- Kategori
- Deneme
Bir uzun Hikaye 'onun hikayesi' (yirmi birinci bölüm - devam edecek)

O çocuk
Onların köyde öğretmeni çok seviyorlardı ama her köy aynı değildi ki… Bazı köylerde öğretmenler için “bunla gominismiş, dinsizmiş, ana bacı tanımazımış.” gibi şeyler söyleniyordu.
Çocuk bunları bir keresinde babası anasına anlatırken duymuş ama ne olduğunu anlamamıştı. Çünkü babası köyde, kasabada veya öteki köylerde duyup geldiğini evde ‘söylenti’ gibi anlatır, ama hiç açıklama yapmazdı.
Zaten ne anası, ne onlar babasına öyle çok soru sormazdı. Tabii çocuk da büyüyünce soramıyordu.
Hâlbuki küçükken, babası onu hoplatıp zıplatırken veya omzuna aldığında babasına korkmadan her şeyi sorardı. Babası da hiç kızmaz, güler “hele şunu bak sen.” diyerek sorduğuna cevap verirdi. Dördüncü sınıfa geldiği yıl, babası ona karşı daha ciddi olmuştu. Oğlunun şımarmasını istemiyordu.
Gerçekten artık eskisi gibi omzuna almıyor, ona yüz vermiyordu. Şimdi yerini yeni doğan kardeşi almıştı. Bu yüzden büyüdüğüne hiç sevinmiyordu.
İçinden “Ah hep güççük galsam da bubam bene hep sevse.” diye düşünürdü. Babasının şimdi sanki eskisi kadar sevmediğini, buna da anasının emmi kızının oğlunun sebep olduğunu biliyor, içinden “Ben heç onu gibi şımarman ki…” diye geçiriyor ama bunu babasına söyleyemiyordu.
Çocuk ortaokulda çok öğretmen görünce bunları düşünmüştü. Her öğretmen kendi dersinin alınacak kitap ve defterlerini yazdırmış ve “Bunları pazartesiye hazır edin, kontrol edeceğim” demişti.
İlk iki derse giren öğretmen onun yarasını pansuman eden öğretmen olduğu için çocuklar kitap ve defteri tamam etti mi diye bakarken ona “Sen yarın, yarından sonra alırsın” demişti.
Şimdi gelecek öğretmen farklıydı. Çocuk köydeki öğretmen ve eğitmen aklına geldiğinde şimdiki öğretmene ne söyleyeceğini düşünüyordu. İçinden “Öğretmenim ben hasta oldum için alımadım, bugün öğlen alıcen” diyecekti.
Çünkü sabah evden çıkarken kitap ve defterleri öğlen alırın diye düşünmüş, öğlen eve gelmeyeceğini Emine Yenge’ye söylemeyi de unutmuştu. Şimdi bir de onun telaşındaydı. “Ya Emine Nine merak ederse?” diye aklına gelince ona haber bırakmadığı için çok pişman oluyordu. Hatta ‘Teneffüste koşmacı gidip, söyler gelirin” diye düşünmüş, dizinin yaralı olduğunu düşününce de bundan vazgeçmişti.
Şimdi aklında bu da vardı. Emine Yenge’yi artık ninesi gibi kabul ediyor, “Gızmaz herhal, gızarsa da boynunu sarılıverin.” diyor, sonra “Akıllım o senin essahdan ninen değil ki…” diye söyleniyordu.
Bu sırada öğretmen de sınıfa girmişti. Bu öğretmen de derse girince ilk olarak kitap defter kontrolü yapıyordu. Alamayan çok öğrenci vardı. Öğretmen alamayanlara sorunca hepsi genellikle “Öretmenim bubam daha alıvermedi.” veya “Öretmenim bubam ‘Şindi param yok’ dedi” diye mazeret belirtiyordu.
Öğretmen onun yanına gelince durdu, “Geçen gün dizi yaralanan çocuk sen miydin?” deyince çocuk heyecanlanıp ayağa kalktı “Evet öğretmenim.” dedi. Öğretmen “Nasıl iyileşti mi dizin?” dedi. Çocuk “Evet öğretmenim, iyileşti” dedi.
Öğretmenin gözü çocuğun sırasının üzerindeki “Andersen Masalları” kitabına takıldı. Kitabı eline alıp “Bunu sana kim verdi?” diye sordu. Çocuk daha heyecanlanmıştı. “Köyde öğretmenim verdi” dedi. Öğretmen “Sen kitap okumayı çok mu seviyorsun?” diye sordu.
Çocuğun yüzü kızarmıştı, başını öne eğip “Evet öğretmenim.” diye cevap verdi.
Öğretmen bunun üzerine “Aferin, ben kitap okuyan çocukları çok severim. Sen tenefüste bana gel, ben sana başka okuyacak kitap vereyim.” dedi.
Çocuk öğretmenin bu sıcak davranışından çok mutlu olmuştu. Öğretmen diğer çocuklara döndü. “Bakın arkadaşınız kitap okumayı çok seviyormuş. Siz de çok kitap okuyun, ne kadar çok kitap okursanız bilginiz o kadar çok olur ve kafanız derslere daha iyi çalışır.” dedi.
Sonra çocuğa “Sen kitap ve defterlerini alabilecek misin? Paran pulun var mı?” dedi.
Çünkü çocuk düşüp dizini paraladığı gün öğretmenler odasına gelen müdür, öğretmenlere bu çocuktan bahsetmiş, babasının çocuğu okutmak için nasıl paralandığını anlatmıştı. “Arkadaşlar, köylüler çocuklarını okutmak için çırpınıyor, o çocuklar kasabada çok kötü koşullarda, izbe gibi evlerde okumak için çırpınıyor. Hepimiz o çocuklara sahip çıkalım, maddi imkânı olmayanlara elimizden geldiğince yardımcı olalım. Ayrıca oturdukları evleri öğrenip gece onları evlerinde sıkça ziyaret edelim ki hem onların hem babalarının emekleri boşa gitmesin.” demişti.
Tabii çocuk bunları bilmiyordu. Çocuk, öğretmen “Senin kitap alacak paran var mı?” deyince “Var öğretmenim, bubam bene para bırakdı. Öğlen gidip alıcen” dedi.
Öğretmen içinden “Konuşması hâliyle köy şivesi ama kitap okudukça mutlaka düzelecektir.” diye geçirip diğer öğrencilerin yanına dolaştı.
Az sonra teneffüs zili çaldı. Çocuk öğretmenin arkasından gitti. Onu gören öğretmen “Gel çocuğum.” dedi, onu öğretmenler odasına götürdü.
Orada dört öğretmen daha vardı. Çocuk onları bir arada görünce çok heyecanlanmıştı. Öğretmenler odasının köşesindeki kitaplığın yanına gitti. “Bu kitaplardan istediğini al, okuyunca getirir, sonra tekrar başka bir kitap alırsın.” dedi.
Çocuk ömründe bu kadar çok kitabı ilk defa bir arada görüyordu. Hepsi pırıl pırıl kaplı kitaplardı. İçinden “Ben bunlan hepsini okunyuncek çok kafalı adam olurun” diye geçirirken kitaplara göz gezdirdi. “Seksen Günde Devri Alem” kitabına gözü ilişti. “Devri Alem”in ne anlama geldiğini bilmiyordu ama kitabın kapağı hoşuna gittiği için elini o kitaba uzatmıştı.
Öğretmen “Aferin, o kitap çok güzel bir seyahat kitabı” dedi, kitabı alıp çocuğa verdi. Çocuk usulca “Sağ ol öğretmenim.” dedi ve odadan çıktı.
Onun, öğretmenin arkasından öğretmenler odasına girdiğini gören sınıf arkadaşları biraz kıskançlık, biraz da merakla onun çıkmasını bekliyorlardı.
Çocuk elinde kitapla çıkınca hemen etrafına toplandılar. O da “Öğretmen bunu verdi, okuycen, götürüp vericen, ordan bi kitap daha alıp okuycen” diye arkadaşlarına izah ediyordu.
Arkadaşları onu kıskansa da hepsi içlerinden “Biz de kitap okuyam, baksana öğretmenle kitap okuyanları seviyor.” diye geçiriyorlardı.
O sırada hademe elinde çıngırak ders zilini çaldı. Çocuk elinde kitap sınıfa girdi. Sınıfa giren başka bir öğretmen çocuklara serbest çalışma verdi ve gitti. Çocuk bu serbest çalışmada öğretmenin verdiği kitabı okumaya çalıştıysa da başarılı olamadı. Öğlen kitap defter almaya gideceği için eve gitmeyecekti. ‘Acaba Emine Nine kızar mı?’diye düşünüyordu.
Arada bir köyü aklına geliyordu. Çünkü köyünden ilk kez böyle tek başına uzaktaydı ve garipsemesi geçmemişti. Bu düşüncelerle öğleyi etti. Öğle çıngırağı çalınca dışarı çıktı. Sonra dönüp “kaybolmasın” diye öğretmenin verdiği kitabı aldı. Bir arkadaşında çanta görmüştü. O çantadan alıp, kitapları onun içine koyacak, kitap ve defterlerini emniyete alacaktı.
Cebindeki parayı düşündü “Yeter herhal” dedi ve pazaryerine indi. Oradan geçerken lokantanın önünden geçti. İçerden mis gibi yemek kokusu geliyordu. Çok canı çekti. Kaç gündür yediği tarhana çorbası ve pekmezdi. Girip o yemeklerden yemek istedi. Ama paranın yetip yetmeyeceği belli değildi.
Önce gidip kitap ve defterleri aldı. Bir de çanta aldı. Babasının verdiği paraya, anasının verdiğinden yüz elli kuruş daha eklemişti. Geriye seksen kuruş kalmıştı. Dönüşte yine lokantanın önüne geldi, çekinerek içeri girdi.
Aşcı onu görünce “Buyur oğlum.” dedi. Çocuk usulca “Aş yecedim, kaç para acaba?” dedi. Aşçı “Senin kaç paran var?” dedi. Çocuk yine usulca “Seksen guruşum var” deyince aşcı “Sen ordan bene elli guruş ver, üstü sene harçlık olsun, ben senin güzel bi garnını doyuren.” dedi. Çocuk cebinden elli kuruş çıkarıp verdi. Aşçı ona bir tas kebabı, bir pilav bolca da ekmek getirdi.
Çocuk böyle yemeği ilk kez görüyordu. İştahı açılmıştı. O yemekleri bir güzel yedi, oradaki maşrapadan bir bardak da su içti. Karnı dibek gibi olmuştu.
Aşçı “Doydun mu?” dedi. Çocuk usulca “Doydum dayı” dedi. Aşcı “Aferin, şindi doğru okula git. Sakın okuldan gaytarma, oku adam ol” dedi. Çocuk “kaytarmanın” ne olduğunu bilmiyordu ama yine de “Olur dayı” dedi. Elinde yeni çanta, kitap ve defterleriyle çıkıp gitti.