Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Eylül '11

 
Kategori
Sinema
 

Bir Zamanlar Anadolu'da

Nuri Bilge Ceylan’ın Bir Zamanlar Anadolu’da adlı filminin dün vizyona girdiğini (yani  Türkçe olarak, sinemalarda gösterime girdiğini) öğrenince sinemaya koştum. Bu bakımdan geçen gün Cumhuriyet’te Alper Turgut adlı kişinin (tanımadığım, duymadığım  bir eleştirmen herhalde) yorumunu okurken rahatsız oldum. Ceylan’ın şimdiye kadarki filmleri için “fotoğraf havasında, durağan, Tarkovski havasında” gibi şeyler söylemiş. Durağan yorumu ancak ortalama ya da vasatın altı daha çok aksiyon (hareket, eylem) bekleyen ve sinemaya sanat olarak bakmayan insanların çokça da gençlerin kullanacağı bir tabir basitliğinde (hani kulağımız eğitimli değildir, alışmamışızdır operaya, yoktur o konuda kültürümüz, kırk yılda bir gidince sıkılırız ya... ortalama seyirci de sinema konusunda böyle, illa hareket olacak). Tarkovski benzetmesini de “Tarkovsi’ye özenmiş” anlamında algıladım ve çok yersiz buldum. Nuri Bilge Ceylan neden Tarkovski’ye özensin? Her sene Cannes’da ödül alan, kendi sinema dili olan bir yönetmen... Senarist... Kurgucu... 

Ceylan’ın tüm filmlerini severim. O filmlerdeki görsellik çok hoşuma gider. Ayrıca kişileri, duygularını, hayatın tek düzelik ve anlamsızlığını vermesi... Bunlar aksiyonla verilecek değil elbet. Bir Zamanlar Anadolu’da filmini ise Alper Turgut  beğenmiş, yönetmenin diğer filmlerinden farklı bulmuş.

Neyse... zar zor bir sinema web sitesi bulup uygun bir sinema buldum. Belli başlı sinema web siteleri ne yazık ki hareketli resim, animasyon reklamlarla haddinden yavaş açılıyor ve zaten kötü tasarlandıkları için aradığınızı kolayca bulamıyorsunuz... Yakın zamanda dek iyi bir tane vardı, sinema.com’du galiba, şimdi o da bana göre bozulmuş.

Film uzun.. Hatta ara olmayack galiba, iyi diye düşündüm. Gerçekten gerilimli, heyeacanlı bir öykü var bu sefer. Her ne kadar o kadar görevlinin yaptıkları işi neden gece yaptıklarını anlayamadıysam da filmin 1,5 saat kadar süren ilk yarısı “durağan” olsa da güzeldi... merak ediyorsunuz... konuşmalar doğal.... sahneler çok güzel çekilmiş, ışık kullanımı harika... Tek nokta, Yılmaz Erdoğan’nın şivesi ve diksiyonundan dolayı bazı cümlelerin birazık zor anlaşılması...

Gelelim filmin ikinci yarısına. Ne aradıkları anlaşıldı, bulundu, nedeni önce biraz anlaşılır oldu, sonra tamamen anladık, ama olayın nasıl gerçekleştiğini bilmiyrouz, çok çok öenmli de değil aslında... Fakat sonra kasabada hastane ve morgtaki sahneler. Haddinden fazla uzun. Filme bir katkısı yok diye düşündüm yolda gelirlen. Düşündüm düşündüm bulamadım. O sahnelerde hiç bir şey açıklığa kavuşmuyor. Seyirciye ek bir şey sunulmuyor/verilmiyor. Biz artık olayı anlamış olduğumuz için, daha ne çıkacak, ne olacak diye bekliyoruz.... uzuyor, uzuyor, sarkıyor.... Ve hiç bir şey yani o sahnelerin neden çekilmiş olduğunu anlaşılmıyor. Pek çok film muallak bir sonla biter, seyriciye yorum bırakılır, onlardan sanılmasın bu. O anlamda değil. Ne demek istediğimi anlamanız için belki de gidip seyretmeniz gerek. Örneğin doktor, neden o kadar hüzünlü, bunalımlı, tamam eşinden ayrılmış ama bu bedbinliği, bu duruşları, otopsiye yarım gözle bakışı, aşırı ilgisizliği neden? Neden düşünüyor, ne hissediyor? Aşırı bir derdi, sorunu var olarak duruyor, ama film bitiyor ve anlaşılmıyor; sezdirilmiyor bile. Yoksa ben bir şeyler mi kaçırdım... Ayrıca, doktordan başka her şeye benzeyen bir karakter ve tip çizilmiş... Duruşu, bakışı, sakalı, kıyafetleri, hareketleri , doktor gibi değil. Daracık (Amerikan filmlerinde alıştığımız gibi geniş ve donanımlı olmayan) otopsi odasında beyaz gömlek giymemesi, cesetten fışkıran (fışkırır mı 4 günlük cesetten kan, bunu bilmiyorum) kanın yanağında öylece kalması (o kanda hepatit ve HIV virüsleri olabilir... bunlara aldırmayacak kadar mı hayattan bezmiş bu adam, yoksa bunlar film hatası mı yoksa Türkiye’de böyle mi demek istiyor yönetömen? Hangisi?) Hadi bunları ve “doktorun” derdini anlamadık, otopside maktülün soluk borusu ve akciğerinde bulunan toprağın anlamını örtbas ederek (teknisyenin uyarısına rağmen) birşey bulunamadı şeklinde rapor yazdırması da gerçekten garip. Hiç anlaşılmıyor. Neden? Kimi koruyor? Katiller zaten belli...

Kızdım doğrusu. Gerçekten de ilk yarıda aldığım tadı unutup, kızarak çıktım sinemadan... Neydi doktorun gizemi (var mıydı yani bir anlamı o doktor karakterinin öyle çizilmesinin). Hadi komiser ve savcının dertlerini, bunalımlarını anladık ama doktoru çözemedik...  Doktora ve o uzun otopsi sahnesine odaklanan ikinci yarısıyla film maalesef ilk yarıdan ve esas hikayeden kopmuş görünüyor;  Sanki iki ayrı film seyrettim... İlk hikayeyi ve filmi beğendim.  İkinci yarıda başka bir öykü ve film başlamış ve yarım kalmış ya da kotarılmamış gibi...

Nuri Bilge Ceylan’nın neden böyle yaptığı kafama çok ve uzun süre takılacak.

 
Toplam blog
: 71
: 1180
Kayıt tarihi
: 24.08.07
 
 

Çevremizdeki kalite(sizlik) ile ilgili yazılarım. Çevremizi kuşatan beton binalar, insanlar, iliş..