- Kategori
- Sinema
Bir Zamanlar Anadolu'da

Nuri Bilge Ceylan"ın uluslararası başarısı, memlekette de gişe başarısı getirse keşke,ama olmayacak duaya amin denmiyor işte.
Elektriğin, hoyrat rüzgâra yenildiği bir köy evinde, yakılan gaz lambasının titrek ışığına tutkun çocuklar gibiyiz; toplaşıyoruz hemen başına. Birazdan bize bir masal anlatılacak çünkü.
Duvarda asılı lambanın cılız ışığı sönmesin diye nefes bile almayacağız. Lambanın sarı sıcak ışığı yüzümüze, gözümüze, ellerimize vuracak. Gözlerimizin perdesi bu kez başka türlü açılacak. Koca gölge oyunları oynayacağımız duvarda; küçük ellerimizin şekilleri, komik işaretler, birbirine karışacak.
Sus pus olup kulak kabarttığımızda, masalcımız ağır aksak başlayacak anlatmaya:
Bir Zamanlar Anadolu’da...
Böylesi bir heyecanla bekliyordum Nuri Bilge Ceylan’ın (NBC) filmini. Gelir gelmez de düştük sinemanın yoluna. Ama son filmi ve NBC sinemasının bendeki anlamından önce sinema salonunda neredeyse kanıksadığım bazı durumları anlatmalı.
Hepi topu salonda on kişi falandık. Bir çift kavgalıydı, ilk yarı bitmeden ayrıldı. Diğeri en arkada “lav stori” koltuğunu ayartarak filmi baştan koparmış başka uğraşlar içindeydi. Önümüzdeki yıllanmış olanlar da, heyecanlı ama biraz kısaltılsaymış dediğim otopsi sahnesinde çıktılar salondan.
Filmden dört kişi sağ çıktık. Çıkışta iki delikanlıya merakımı gideremeyip sordum: “Nasıldı” diye? “Kötü” diyebildiler sadece.
NBC filmlerinin ortalaması yok; ya tam sevilir, ya da nefret edilir. O sebepten sevmeyenler cephesinin tepkilerini tahmin etmek zor değil:
“Bu ne ya! Çok sıkıcı! Ne anladın şimdi? Git çayı koy ocağa, demlensin al gel, aynı sahneden devam ediyor.
Adamların boyun fıtığı mı var, neden hep aynı yere bakıyorlar?
Konuşmayı bilmiyor mu bu adamlar? Neden hiç aksiyon, müzik, heyecan yok?
Neden bu kadar kapalı, neden bu kadar kasvetli? Sahneleri neden bu kadar uzun?
Boğuldum, hayat zaten zor, böyle filmlerle iyice daralamam “diye çoğaltılabilir.
Sıkıcı, kasvetli, uzun…vs gibi eleştirilere Nuri Bilge Ceylan ın bu filmin çekim günlerinde kurgu günlüğüne yazdıklarıyla cevap vermek en iyisi:
“ 1 Ocak 2010, Cuma
Yeni yıla girdik. Bugün öğleden sonra normalde pek yapmadığım şekilde adeta yılların yorgunluğuyla yatağa uzandım.Öylece elbiselerimle birkaç saat uyuyakalmışım.Gözlerimi açtığımda çok tuhaf hissettim. Deyim yerindeyse, yeni bir algılama biçimine uyanmışım gibi geldi.Öyle güzeldi ki…Sessizliğin içinde gözümün önünde flu bir şekilde hareketsiz duran odamın nesneleri beni sonsuz bir şefkatle kuşatıyor gibiydi. Beynimde farklı bir algılama düzeyinin kapıları aralanmış gibiydi.Bir saat kadar daha orada öylece gözlerim açık olarak yattım. Algılarım o kadar açıktı ki…Bu açıklık, hayattan öyle derin bir haz almamı sağlıyordu ki…Hayatın bir şekilde yavaşlaması algılama gücümüzü nasıl da arttırıyor. Algılarımızın keskinliğini arttırmak için hayatımızın temposunu düşürmemiz gerektiği aşikar. Neden yavaş tempolu filmleri sevdiğim ve böyle filmler yapmak istediğimin nedenleri de buralarda yatıyor zaten”
Sıkıcı filmler yaptığını düşünen bir yönetmen değil NBC. Aksine, uzun metrajlı filmlerinin en uzunu olan Bir Zamanlar Anadolu’da filmine bakınca ( 2.5 saat) sadece bildiğini okumayı seven, tavizsiz bir yönetmen.
Bazen, bir durumun hiç de yüzeysel olmadığını, insanların acıları ve mutluluklarının ne kadar derinlerde olduğunu anlayabilmek için yüzlere odaklanmak ve çocuk gibi kıpırtısızca bakmak gerekiyor.
Gündelik hayatta bir yüze kıpırtısızca bakmak delilikle eşdeğer tutulduğundan, karanlık salonda hiç sakınımsız bir yüzün her mimiğine bakabilmenin rahatlığını yaşatıyor NBC.
Biraz da empati ve sorularla geliştirilebilecek bir serüven...
Filmleri ;en güzel müziğin, doğanın kendi sesi olduğunu düşünenler için müzik şöleni.
Söz geriden gelir, beden söyler öz sözü diyenlerin bayrağı sahneleri.
İyi kötü popüler kültür ikonu haline gelmesiyle Fizanda da olsa gidip izlemek, izleyip anlamak farz oluyor halli durumlar da var, “Hiç izlemedim filmlerini ama, o ödül şeyinde çok güzel konuştu yalnız ve güzel ülkeme dedi gerisi hikâye” diyenler de…
Oysa son anlattığı; şehirlerarası otobüslerle bir gece yarısı uykulu gözlerle camdan bakarak geçtiğimiz, kimimizin doğup büyüdüğü, çoğumuzun hiç farkındasız yaşayageldiği, sakin dünyanın sakil hayatları yine.
Bir zamanlar Anadolu, her şeyin bitimsiz bir düzensizlikle birbirine benzediği, insanların dışarıyla etki ve iletişimlerini kaybettikçe, kendi küçük uğraş ve dünyalarına sığındıkları, cürmü kadar yer yakmaz çapsızlıktaki dertleri, etkisi büyük kavgalarıyla bir taşra görüntüsünün alabildiğine verildiği bir dünya.
Birazdan dağların vakur sessizliğini, akışıp duran dağ çeşmesinin şırıltılı ahengini, yol üstünde yalnız ama başı dik kavağın aheste aheste sallanışının keyfini bozacaklar.
Taşranın kaybeden (u)mutsuz erkek topluluğunun tok ve dayılanan sesleri geliyor kulağımıza; çınlayacak efelenmeleri şimdi gecenin içinde; ses vermeyecek yine dağlar, taşlar.
Camı kirden böcekten geçilmeyen bir yol üstü lastikçisinde üç erkekten ikisi rakıları dökmüş demleniyor, biri mezeleri tıkınıyor.
Şark ekspresi geçiyor gecenin içinden ışıklı vagonlarıyla. Bozkırın tekinsiz sessizliğini yara yara ilerliyor zifiri karanlıkta.
Göze ziyafet çeken bir masal bu; arabanın farı geriden amansız bir rüzgârla sarı yapraklara vursun, seyreyle yaprak şölenini…
Hiç bozulmasın istediğimiz o sade gösteriş, doğanın sesleriyle süslenip servis edilince
neler görmüyoruz ki?
İflah olmaz bir yağmur tutturmuş dövüyor alabildiğine arabanın camlarını. Araba da eşek cinsinden, kendini zor çeker. Ama teybi sağlam, gümbür gümbür duyuluyor Neşet Ertaş ın sesi.
Bir köyde bir köy güzeli…Elektrikler kesili. Elinde gaz lambası çaydan sıcak, bal damlası gözleriyle odaya bir girişi var ki…
Şefkati dağları eritir, değil ki katili…Orada çözülüp ağlamaya başlaması ondan belki.
Doktor sonsuza kadar taşradaymış sanki ve hep de orada kalacakmış gibi. Bağırsın istiyorsun; öyle suskun, kasvetli. Hep bir kaçış duygusuyla gözü camlarda. Yine bakarken bir kedi kaçıyor çöpün altına. Çöp, yaşayıp da sığınmak zorunda kaldığı yer, kedi de kendisi belki.
Komiserin eyyamcılığının altında çaresizlik, dayılanmasının gerisinde büyük bir eziklik…
Yılmaz Erdoğan'ın kariyerinde önde duran komiklik hali burada da olabildiğince yerine geliyor gibi. NBC nin en çok güldüğüm filmi.
Bir zanlı (Fırat TANIŞ ) var ortada, bir de cinayet…
Zanlının karakolda verdiği ifadesine atlayan Komiser Naci (Yılmaz Erdoğan) suç mahallinin keşfini yaptırıp, maktulü bulmak için devletin diğer temsilcileriyle birlikte yola çıkıyor.
Gece uzun, yol bitmek bilmiyor. Zira zanlı her tarifini verdiği yerin başına geldiklerinde başka bir dünya mümkün dercesine “burası değil” der.
Küçüklüğü sevimliliğe yorulsa da, büyük yerde küçük bir insan olacağına, küçük yerde büyük insan ol denilen taşrada, ufuklar da kendiliğinden daralmaya ve her yaşayana sirayet etmeye başlar.
Özelde, bıktırıcı bir taşra eleştirisi diye görünen film, bütününü gör “daha büyük balık var” diyenlere de sırtını çevirmiyor. Taşrada küçük ölçeklerde kurumları simgeleyen kişiler arasında yaşanan hiyerarşi ve çıkar çatışmalarını, Türkiye fotoğrafına uyarladığımızda sağlam ve sert bir eleştiri olarak da okunabiliyor.
Savcı, sır gibi saklayıp başkasına mal ederek anlatmamış hikâyesini daha Doktor'a.
Yol, umulandan uzun, kahramanlarımız kendi sorunlarının girdabında üç beş arabaya tıkışmış gitmektedir.
Her yerin birbirine benzediği bir yerde üç araba dolanıp durur.
Ve masal bir otopsi odasında son bulur.
Geride, Nuri Bilge sevenlerin izleğinde tek cümle kalır:
Bu masal burada bitmez!
Bu blog Sinema sitesinde de yayınlanmaktadır