Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Mayıs '08

 
Kategori
Dostluk
 

Bir yudum sevgi

Bir yudum sevgi
 

BİTMEYEN ÇİLE GİBİ KUYRYUKLAR. ARTIK BİTER Mİ DERSİNİZ


ÖYKÜ 15.01.2008

Bu gün İstanbul’da dondurucu bir soğuk vardı. İnternet faturamı ödemek için iki durak ötedeki küçük postaneye doğru yürüyordum. Birden içimde tuhaf bir acı hissettim. Trafik sağlı sollu caddenin her iki yanından gürültülü bir şekilde akıp gidiyordu. Yürüdüğüm kaldırımda ise Marmara Üniversitesinden çıkmış talebeler ellerinde kitapları, bazılarının sırtlarında çantaları aralarında hararetli konuşmalar yaparak kızlı erkekli, benim geldiğim yöne, yani Kadıköy istikametine doğru yürüyorlardı. Arada tek tük benim gibi yalnız yürüyenler veya kol kola girmiş çiftler de vardı. Bu kalabalık ve gürültülü caddede kendimi o kadar yalnız, yalnızlıktan öte kimsesiz hissettim ki. Birden manasız bir ağlama hissi doğdu içime, gözlerim doldu, boğazıma bir şeyler düğümlenir gibi oldu. Adımlarımı sıklaştırdım. Kendi kendime;

Saçmalama Tünay, bu gün yine lanetliğin üzerinde galiba. Ne var? İşte her tarafa yetişmeye kalkıyorsun, her işin üstesinden tek başına gelmeye kalkıyorsun. Senin kimseye ihtiyacın yok. Bak, elin ayağın tutuyor ve sen koşturabiliyorsun. Haydi şükret haline.. dedim.

Postaneye vardığımda küçücük postanenin dış kapısına kadar ellerinde birtakım belgeler genç , yaşlı bir sürü insanla dolmuş olduğunu gördüm. İçimden küçük bir “eyvah” yandık çektim. Burasının saat 15.30 a kadar fatura ödemelerini aldığını dün o saatlerde oraya gittiğimde öğrenmiş, geç kaldığım için ödeyemeden ters yüze eve dönmüştüm. Yani bu ikinci gelişimdi ve saat tam 13.30 du. Kafamdan şöyle bir hesap yaptım. Benden önce 20 kişi vardı. Her birinin işi 5 dakika sürse rahatça faturamın parasını yatırırdım. Hesabım tutmadı. Çünkü bazılarının işleri epey uzun sürdü ve bana tam tamamına, kapanışa 5 dakika kala sıra gelebildi. Tabi bu arada benim gözüm saatte, afakanlar basmış durumda yine kendimi suçlamaya başlamıştım.

-Sabahleyin poponu kaldırıp gelmezsen işte böyle 9 doğurursun, oh olsun sana.!


Neyse, sonunda faturamı ödemiş olmanın rahatlığı ile yarın bu soğukta tekrar çıkmayayım diye rahmetli babamdan bana bağlanmış olan aylığımı almak üzere Ziraat Bankasının yolunu tuttum. Banka da bir buçuk durak ötedeydi. Aylığımı aldığım banka burası olmadığından, bankamatik kartımla bana yakın sayılan buradan paramı çekiyordum bazen. Bankaya vardığımda gözlerim yuvarlarından fırladı sanki. Şaşırdım. Aman Allahım! bir kuyruk vardı ki sormayın. Eh buraya kadar gelmiştim artık buranın kapanacağı da yoktu. Beklerim yav , ne olacak?. Evde beni bekleyen yok nasılsa , diyerek kuyruğun sonuna yerleştim.


Önümde iri yarı orta yaşlı bir bey vardı. Sonra ardıma da yine yaşlı bir bey geldi. Öndeki sıra bir türlü ilerlemeyince bizde aramızda konuşmaya hatta siyaset yapmaya başladık. Önümdeki bey ,

Yahu bunlar Allah Allah diyorlar ama, allahı tanıdıkları yok. Bakın şu halimize. Bağkur’lusuna, SSK lısına, Emekli Sandığı’ndan maaş alanlara aynı gün ödeme yapmaya kalktılar. Tabi beylerin umurlarında mı? Gelip bu soğukta beklesinler de görelim.(AKP yi kastediyordu tabii.)

Gerçekten de o sırada öyle kuru bir ayaz çıkmıştı ki, hepimiz titriyorduk. Kuyruk ta bir türlü ilerlemiyordu. Araştırdık makine şişmiş sabah beri çalışmaktan onun için ağır çalışıyormuş. Yanlış anlamadınız internette sorun yokmuş bankamatikteymiş suç. Önümdeki bey konuşmasına devam ediyordu.

-Ya, işte bir torba bulgura, bir poşet makarnaya, birkaç paket kömüre sattılar bizi. Biz azınlıkta kaldık.

İçimden“Allah Allah benim alnımda mı yazıyor Atatürkçü bir insan olduğum, bu adam müneccim mi yoksa” diye geçirirken adam hararetle anlatıyordu halâ.

- Hanımefendi, bunlar öylesine iyi çalışıyorlar ki sormayın. Benim evim bu caddede birkaç ev ileride. Bize bile geldiler. Boyalı, makyajlı, saçları örtüsüz süslü püslü birkaç kız.;

Biz AKP den geliyoruz efendim. Oyunuzu ille de bize verin diye bir iddiamız yok. Bir şeye ihtiyacınız olup olmadığını, hatırınızı sormaya geldik. Bakıma muhtaç kimseniz var mı? Veya tanıdığınız fakir birisi var mı? Bunu bize söyleyebilirsiniz. Her türlü ihtiyacını biz karşılarız. Bunun için bizim ayrı teşkilatımız var. Dediler. Biz bir şeye ihtiyacımız olmadığını söyleyince bir kart bırakıp gittiler. Bir kaç zaman sonra babam vefat etti. Defin işleri için uğraşıyorduk. Bize, eve Kadir Topbaş bizzat telefon açıp başsağlığı diledi ve mevlidinizi falanca camide hazırladık. Haberiniz olsun efendim dedi. Hayret etmiştik o acımızın sırasında.. Bunlar aslında takdir edilecek şeylerdir. Adamlar voliyi götürüyorlar ama, işte böyle de çalışıyorlar. Bizim belediye başkanından bir tel bile gelmedi. Bunlar oyları da böyle aldılar. Dedi.


Ben ona seçimde görevli olduğumu, oylama sırasında ve daha önceden neler yapıldığını, kaç vatandaşın seçim kağıdının gitmemiş olduğunu sırf Kadıköy de 50 binden fazla kişinin oy kullanamadığını bilgisayar sonuçlarının nasıl aldatmaca olduğunu anlattım. Benim arkamdaki adam da ara sıra söze karışıyor tasdik ediyordu. Sonra, o da eğitimsizlikten dem vurarak eğitim bu kadar yüksek paralarla olmamalıdır. Millet okumasın da cahil kalsın istiyorlar. Yalnız bu iktidar değil şimdiye kadar gelen iktidarlarda bunu istemediler.. dedi.


Bu arada ben yaklaşık 100 metre uzayan kuyruğun en ön tarafında pembe yumurta kafalı bir hanımı “sıkma başlara öyle diyorum” ayaklarımın ucuna basarak gözlüyordum. Çünkü önümdeki adamın boyu görüş sahamı kapatıyordu. Yaklaşık yarım saattir makinenin başındaydı ama bir hareket olmuyordu.

Önümdeki adama “ Acaba ne oldu dersiniz? Pembe başörtülü hanım halen yerinden kıpırdamadı” dememi henüz tamamlamıştım ki, . Onunda ön tarafında bulunan bir genç, yanında arkadaşları olduklarını sandığım diğer gençlerle konuşurken konuşmasını kesip, bana dönerek, sert bir şekilde :

-Ne olmuş başörtülüye ne dedin? Diye posta atmaz mı? Zaten hem ayakta durmaktan yorulmuşum, üstelik iliklerime kadar soğuktan titriyorum. Sinir tepemde. Ben de ona aynı sertlikle;

Sen ne diyorsun bakayım? Kaşınıyor musun ha? Sana ne benim konuşmamdan diye bağırıverdim.

Benim bu tepkim karşısında şaşırdı. Ağzının içimde bir şeyler geveledi. Baktı ki sert kayaya çarptı sesini kesiverdi. Bunu neden yazdım biliyor musunuz? Üç tane iyi giyimli ve görünüş olarak pırıl pırıl gençlerdi bunlar. Ama beyinleri AKP tarafından alınmış gençlerdi bunlar. Yani bu demek oluyor ki bir müddet sonra belki sokakta artık başörtüsü filan diyemeyeceğiz ve belki daha kötü hareketlere maruz kalacağız. Bu ilerideki günlerin bir işaretidir bize. Eğer aklımızı başımıza toplayıp mücadele etmezsek, gerçekten de çok karanlık günler bekliyor bizleri.

Neyse yaklaşık iki saat sonra bana sıra geldi. İlaç parası, bilmem ne parası kesilmiş, kuşa dönmüş aylığımı alarak eve döndüm. Ne beni karşılayan birisi vardı, ne de bu günü anlatacak kimsem.


Sevgi öyle bir şey ki, kaç yaşında olursanız olunuz eğer sevildiğinizi hissetmezseniz bu beyninizi yavaş yavaş kemiren bir canavara dönüşür. Kendinizi çok mutsuz ve garip hissedersiniz. Sevgi, ille de karşı cinse duyulan aşk değildir. Kardeş sevgisi, anne baba sevgisi, arkadaş sevgisi. Her ne kadar bazı yalnızlık kafa dinlemek, rahat etmek olsa da, ne demişler “yalnızlık Allaha mahsustur.”

Ben mesela çocukluğumdan beri, her gün batımında hüzünlenirim. Bunda anne ve babanın ayrılması, çocukların bu sevgiden mahrum, kâh babaannenin bazı anneannenin yanında büyümelerinin de çok etkisi oluyor sanırım. İçine kapanık, çok duygusal ve çekingen oluyor insan. Her ne kadar yaş kemale erse de, içinde daima bir boşluk oluyor insanın. Onun için, gençlerimizin evlenmeden önce çok iyi düşünüp taşınmalarını isterim. Bir anlık hevesle evlenip, çoluk çocuğa karıştıktan sonra ayrılmasınlar. Ayrılan eşler mutlaka bir başka eş bulup evleniyorlar, yine hayatlarını yaşayabiliyorlar. Ya çocuklar? İşte, olan onlara oluyor. Doğacak çocukların hayatlarını zehir etmemek için, evlenmeden önce her iki taraf ta birbirini çok iyi tanımalıdırlar bence. İyi günde, kötü günde, mutlak surette birbirlerine destek olabilecek, birisi sinirliyken diğeri susmayı göze alabilecek kadar bir birlerini sevip, saygıyı asla yitirmeyeceklerine kanaat getirdikten sonra evliliklerini sağlam temeller üzerine inşa etmelidirler.

Costance Foster:
Sevgi bizi zamanın yıkımından koruyan yıkılmaz bir kaledir" demiş. Ne kadar doğru değil mi?


Ben yalnızlığımı, düşüncelerimi kalemimle sizlerle paylaşıyorum. Ve iyi ki varsınız diyorum. Sizlerden başka iki tane muhabbet kuşum var. Maviş ve Şapşal. Maviş konuşkan bir kuş. Mesela bana her sabah “günaydın aşkım” diyor. Canım diyor. Şapşal’a sesleniyor. Ama Şapşal 5 senedir yanımda ve halâ vahşi. Elimi uzatsam kaçıyor. Adı Tarkan’dı teyzem bana verdiğinde. Bende ona şapşal demeye başladım. Çünkü bir türlü bana alışamadı. Çiçeklerim, minik akvaryumumda birkaç Japon balığım var. Onlarla konuşurum bazı bazı.. Yani, bir şekilde yalnız sayılmam. Ama içimde sanki hep bir şeyler eksik. Bazen bir deniz kıyısına gider, içimdeki hüzünle gün batımını seyrederim. Dalgaların seslerine karışan, Martıları dinlerken kimsesizliğimin içine gömülür, dalar giderim. İşte ben böyleyim. Şu dünyada ne çok para, ne de saray isterim. İstediğim sadece ve sadece bir yudum sevgidir. Dünyada gerçek sevgi olsa, insanlar birbirlerini sevip anlayabilseler, işte o zaman ne savaşlar olur, ne terör, ne de mutsuzluk.

Sevgili okurlarım, bu gün değişiklik yaptım, içimden gelenleri paylaştım sizlerle. Umarım sıkılmamışınızdır. Sevgi sizlerden hiç eksik olmasın dileklerimle …


Tünay Süer

 
Toplam blog
: 375
: 801
Kayıt tarihi
: 30.04.08
 
 

İstanbul Kadıköy doğumluyum. Herhangi bir menfaat grubuna bağlanmadan, açık fikirli, dürüst, önya..