Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Kasım '06

 
Kategori
Meslekler
 

Bir subayın kaleminden assubaylar

Bir subayın kaleminden assubaylar
 

"O kadar yıl askeri okulda okudum, kimse bana onları anlatmadı. Kimse bana "Mezun olduktan sonra ömrünün büyük bir kısmı bu insanlarla geçecek" demedi. Yine az çok birşeyler biliyordum. Kendimi ve çevremi tanıdığım ilk yıllardan itibaren, astsubay kelimesine yabancı değildim. Babam astsubaydı.Babamın arkadaşları da astsubaydı. Şen şakrak insanlar hatırlıyorum aile çevremizde. Subaylar ise ulaşılmazdı. Askeri okula gidene kadar çok az subay tanıdım. Sadece bir tanesi ile aile dostu olduk; zaten annem de ona "Dayı" dedirtti. Kardeşi gibi sevdi yalancı dayımı.

Subay olmaya subayları gördüğüm için karar vermedim. Astsubay üniformasını asker üniforması diye belleyip ondört yaşımda katıldım aralarına, subay okulunu kazandığım günü hatırlıyorum. Annem haberini duyunca havalara uçmuştu. "Benim oğlum subay olacak" diye sevinmişti. Bana göre subay olmaktan çok asker olmak önemliydi o an, ama annem bu sözlerle babamın gururunu kırdığını düşündü hep. Hala o günki sevincinin kursağında kaldığını söyler. Subay ve astsubay arasındaki farkı okulda rütbeleri öğrendiğimde anladım. İlk acıyı yirmi dört yaşındaki bir teğmenin benim yanımda yirmibeş yıl orduya hizmet etmiş babama adıyla hitap edip "gel buraya" demesi ile yaşadım ve babamdan daha üst bir rütbeye ulaşmaktan utandım. Sonra "ya ben mezun olana kadar babam emekli olmazsa" diye ruhumu karabasanlar sardı. Olmadı da.

Bir başka sıkıntıyı da orduevinde yaşadım. Güneydoğudan izne gelmiştim, birliğimin bulunduğu yerdeki orduevine gittik. Ben subay o da astsubay olduğu için ayni binanın farklı yerlerinde oda verdiler. Birlikte kalmamıza izin vermediler. Hala o dakikaları hatırladığımda, gırtlağımda başlayan bir sıcaklık ağır, ağır nefes borumdan ciğerlerime oradan da yüreğime yayılır. Öğrencilik yıllarını geçirdiğim devre arkadaşlarım kadar sevdim onları. Hatta bazen daha çok. Ama bir türlü rütbeden, kıdemden çok insanlığa önem vermeye çalıştığım için onlarla bu kadar samimi olduğumu subay arkadaşlarım ve üstlerime anlatamadım.

Hep "çok samimi olursan emir veremezsin, uygulatamazsın" uyarısı ile karşılaştım. Kim yanılıyor bilmiyorum ama şimdiye kadar istisnalar hariç sorun yaşamadım. Birkaç kişiden dolayı hiçbir gruba "iyi yada kötü" denemiyeceğini anladım. "Kültür seviyesi düşük, eğitimsiz, sakın arkanı dönme, gözün onlarda olsun" dedikleri astsubayların bir ordunun hamallığını yaptığını öğrendiğim gün canım sıkıldı. "Subaylara saygısızlık yapacaklar, korkusu yada subayların yanında rahat edemiyecek" düşüncesi ile ayrılan plajları, orduevleri, lojmanları kabullenemedim.

Aynı ordu içersinde birbirinden bu kadar uzak iki grubun nasıl olupta bu yükü taşıyabildiğini ise hala çözemedim. Astsubayları anlamaya çalışırken; Subayları ve kendimi de tanıdım. Komutanımız karakolumuzun mevzilerini gezmek istemişti. Eksikleri yerinde göreceğini söylemişti. Ben, bir subay tim komutanı, bir astsubay tim komutanı, iki asker ve komutanımız birliğimizin sorumluluğundaki mevzilere gittik. Fırça atmak ve sözde emir komuta hakimiyetini sağlamlaştırmak için hazırlıklı geldiği belliydi. Daha mevzileri görür görmez bağırmaya başladı.

- Bu ne biçim nöbetçi. Şuna bak şuna tüfeğini nasıl tutuyor. Nerede bu mevzinin dürbünü? Böyle olmaz bu iş. Bu işi yapamıyacaksanız çekip gideceksiniz. Burası ahır mı ya? Şu pisliğe bak, ne bu yerdeki otlar?

Makinalı tüfek gibiydi. Biz de sessiz onu dinliyor, peşi sıra mevzileri dolaşıyorduk; gerçekte sözleri bir kulağımdan giriyor, diğerinden çıkıyordu. Duymamazlıktan geliyordum. Sırf laf söylemek için kunuştuğunun farkındaydım.

- Bölük komutanı, bu mevzilerin yağmurluğu yırtık, olur mu yahu? Yağmurda Mehmet ne yapacak? Sen binada otururken o burada ıslanacak. Böyle şey olmaz. Bu şekilde hemen hemen 4-5 mevzi gezdik. Hepsinde bir ton laf işittim. Sadece ara, sıra "Hemen düzeltelim komutanım, Emredersiniz komutanım" falan dedim.

Ama son mevzide tim komutanı astsubay benim yanımda komutana cevap vermeye başladı. Komutanında astsubayında yaptığı askerlikte olmayan şeylerdi. Bir üst, bir astına daha küçük rütbelinin yanında laf söylemez. Bir ast ta üst dururken asla, daha üst rütbeli komutana sorulmadan fikrini açıklıyamaz. Ayıp sayılır böyle şeyler; ama benim astım benim üstümle benim yanımda tartışmaya başladı. Astsubay: "Komutanım haksızlık ediyorsunuz" dedi. Kaş, göz işaretim fayda etmedi.
- Tüm taburun mevzileri ayni durumda ama siz gelip bizim bölüğe laf söylüyorsunuz.
- Sana soran oldu mu astsubayım.
- İyi de komutanım elde dürbünmü kaldı, yağmurlukların hepsi bu halde, en iyilerini bu mevzilere veriyoruz.
-Astsubayım sen kendi işine bak. Elimle tim komutanı assubayı dürtmem de işe yaramadı.
- Komutanım bir de askerler burada mevzide iken biz gidip yatmıyoruz. Bunu iyi bilin. Bu son söz komutan üzerinde soğuk duş etkisi yapmış olacak ki, kendi kendine bir şeyler mırıldandı, yüzü kızardı. "Siz çok biliyorsunuz, ne haliniz varsa görün" dedi çekti gitti.
Assubaya döndüm:
- Sen biliyor musun şimdi olacakları? Zaten buraya fırça atmak için gelmişti, şimdi başka yerden açık bulup oradan yüklenecek.
- Valla komutanım ben haksızlığa dayanamam. Ne yaparsa yapsın. Benim kurmay olmak terfi etmek gibi bir idealim de yok. Tam bu nokta da "kurmay olmak" sözüne çıldırdım. Daha önceki çatışmalardaki başarılarından dolayı kazandığı madalyasından hiç söz etmeyen astsubaya gözlerimi diktim. "Sen beni ne sanıyorsun?" deyip iki elimle omuzlarımdaki rütbelerimi asıldım, bir hareketimle iki apoletimi de söküp suratına attım.
- "Bunlar için mi orduda kalıyorum sanıyorsun? Al o zaman sen tak lan" deyip uzaklaştım. Kendim taktım kendim sökerim diye düşündüm. Uğruna sekiz sene dirsek çürüttüğüm rütbelerimi bir laf üzerine sökeceğim hiç aklıma gelmemişti. O rütbeleri kimse bana vermemişti. Ben almaya hak kazanmıştım. O gün akşama kadar erler gibi rütbesiz dolaştım bölükte, Allahtan karargahtan komutanlarla karşılaşmadım. Akşam üzeri astsubay yanıma geldi. Özür diledi, üniformamı da aldı gitti, on dakika sonra rütbeleri dikilmiş olarak geri geldi. Kendisni yanlış anladığımı, sözünün nereye varacağını düşünmediğini ifade etti. Beni de bir laf üzerine rütbelerimi yırttığım için eleştirdi. Kurmaylık makam, mevki rütbe ve dünyalıklar için kendisini asla satmıyacağımı çok iyi bildiğini bağırarak haykırdı. O gün onunla yaşadığım bu olayda ben de kendimi tanıdım. Ne pahasına olursa olsun kurmaylık, makam, mevki ve dünyalıklar için kimseyi satmıyacağımı anlatım ve satanlardan nefret ettim."

Sayın Hakan Evrensel'in alfa yayınlarından çıkan "Güneydoğu'dan Öyküler" kitabından izni ile aldığım bu yazı bizlere çok şey anlatıyor. Ön yargıların eseri bu sevgisizliğe anlam veremiyoruz. Assubaylar tahsil sürelerini müfredat programlarını, hizmet içi eğitimlerini, sorumluluk ve yetkilerini kendileri tespit etmedi. Dolayısıyla görülen eksiklikler eksiklikleri ifade edenlere aittir.

Yan yana görev yaparak, ölenlerin ayni ülküyü paylaşanların İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'ndeki ilkelere uygun olarak külfetin yanı sıra nimeti de adil ve eşit paylaşmaları gerektiğine inanıyoruz. Bu sevgisizliği hiyerarşi diyerek geçiştirmek de mümkün değildir çünki subaylar arasında da hiyerarşi mevcuttur. Bizler ayni geminin yolcularıyız gemi su alırsa hepimiz birlikte batarız birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz bu günlerde; Halkımızın güvenini kazanmış, her konuda çağdaş ve öncü olan Türk silahlı kuvvetleri bu sevgisizliğe ve assubayların diğer ekonomik ve sosyal mağduriyetlerine ivedi çözümler bulmak zorundadır.

 
Toplam blog
: 45
: 10277
Kayıt tarihi
: 17.10.06
 
 

1948 Edremit doğumluyum.Kara Kuvvetleri personel okulu ve Dicle üniversitesi sosyal bilimler Sevk ve..