Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Temmuz '21

 
Kategori
Eğitim
 

BİR SINAV İKİ SONUÇ

Başlığı okur okumaz bazılarınızın tüyleri diken diken oldu, bazılarınızın karnına ağrılar girdi değil mi? Ama kaçış yok sınavlardan. Klişe deyimle “hayat bir sınav”. En acımasızından hem de. Nobel ödüllü Fransız yazar Andre Gide’in sözünü getiriyor aklıma bu klişe: "Hayat çok zalim bir öğretmendir. Önce sınav yapar, sonra dersi öğretir.”

Bugünlerde sınav yine gündemimizde. 30 Haziran’da LGS sonuçları açıklandı. Puanlar, yüzdelik dilimler belli oldu. Küresel salgının gölgesinde hazırlık süreci de, sınav da epeyce sancılıydı. Kazananlar, kazanamayanlar, hayal kırıklığına uğrayanlar, yeterince çalışmadığı için pişman olanlar duygularını maskelerin altında yaşadı.

Aynı gün acı bir haber okudum. Sınavda istediği sonucu alamayan 13 yaşında bir çocuk intihar etti. İstanbul Esenkent’teki evinin 8. Katından atladı. Üstelik bu intihar ilk değil. Her sene başarısız olduğunu düşünen birkaç çocuğun ölümü haberlere konu oluyor.

LGS’nın yapısı üniversite sınavlarından farklı. Tekrarı, telafisi yok. Sonuçları üniversite sınavlarından daha travmatik olabiliyor. Sınava giren çocukların yaşları da bir o kadar kritik. Ergenliğin karmaşasıyla birlikte sınavla başa çıkmak, duygularını yönetmek zorundalar.

Diğer yandan başka gerçekler de çarpıyor yüzlerine: zaten sancıları olan pandeminin tuz biber ektiği eğitim sisteminde iyi bir eğitim almak, hayatta iyi bir yerlere gelebilmek için yüksek puanlı okullardan birine girmek şart diye düşünülüyor. Belki kafalarında bu plak dönüp durduğundan, belki anne-babalarına, arkadaşlara, konu komşuya rezil olma, küçük düşme korkusu yaşadıklarından başarısızlık onlar için dünyanın sonu. Yaşları nedeniyle henüz kendi hayatlarının direksiyonunda değil bu çocuklar. Aileler de başarı ya da başarısızlığı kişiselleştiriyor. Günün sonunda “sınavı kazandık” ya da “sınavı kazanamadık” deniyor. Çocuk ailesini de rezil etmek istemiyor. Sonuç özellikle de beklendiği gibi değilse bütün ailenin üstüne yapışıp kalıyor çocuğun kafasında.

Psikiyatrist Engin Gençtan: “Bazı ana-babalar, okulda ve diğer etkinliklerde başarılı olmaları konusunda çocuklarına aşırı yüklenirler. Çoğu çocuk, ana-babalarının bu aşırı beklentilerini karşılama gücüne sahip değildir. Gösterdiği çabaya rağmen ana-babasının onayını kazanamayan ve onların istediği kusursuzluk düzeyine ulaşamayan çocuk giderek kendi gözünde de değersizleşir.”[1] diyor. Bu değersizlik duygusu giderek çocuğun hayatına sızıp yetişkinlikte de etkisini sürdürüyor. Hatta giderek kemikleşiyor.

Ebeveynin çocuğa yükledikleri, çocuğun yüklendikleri yanında ailenin eğitim durumu da önemli. MEB sınav istatistikleri, annesi ilkokul mezunu olan öğrencilerin puan ortalamasının 242.98, lisansüstü olan öğrencilerin ortalamasının 362.98 olduğunu söylüyor. Arada 120 puan fark var. Babaların eğitim düzeyleri ile çocuklarının başarısı arasındaki kıyaslamada da durum benzer. Oradaki puan farkı da 121.01.

Evet sınavda değişkenler çok fazla. Sınavı yönetme becerisi bunlardan en önemlisi. Bu sene de 90 sorudan 90’ını doğru yapan 97 çocuk var. Böylesi zor bir sınavı yönetme becerisi için hem kendilerini hem de katkı sağlayan ailelerini kutlarım gerçekten.

Diğer yanda duygularını yönetemeyen bu sınavda bazı soruları çözemediği için utanç duyan ve kendini yerin dibine sokulmuş hissetmek yerine yere çakılmayı dahi göze alan o güzel çocuk, o güzel çocuklar var. Bu çocuğa ne kadar değerli olduğunu söyleyememenin üzüntüsünü hissediyorum. Bu da işin acı tarafı.

Kafam bunlarla meşgulken sosyal medyada bir profesörün Cerrahpaşa Tıp Fakültesi mezuniyet töreninde çektirdiği fotoğraf geliyor önüme. Bu yıl mezun olan 75 yaşındaki bir öğrencisiyle. Nimet Süner 1964 yılında girdiği Tıp Fakültesi’ni evlendiği için bırakmak zorunda kalmış. İşleri düzene soktuğunda (iki yıl sonra) ise okuldan kaydının silindiğini görmüş. Bundan 45-50 yıl sonra af çıktığını öğrenince kaldığı yerden devam kararı almış.

‘Ne güzel’ diyorum içimden ‘hayallerinin peşinden gitmiş’. ‘Ne gerek var bu yaştan sonra’ laflarına aldırmadan, kimsenin çelme takmasına izin vermeden yoluna devam etmiş. Dünya güzeli bir kadın görüyorum fotoğrafta. Hepimize ilham veren gururlu, mutlu bakışı, dimdik duruşu var!

“Hocalarımız ilk başta alışamadılar yaşımdan dolayı. 'Nasıl bir cesaret, nasıl bitireceksin, bu yaştan sonra zor olmaz mı?' diyen hocalarım oldu. Hiçbir zaman umutsuzluğa kapılmadım. Ben pes etmesini sevmeyen bir insanım. Üzüldüğüm zamanlar oldu, feryat ettiğim zamanlar oldu ve hiçbir zaman okulumu bırakmayı düşünmedim.”diyor, çocukları ve torunlarıyla katıldığı mezuniyet töreninde Nimet Hanım.

Düşünmeden edemiyorum. Başarısızlık sandığı şeyi kucağına alıp atlayan o çocuk bu fotoğrafı görseydi, biri ya da birileri ona eğer vaz geçmezse, pes etmezse başarılı olabileceğini, bugün olmasa bile bir gün mutlaka isteklerine kavuşabileceğini söyleseydi, hiç olmazsa Nimet Hanım’dan bahsetseydi… Bugün yaşıyor olur muydu o çocuk? Bence olurdu!



[1]Engin Gençtan, İnsan Olmak, Metis Yayınları (2017) s: 48-49

 
Toplam blog
: 17
: 272
Kayıt tarihi
: 04.07.12
 
 

İstanbul Kız Lisesi - İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi - Edim Dershanesi Kurucu ..