Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Mart '17

 
Kategori
Öykü
 

Bir zamanlar askerdik...

Bir zamanlar askerdik...
 

bir zamanlar askerdik


Bir zamanlar askerdik

1)

‘Gazino Nizamiye’ diyorlardı buraya.

Biz iki kısa dönem asker 12’şer saat dönüşüm ile nöbetçi bir uzman çavuşa refakat ediyorduk.

Mıntıka temizliği, bariyer indirip kaldırmak, gelen otomobillerin altına ucu aynalı bi aparatla bakmak benim vazifemdi. Mardin’in kent merkezinde eski bir manastır olduğu söylenen taş yapıların içindeydik. Bulunduğumuz yer ‘gündüz mezarlık, gece gerdanlık’ dedikleri kartpostalın ortalarında bi yerde olmalıydı. Kış aylarına denk getirmiştim askerliğimi. Mezopotamya manzarası altında buz kırıp kar süpürüyordum boyuna.

Görev kutsal, gurbet tatsız soğuk ise şok ediciydi.

‘Antalyalı neydi senin adın?’

‘Okan komutanım’

‘bu ziyaretçi defterini sen yazma bi daha, yazın çivi yazısı gibi oğlum’

‘Emredersiniz komutanım’

‘mıntıkaya da iyi bak, alay komutanı öğlen yemeğine gelir şimdi’

‘emredersiniz’

Onlar da bizim gibi gün sayarlardı aslında. Görevlerini yaparken takındıkları tevekkülleri sanki nesiller boyu içlerinde sakladıkları bir maharetti. 5 – 6 aylık askerliğimizde dedelerimizin dedesi gününden kalma o tevekkülü biz bulup çıkaramazdık haliyle. O uzun günlerin içine bir sürü iş sığdırmak en mantıklısıydı.

‘Antalyalı bak buraya’

‘Emredin komutanım’

‘Bi tane bel bul, mıntıkayı işle, oraya çim ekilecek’

‘Emredersiniz komutanım’

Bel nedir, nerede bulunur, bahçe nasıl işlenir, şafak kaç, burası neresi, czztttt…pzztttt…

Uzun geçeceği anlaşılan bir Cumartesi öğleden sonrasının ilk saatleriydi. Hataylı, gerektiği kadar kafa dengi Zeki astsubay ile nöbetteydik yine. Kaçak sigara, bayat çay içiyorduk ezan ve çan sesleri arasında.

‘Benim eski bacanak vardı, boşandılar sonra adamın işleri falan bozuldu’

‘Kim komutanım? Antalyalı mı?’

‘Oğlum o yüzden anlatıyorum sana hatta barı vardı deniz kenarında, gitti batırdı salak güzelim yeri’

‘İsmi neydi komutanım?’

‘Ne bileyim lan, barla falan ne işim olur benim’

‘Bacanağınızın…’

‘Ha Veysel. Görüşmüyoruz artık tabi. Onlar boşanınca kestik muhabbeti, bizim hanım da kardeşiyle küs falan filan. Karışık işler’

‘Hayırlısı olsun komutanım… Veysel abiyi ben de iyi tanırım aslında…’

‘Şu yaprakları, poşetleri falan süpürüver, gene battı mıntıka’

‘Emredersiniz komutanım’

Askerlikte mantık var mı yok mu bilmem ama muhabbet yoktu genellikle. Nerden baksanız Veysel abi’den açılan bi mevzu Antalya’da üç saat sürerdi.

2)

İçki, eğlence, sohbet tüketilen adına ‘mekan’ deyip geçiverdiğimiz yerlere çoğunluğun geldiği saatten biraz geç ve ayık gelmek tuhaf bi şey. Yağmurlu, çamurlu bir futbol sahasına maç bitmeden on dakika önce sürülmüş yedek futbolcunun tertemiz forması gibi parıl parıl parladığını, fark edildiğini düşünüyor insan.

Kalabalığın içinde Veysel abiyi bulmam uzun sürmüyor neyse ki.

‘Afiyet olsun…’

‘Oooo… Nerde kaldın hafız?’

‘Pazartesi akşamları radyo programı var ya abi. Ancak bitti.’

Ev arkadaşım Tuncay feci gaza gelmiş ve muhtelif mekanlarda bilet karşılığı tek kişilik bir gösteri sunma hevesine girmişti o zamanlar.  Saat 23.00’te sahneye çıkacaktı.

İkimizin de içine işlemiş olan; yaşam mücadelesinde en zor yolları bulup sonra da akıntının tersine doğru kürek çekerken ‘Yine neden olmuyor abi ya!!!’ diye yakınmak gibi alışkanlıklarımız ta o günlerden kalmaydı anlaşılan.

‘Veysel abi sağol valla. Tuncay’a şans verdin’

‘Estağfurullah gençler. Size de faydamız olmayacaksa ne diye açtık eşek gibi mekanı. Hem o kadar hukukumuz var, anamızdan mekancı mı doğduk? Zaten bence önemli olan insanın güçlüyken etrafına ne kadar faydalı olduğudur, ayrıca sizin de benim de …’

Biraz konferans vermeye meraklıydı ama iyi adamdı Veysel abi.

Tuncay’ın sahne saati geldi. Solist çocuk coşku ile anons etti bizimkini. Derken sadece davulcu kaldı sahnede. Tuncay konuklardan reaksiyon aldıkça ‘Tısst -  tosst’ diye bagetlerini konuşturacaktı eleman.

Siyah tişörtü ve siyah kotu elinde bir şişe yerel marka suyla çıktı Tuncay sahneye, önceden çalıştığı gibi başı ve kolları ile selamladı insanları. 

‘Efendim öncelikle hoş geldiniz…Teşekkür ederim güzel alkışlarınız için… Size ikram edilen bir tane bira bilete dâhildir ama bittiğinde gitmek yok, en az bir buçuk saat birlikte keyifli bir zaman geçireceğimizi umuyorum. Bu dördüncü gösteri…İyi başladık gerçekten.. . Bunu şuradan anlıyorum ilkine sadece akrabalarım gelmişti... Artık tanımadığım insanlar da görüyorum’

Çekimser alkışlar alarak devam ediyordu gösterisi. Yine de ‘nerden çıktı bu lavuk’ bakışları yok değildi Tuncay’ın üzerinde.

Hemen oyunun girişinde sahne anıları gibi bi bölüm vardı. Gösterinin en sağlam bölümüydü. Konuklar merakla dinleyip gerektiği yerde alkış ve ıslıkla kutlayarak bir nevi Tuncay’ı gelecek vadeden bir mukallit adayı olarak benimsediklerini gösterdiler. Veysel abinin de keyfi yerine gelmişti. Tuncay’a bir kadeh viski yolladı.

Viskiyi alıp bizim masaya doğru kaldırdı Tuncay.

‘Efendim mekan sahibimiz Veysel abi sağ olsun güzel bir ikram göndermiş.’ Salondan bir ‘Ooooo!’ uğultusu yükseldi.

‘Yıllarca sahnede nefesli sazlar üfledim. Klarnet, yan flüt… Çekme biradan başka bir ikram gelmedi sahneye’

Zaten çoğu tanıdık olan masa - sandalye kümelerinden yine bir ‘oooo!’ yükseldi.

‘Bu arada Veysel abi sağ olsun oyunumuzu sergileme mevzuunu kendisine açtığımızda bir gram tereddüt göstermeden kabul etti… Bizi Veysel abi büyüttü diyebiliriz…  Bizi belediyenin kedi barınağından aldığı zamanlar hala gözümün önündedir… Gerçekten bir gram olsun tereddüt göstermedi… Bu arada tereddüt belirtirken niye ağırlık birimi kullanıyoruz lan… Bir gram tereddüt nedir?.. Neye göre ölçülüyor ki bu tereddüt… Neyse ne diyordum ben bir kulaç tereddütü görünce …’

Salonla bütünleşmiş alçalıp yükselerek devam ettiriyordu gösterisini Tuncay. İkinci bölümde konuklardan bazılarını sahneye alıyordu, biraz danışıklı mevzular da vardı işin içinde oynayan için daha kolay, izleyen için de daha zevkli bi bölümdü.

Saat 01.00’e doğru gösteriyi bitirip yanımıza geldi. Veysel abi hafif kelle olmuştu o zamanlar yenice vefat eden Avni Anıl’ın şarkılarından oluşan bir dinleti vermemizi istiyordu.

Tuncay viskinin ve gerçekten de güzel geçen oyunun sevindirik etkisindeydi hala.   

‘Yaparız Veysel abicim, sen günü söyle hallederiz’

‘Perşembe türkücüleri erteleyeyim. Okanım müsait misin sen de?’

Gecenin bu saatinde yapılan planlardan hayatta haz etmezdim ama bu defa da kendime göre sağlam gerekçelerim vardı tabi.  

‘Abi zaten yıllardır her akşam Avni Anıl şarkıları çalar söylerim ben. Şimdi adamcağız hakka yürüdü diye ölü sevici gibi affedersin dinletiye ne gerek var. Ölüm olsun da Avni Anıl’ın ki gibi olsun hem. Herkesin yüreğine şarkılar serpip gitti adam, bizim onu anmamıza ihtiyacı mı var sanki.’

Tuncay’a bana sormadan işi kabul ettiği için bozulmuştum biraz. Bir de şu başta bahsettiğim yedek oyuncu durumu; ikisi de zil gibiydi ve ben radyo programı yüzünden içmemiştim, bu saatte de sürmezdim ağzıma artık.

‘Biz Serhatlarla hallederiz Veysel abi. Okan gelmezse gelmesin’

‘Hah işte. Aradığım sihirli yanıt bu. ‘Hallederiz’ diyeceksin. Bak dünyanın yatırımını yaptık burada. Ben arıyorum türkücüleri, iptal ediyorum Perşembeyi o zaman.

‘ara abi ara’

Türkücüler dediği de kaç yıllık arkadaşlarımızdı. Çocukları bu saatte arayıp nezaketsiz bir şekilde ekmeğinden edecekti bir günlüğüne de olsa. Tuncay’a baktım göz göze gelmek istemiyordu benimle.   

Her Pazartesi akşamı burada sergilenecekti Tuncay’ın oyunu, kesinkes anlaşıp sözleştiler tekrar.     

Daha Veysel abinin bu boşanma batma çıkma işlerine 3 – 5 yıl vardı o zamanlar. Ben izin istedim yavaştan. Orta yaşlı, edebiyat öğretmeni olduğunu bildiğimiz bir hanım elinde bir kadeh şarapla yaklaştı masamıza.

‘Oyun çok güzeldi tebrik ederim’ dedi Tuncay’a.

‘Sağolun’ dedi bizimki. Pek bir sallamaz edalardaydı yine.

‘Kendiniz mi yazdınız?’

Zurnanın meyan açtığı konuyla ilgili soruyu ‘Evet’ diye yanıtladı Tuncay. Bir oyun yazarının dışarıdan nasıl görünmesi gerektiğini düşündüğüne emindim kırk yıllık arkadaşımın. Bir türlü de tutturamıyordu ayarını ‘Yazar duruşunun’.

Sigarayı, çakmağı toparlayıp kalktım ayağa. Geldiğim gibi yapayalnız uzaklaştım Veysel abinin ‘mekanından’.        

Veysel abi ikici şubeyi Lara taraflarına açmayı planlıyordu, Tuncay oyununu kaydedip Leman Kültür’e göndermeyi.

Hiçbir şey planlamayan bir tek bendim yine.

‘Zeus’un sakalları’ adlı tiyatro oyunumu tek kişilik bir gösteriye uyarlamış ve Tuncay’a hediye etmiştim. ABT’deki abiler de yardımlarını esirgememişti.

İşte oynanmış ve başarılı olmuştu.

Söz gümüş, sükut altın, hava güzeldi anasını satayım.

3)

‘Oğlum ne biçim temizliyorsun bu mıntıkayı, sivilde eline hiç mi süpürge almadın sen’

Amanın… Ali yarbay bu.

‘Emredersiniz komutanım’

‘Sen Cumartesi’leri alay gazinosunda şarkı söyleyen çocuksun değil mi?

‘Evet komutanım’

‘Nereliydin sen?’

‘Antalya komutanım’

‘İyi… o zaman şunu unutma… Ben senin Antalya’daki sosyal demokrat bar patronlarına benzemem kırarım kalbini’

‘Emredersiniz komutanım’

‘Asker dediğin ikide bir dalıp gitmez evladım… Hayret bi şey yahu.’

Harbiden hayret bi şey …

OKAN ÜNVER       

 
Toplam blog
: 104
: 489
Kayıt tarihi
: 06.03.08
 
 

1978 doğumlu Antalyalı bir müzisyenim, devamını ben de bilmiyorum..