mahalledeki sessizliği bozan, rahatsız edici, beklenmedik bir olaydı. Kısa aralıklarla bekliyor, sonra tekrar başlıyordu.

Daha önceki sabahların birinde yine bu ötüşü duyduğunu hatırladı. O sırada yatakta olduğundan, öfke duygusunu yenerek karganın gidişine kadar sabretmişti. Ama bu defa durum farklıydı. Gagasındaki peyniri kaptırma pahasına şarkı söylemekten vazgeçmeyen masaldaki karga misali susmuyor, uçup gitmemekte direniyordu. Oturduğu divandan kalkarak önce perdeyi sonra pencereyi açtı. Odaya, ışıkla birlikte temiz hava girdi. Ortam ferahladı, genişledi. Behzat bey dışarıya bakındıysa da kargayı göremedi. Gene de beklemeye devam etti.

Fazla geçmemişti ki, o güçlü ses bir daha duyuldu.

- Gaaak!.. Gaaaak!..

Sesin geldiği yöne dönünce, karşı binanın çatı kenarına tünemiş kargayı gördü. Onun; binanın yakınındaki ağacı değil de, daha yüksek bir yeri tercih edişi dikkat çekici idi. Yukarılardan aşağıyı küçümseyerek süzen şövalye tavırlı bu kuş, hemcinslerine göre daha farklı ve gösterişliydi.

Nedendir bilinmez, o an ötmeye ara verdi. İzlendiğini fark etmiş gibi, önce çevresini süzdü. Sonra aşağıya, açık pencereye ve orada durmakta olan Behzat beye yöneltti bakışlarını. Sessizlik içinde öylece bekliyordu. Bu anın üzerinden birkaç dakika daha geçti. Karga sağ tarafına doğru birkaç adım attı. Yüksekte, kendine güvenli fakat gene de kuşkucu bir duruşu vardı.

Az daha bekledi. Sonra aşağıya, Behzat beyin penceresine bir daha baktı. Kanatlarını iki yana açıp gererek o durumda biraz kaldı. Bakışlarını pencereden çevirmeden ve kanatları açık durumdayken öncekilerden de tiz bir ses ile bir daha öttü.

- Gaaak!.. Gaaaak!..

Ve beklenmedik şekilde ani bir uçuşla havalanıp, gözden uzaklaştı.

Şimdi burada ne karga, ne de o tiz ötüşlerin yankıları kalmıştı.

Sadece ;

- Gaaak!.. Gaaaak!..

Diye öten kuşu, bu semtin uykudaki insanlarına

- Kalk!.., Kaaalk!...

diye seslenmekle görevli bir çığırtkan olarak düşündü Behzat bey.

Sokak hala boştu.

HASAN PARLAK

 
Toplam blog
: 34
: 589
Kayıt tarihi
: 28.07.08
 
 

1952 yılı Şanlıurfa doğumluyum. Edebiyat ve Türk Sanat Müziği yapabildiğimce- uğraştığım sanat dalla..