Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Haziran '07

 
Kategori
Blog
 

Bir yılda 150 “dokunuş”

Bir yılda 150 “dokunuş”
 

Ben de Milliyet Blog’da birinci yılını dolduranlar kulübüne katıldım. 30 Haziran itibarıyla burada bir yılı geride bırakmış olacağım. Bir yıl, bakılan yere göre uzun ya da kısa olarak değerlendirilebilecek bir zaman dilimi. Bir insan ömrüne göre kısa, bir kelebeğin yaşam süresine göre ise hayli uzun bir zaman. Bununla birlikte tam 150 yazı girmiş olacağım. Bu da yine “normal”, “çok”, ya da “az” olarak tanımlanabilecek rakam. Benim kafamdaki periyoda göre normal, günde altı yedi blog giren arkadaşların frekansına göre hayli az, Milliyet Blog’daki çoğu yazarın blog girme sıklığına göre ise çok... Tatil aralarını hesaba katmazsak kaba bir hesapla iki günde bir blog girmişim ki, bu rakam bana göre, okuyanları sıkmamak, öteki blog yazarı arkadaşları da okuyup değerlendirmeye zaman ayırabilmek ve belki de hepsinden önemlisi boyutları sınırlı bir ortamı bencilce işgal etmemek için iyi bir ortalama...

Bir yıl önce burayı keşfederken buradan hemen hemen hiçbir beklentim yoktu. Blog kavramını inceleyip kabaca ne olduğunu öğrenmiş ve sonuçta sanal ortamda düşüncelerimi, deneyimlerimi, bildiklerimi, anılarımı vs anlatıp başkalarıyla paylaşabileceğim bir alan olduğunu anlamıştım. “Üye olayım belki arada bir ben de şeyler karalarım” diye düşündüm. Derken, Milliyet Blog üyeliğim onaylandıktan dört gün sonra geçen yıl hayli sık karşılaştığımız bir manzaraya tanık oldum. Şişli Adliye’sinde Orhan Pamuk’un bir duruşması vardı. Adliye’nin önündeki caddede ise tuhaf ama alıştığımız bir protestocu grup. Sarkık bıyıklı, öfkeli, kızgın, sürekli bağırıp çağıran bir grup. Pamuk’un, duruşması bitip salondan çıkınca onu linç etmeye çalışan, zorla binebildiği minibüsü yumruk ve tekme yağmuruna tutan bir grup. Görüntü benim açımdan yeterince absürt ve iç karartıcıydı. Hadi mahkeme neyse de, mevzuatımıza mahkeme sonrası sanığı linç etme girişimi de mi eklenmişti? Bu konuyu blogdaki sayfama yazdım; böylece Milliyet Blog’daki ilk yazım da yayınlanmış oldu. Sonra yazdıklarımın başkaları tarafından okunduğunu gördüm. Çok sevdiğim Charles Bukowski üzerine yazdığım bir denemeye Milliyet Blog’un en özgün yazarlarından biri olan ancak şimdilerde pek yazmayan sevgili Alpay Bellisan’ın gönderdiği yorum da ilk yorumum oldu. Aynı yazıya ikinci yorumu ise sonradan Blogdaki en iyi arkadaşlarımdan biri haline gelecek olan, aynı zamanda Milliyet Blog’un en cevval kalemlerinden biri, sevgili Başak Altın gönderdi. İkisinin de benim gibi Bukowskisever olmaları burada sanal biçimde de olsa yolumuzu kesiştirmişti.

İlk yorumlar gelince Blogun öteki yazı mecralarından en önemli farkını da gördüm. Burada yazdıklarınız öyle kapalı defterler arasında ya da piyasaya çıkıp okur tepkilerini almanızın aylar yıllar sürdüğü kitap sayfalarında kalmıyor, geribildirim mekanizmaları anında çalışıyordu. Yazılarınızın kaç defa görüntülendiğini, okurlarınızın hangi meslek grubundan ya da hangi cinsiyetten olduğunu hemen görebiliyordunuz. Hangi konuda yazarsanız çok okunuyor, hangi konular daha mütevazı okur sayılarına ulaşıyor öğrenebiliyordunuz. Gelen yorumlardan hangi yazıda kimlerle ortak düşünceleri paylaştığınız, kimlerin hislerine tercüman olabildiğiniz, ya da kimlerin sinirlerine dokunduğunuz hemen açığa çıkıyordu. Dokunmaktan çekinmezdim, zaten sayfamın başlığını “Dokunuşlar” koymuştum.

Yorumlar ve mesajlar öteki blog okur-yazarlarıyla en önemli iletişim kanalımızdı. Önceleri az, çekingen, hayli mesafeli olan yorum/mesajlar sonraki zamanlarda hem sayıca arttı hem de daha sıcak, daha samimi bazen de daha saldırgan olmaya başladı. Blog üzerinden yazılara yorum/mesaj göndermekle başlayan arkadaşlıklar gelişti. Toplantılar gerçekleştirildi. Ben insanlardan kaçan, kalabalıktan pek hoşlanmayan, az konuşan biri olduğum halde bunların çoğuna katıldım. Hem Milliyet Blog’un düzenlediği büyük buluşmaya, hem Eymir’deki toplantıya katılmakla kalmadım daha birçok arkadaşla tek tek ya da birkaç kişilik buluşmalarda bir araya geldim. Ortada “yazı” gibi bir ortak zeminin bulunması bu arkadaşlıkların düzey ve biçimini de belirliyordu. Belki de o yüzden olsa gerek, bu ortamda tanıdığım kimselerle gerçek hayatta buluşmalarımızda pek de hayal kırıklığına uğramadım. Başkaları hayal kırıklığına uğramış ya da kötü deneyimler yaşamış olabilir ona da bir şey diyemem elbette. Bu konuda net bir şey söylemem gerekirse, ben burada çok iyi insanlar tanıdım, çok sağlam dostluklar edindim. Buradaki en büyük kazanımlarımdan birinin bu dostluklar olduğunu söylemem yanlış olmaz.

Milliyet Blog’un benim için öteki ve yine önemli bir kazanımı da yazma motivasyonu oldu. Burası olmasaydı bu 150 yazının büyük çoğunluğu yazılmamış olacaktı. İçlerinde bazıları güncel haber konularına ilişkin olduğu için zamanla güncelliğini yitirmiş, bazıları aceleye getirilmiş, bazıları spesifik tartışmalarda yanıt olarak yazıldığından anlamsız hale gelmiş olabilir. Ama önemli bir bölümü severek yazdığım, duygularımı, deneyimlerimi, ve düşüncelerimi ifade etmeye çalıştığım, çoğu seferinde de kendimce başarılı olduğum yazılardı. Birşeylere kızdım, bir şeyleri sevdim, bir şeylere şaşırdım. Sonra bunları blogda dile getirmeye çalıştım. Zaman oldu kurgu öykü yazdım, an geldi anılarımı öyküleştirdim, zaman oldu sadece içimden geçenleri yakalayıp sözcüklere dönüştürmeye çalıştım. Sözlerim kimi zaman başkalarını da etkilemiş olmalı ki, bazı bloglarım çeşitli sitelerde izinli ya da izinsiz misafir edildi. Kimilerinden çıktı alınıp okundu. Sevgili öğretmenlerimiz bir yazımı öğrencilerine okuttu, tavsiye etti. Sırf o yazıyı yazmış olmak bile benim için çok büyük bir kazançtır. Bazen öyle güzel yorumlar - mesajlar geldi ki, duygulandım, ağlamamak için kendimi zor tuttum.

Sanırım dostlukların yanı sıra en kalıcı kazanımı budur benim için. Bu yazma motivasyonununda ve dostluklarda blog yazarı/okuru arkadaşlarımın çok büyük katkıları vardır. Yazılarıma şu ana gönderilen bin yüzü aşkın yorumla benim en büyük destekçim ve en sıkı okurlarım yine blog arkadaşlarım oldu. Bunlara ben de elimden geldiğince, zamanın yettiğince karşılık verip beğendiğim yazılara yorum yazmaya, kimi yerde de bazı tavsiyelerde bulunmaya çalıştım. Sanırım bu konudaki performansım da çok kötü sayılmaz!

Sanki kendi kendimle dertleşmeye başladım yahu! Bıraksam daha epey uzayacak bu yazı. En iyisi burada keseyim. Bu blogu bir yıldönümüne dikkat çekme çabası olarak kabul etmeyin lütfen. Aslında şöyle bir yıl geriye doğru bakıp nereden nereye geldik, nasıl bir deneyimden geçtik diye düşünmek, “niyet neydi, akıbet ne oldu?” diye kendi kendime sormaktı esas amacım. Sonuç olarak benim için çok güzel bir deneyim oldu. İyi ki burada yerimi almışım, iyi ki buradaki arkadaşlarımı tanımışım. Bu vesileyle Milliyet Blog’a emeği geçen herkesi kutluyor, özellikle editörlerimize başarılar ve kolaylıklar diliyorum. Bütün blog arkadaşlarıma da iyi ki buradasınız diyorum.

Foto: http://www.seedsofgrowth.com/files/images/touch.jpg
 
Toplam blog
: 431
: 3853
Kayıt tarihi
: 30.06.06
 
 

Anahtar kelimeler: Antep, İstanbul, Haziran, İkizler, Beşiktaş, MÜ İletişim Fakültesi, Gazetecilik. ..