- Kategori
- Gündelik Yaşam
Biz böyle değiliz aslında
Uzun bir süredir yazmıyorum, yazamıyorum. Aslında patlamaya hazır bir bomba gibiyim ve beynim düşüncelerimi cümleler haline getirmeden akıp çağlamak istiyor, kendimi zor tutuyorum. Ufak ufak bir şeyler yazarak gazımı almam gerekiyor ama biraz sinirden, biraz hüzünden ellerim titriyor, kelimeler sıraya girmiyor, karışıyorum.
Son zamanlarda yaşadıklarımız bana şunu gösteriyor: Bu ülke insanın damarlarına o kadar aşırı dozda Müslümanlık ve Türklük şırınga edilmektedir ki, tarihimizde hiç görmediğimiz bir ırkçılıkla karşı karşıyayız. Bizler yobazlıktan çok çektik. Ama ırkçık nedir bilmezdik bile. Şu andaki Türk, Kürt, Ermeni, Müslüman, Hristiyan çatışması, toplumsal huzuru tehdit etmektedir.
Peki bu günlere nasıl geldik.
Elbette Türklük, Müslümanlık adına işlenen cinayetlere sessiz kalınarak, ve Kürt vatandaşlarımızın haklarını korumak adına PKK’ya verilen desteğe göz yumarak insanlarımızı birbirine düşürdük.
Trabzon’da Sancta Maria Kilisesi rahibinin öldürülmesi olayını kimse ciddiye almadı.
Hrant Dink cinayetini işleyen katile neredeyse kahraman sıfatı eklendi ama buna karşı çıkan olmadı.
Malatya’da 3 Hristiyan katledildi, tamamen sessiz kalındı.
Parti ve belediye başkanları katında, çeşitli gösterilerle PKK’nın açıkça desteklenmesi sadece seyredildi.
Bu olaylar yaşanırken siz hiç hükümeti ortalarda gördünüz mü?
Cinayet işlenmemesi, yapılanların insanlık dışı ve kabul edilemez olduğunu bangır bangır millete anlatan, caydırıcı bir açıklaması oldu mu?
Cinayet işleyenlerin bazı kesimler tarafından alkışlanması nedeniyle olayın vehametini görerek bir tedbir aldı mı?
Toplumsal barışın korunması adına gözle görünür, elle tutulur bir icraat yaptı mı?
PKK ile mücadeleye net bir tavır koydu mu? Yoksa Avrupa Birliği’ne uyum yasaları adı altında terörle mücadele yasasının çivisini çıkarıp PKK’nın tekrar güçlenmesini mi sağladı?
Oysa birilerinin bir şeyler anlatması gerekiyordu. Tarihimizden ve dinimizden örnekler vererek bu yapılan zorbalıkların haklı bir tarafının bulanmadığının insanlara gösterilmesi gerekiyordu. Birilerinin masaya yumruğunu vurup bu katillerin bir an önce ağır cezaya çarptırılmasını sağlayarak örnek davranış sergilemesi gerekiyordu. Ve birilerinin bu katillere, bir gün mutlaka gidecekleri o yerde, işledikleri cinayetler yüzünden bekledikleri gibi hurilerle karşılanmayacaklarını da anlatması gerekiyordu.
Yapılanların Türklük ve Müslümanlıkla hiç ilgisinin olmadığı o kadar açık anlatılabilir ki aslında. Bakın, kendi uyuşmuş beyinlerine göre cihad adı altında Dink ve Malatya cinayetlerini işleyenler kaleme kurşun sıktılar, kitaba bıçak soktular. Halbuki, dinimizde kılıca kılıçla karşılık verilir. Yani, eşit şartlarda mücadele edilir. Ama senin beynin bu mücadeleyi kaldırabilecek bir kapasiteye sahip değilse kaba kuvvet kestirme yol olur. Köroğlu’nun tüfek icat oldu mertlik bozuldu sözü bu gibi namertler içindir.
Dinimizde kesinlikle zorlama, dayatma yoktur. Aksine, dinimiz tamamen bir hoşgörü dinidir. Mevlana, ne olursan ol yine gel derken sadece Müslümanları çağırmıyordu herhalde? Biz millet olarak zaten böyle bir zorlamaya da gitmemişiz bu güne kadar. Eğer dinimizi dayatmayla, kılıç zoruyla yaymış olsaydık üç kıtada 600 yıl hüküm sürmüş Osmanlı İmparatorluğu döneminde, Viyana’dan Edirne’ye kadar herkes Müslüman olmuş olurdu ve Büyük Hakan Fatih Sultan Mehmet’in, İstanbul’un fetih öyküsünü okurken Müslüman olmayan herkesi kılıçtan geçirttiğini okurduk. Ama o öyle bir şey yapmadı ve İstanbul’daki Hristiyanların hepsine özgürlüklerini geri verdi. Eğer Türklük her şeyin üstünde tutulup ırkçı bir millet olsaydık, nice devşirmeler Osmanlı’da sadrazamlığa kadar yükselemezlerdi.
Bunlar her zaman dile getirilebilir ve yapılanların en azından din ve Türklük adına kabul edilemeyecek cinayetler olduğu anlatılabilirdi. Kaldı ki dinimiz asla şiddet barındırmaz. Kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim’in hiç değişmeden bugüne kadar geldiği ile ilgili mucizeye inanırız. Buna ben de inanıyorum. Ama inanmadığım bir şey var. Kitabımız değişmemiş ama çok yanlış yorumlamalara maruz kalmış. Siz hiç peygamberimiz ve sonrasındaki dört halife döneminde içinde şiddet unsuru yer alan bir hikaye duydunuz mu? Duyamazsınız zaten. Çünkü, dinimizde her şey güzellik ve hoşgörü ile yürütülür. Dinimizde şiddet ile cezalandırma yoktur. Hoşgürü ve sükunet ile ıslah etme vardır. Hz. Ömer ilahi adaletini dağıtırken, içinde hiç şiddet yoktu. Haliyle, böyle bir hakkaniyet karşısında da hiç başkaldıran ve beddua eden de olmadı.
Ama günümüze gelene kadar çok şey değişti. Biz Türklüğümüzün ve İslamiyetin özüne göre hareket edelim, gerçek bir Müslüman gibi davranalım. Karşısındakinin gırtlağını sıkan değil boynuna sarılan gerçek Müslümanlar.
Bu arada, toplamsal barışın, huzurun olmadığı yerde, neyleyim ekonomik istikrarı. Bu hükümet, barış için hiçbir şey yapmadı. Önce huzur sonra para diyorum. Hoşçakalın.