Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Kasım '08

 
Kategori
Edebiyat
 

Biz kimi kaybettik..

Biz kimi kaybettik..
 

26 Ağustos 1914'te İstanbul'da dünyaya geldi Fazıl Hüsnü Dağlarca. İlk öğrenimini Konya, Kayseri, Adana ve Kozan'da, orta öğrenimini Tarsus ve Adana'daki ortaokullardan sonra girdiği Kuleli Askeri Lisesi'nde tamamladı.

1935 yılında piyade subayı olarak Anadolu'da birçok yerde görev aldı. Orduda 15 yıl görev aldıktan sonra ön yüzbaşı rütbesiyle 1950'de askerlikten ayrıldı.

1952-1960 yılları arasında İstanbul'da iş müfettişi olarak görev yaptı.Bu işten ayrılınca, İstanbul Aksaray'da kitabevini açtı ve yayımcılığa başladı.Dört yıl boyunca "Türkçe" adlı aylık dergiyi çıkardı. İlk yazısı 1927'de Yeni Adana Gazetesi'nde yayımlanan bir hikayeydi. İstanbul Dergisi'nde 1933'te çıkan "Yavaşlayan Ömür" adlı şiiriyle adını duyurmaya başladı.

Varlık, Kültür Haftası, Yücel, Aile, İnkılapçı Gençlik, Yeditepe ve Türk Dili dergilerinde şiirleri yayımlandı. 1967'de ABD'deki Milletlerarası Şiir Forumu tarafından "En iyi Türk Şairi" seçildi.

Toplumculuğunun temelinde insana ve insan hayatına saygı yatan, çok yazan ve üreten bir şairdi. Hiçbir şairden etkilenmemiş, hiçbir akımın etkisinde kalmayarak şiirlerini yazmıştı.Kendisine 20. yüzyılın iki büyük şairi sorulduğunda şu yanıtı vermişti:

“Birincisi ben değilim, ikincisini de bilmiyorum”

“Ben kendime bakmam. Bana baksınlar da demem. O benim yalnızlığımı bozar. Ben kendi kendime yaşarım, kendi kendime yazarım. Bir tek okuyucum olmasa, kendi içimdeki okuyucularımın sayısı bir kişi azalmaz.”diyordu bir söyleşide.

Atatürk’e olan sevgisini şu sözlerde hissedebiliriz.

“Atatürk sevgisi çocukta doğuşundan başlar. Çünkü Atatürk ilk çocuktur. Daha doğrusu, daha bir kelime yazılmamış büyük bir kağıttır. Yaşamasıyla herkes o kağıdı doldurur. Atatürk de o kağıdı kendi doldurmuştur. Çocuk bu yüzden Atatürk’ün en yakınıdır. Atatürk’te ulusun özü vardır; her çocukta olduğu gibi. Atatürk bir sanatkârdır. Onun yazın eseri, Türkiye’mizdir”

Eski Türkçeyi yaşayan dilin içinde kullanan, Türkçenin ses bayrağı “Ayrılığın acı veren, acı verecek başka bir büyüklüğü var. Ki bunu saydıklarımın üstünde tutarım: Türkçeden ayrılmak” Demişti.

Türkçe ile ilişkisini ise:

“…Ben kendimi Türkçenin bir türlü bekçisi sayarım. Her sözcüğü kullanmak isterim ki, ilerideki çocuklar, gençler Türkçemizin o sözlerini unutmasınlar. İsterim ki Türkçe yok olsa -bunu bir yerde de söylemiştim- benim kitaplarımda Türkçenin tümünü bulsunlar. Eksiksiz tümünü.” Sözleriyle dile getirmişti.

Onun için Türkçe çok elverişliydi. “…Ben öyle kitaplar yazdım ki son zamanlarda, içinde yabancı sözcük yüzde 5’e indi. Ben bu işe başladığım zaman yüzde doksandı.” %100 olur mu sorusuna da “Eğer Allah bana on sene daha ömür verirse olur. Ama bunu sevmiyorlar ki yapsınlar. Bir defa kafaları sevmiyor bu işi. Hâlbuki ben, bir sözcüğün daha Türkçesini bulsam neredeyse pencereye bayrak asacağım. Öyle seviniyorum.”diyordu.

“Her şiir bir nevi ulusal kendini korumaktır. Dilinin ve ülkesinin korumasıdır. Bilinçaltında yahut da düşüncenin bizim farkında olmadığımız ileriki bakışlarından ötürü. Okumak yetmez, yeryüzünü görmek lazımdır.” Diyor ve ekliyor “Toplumculuk olmazsa şiir de düz yazı da yazılamaz, bakmayın günün modalarına”

Onun için şiir, hem bir saat gibi günümüzü göstermeli, hem bir pusula gibi gidilecek doğru yönü belirtmeliydi. Bu sözün sahibi Fazıl Hüsnü Dağlarca.

“Bir şiir yazmıştım ‘dev’ diye. Dev derken Türk halkını kastettim. Kafasına vursan da uyanmıyor, morfin vursan da uyanmıyor. Uyanmıyor. Hele namussuz Batı’nın son kuralları: Ne diyor, Türkiye Atatürk’ün resmini asmayacakmış. Ulan köpek, Fransa’da adım başı Napolyon var be. Abideler bin tane. Onu niye tutuyorsun sen orada. Napolyon kim? Kalleşin biri. Evvela gelmiş devrimin subayı olarak, sonra devrimi ayaklar altına almış Cumhuriyet kurmuş bir köpek.”

O, şiirin yaşamına devam etmediğini

“ Mesela ben şimdi okuyorum eski şairleri. Anlaşılmaz sözcükler çoğaldıkça şair yok oluyor. Haşim çok büyük bir şairdir ama ne yazık ki Arap kökenli olduğu için Arapça’yı çok kullanmıştır bazı şiirlerinde. Bazen de bunun farkına varmış bunu temizlemiştir. O eski şiirleri çok daha güzeldir ama ne yazık ki anlaşılmaz. Yazdığı sözcükler o şairin yaşamasını yahut yaşamamasını sağlıyor. Yahya Kemal, Haşim’den çok daha iyi bir şair değildir, buna rağmen Yahya Kemal yüz derece tanınır, öteki yirmi derece tanınır. Haşim ilk defa şiire birçok gerçekliği taşımıştır. Klasik Türk zamanını gösteriyor, onun ihtişamını gösteriyor. Sonra onun bir şiiri var diyor ki: “Türkçe benim ağzımda annemin sütüdür.” Ben buna bir dörtlük yazmıştım: Dedim ki, bu adamın iki tane süt ninesi varmış, biri Arap biri Acem’miş. Bu sütleri oradan almış. Hem diyor ki, Türkçe benim ağzımda annemin sütüdür, sonra bakıyorsun ki şiirlerinde Arapça, Farsça.” Sözleriyle belirtiyordu.

Resim çekilmekten pek hoşlanmadığını “Eskiden derdim ki ‘hiç resmim olmasa. Maalesef o bekaretimi de aldılar, gittiler” sözleri ile ifade etmişti bir röportajda.

Sormuşlar dostları bir gün "yazarken gülümsediğini görüyoruz bazen, neye gülüyorsun" diye .Farkında değilmiş gülümsediğinin. Düşünmüş, düşünmüş sonunda bulmuş neden güldüğünü. Çocuklar, üzerine ne çok yazdığı çocuklar yüzünden…

Yaşamayı, yazmayı, iki laf edebilmeyi şu sözlerle anlatıyor…

“Ben şuna üzülüyorum. İnsanın en gerekli uzuvları önceden insana veda edip gidiyor. Mesela yürümenin temsilcisi ayak, görmenin kaynağı göz. Halk arasında bir söz var; Allah gözden, dizden noksan bırakmasın diye. Çünkü birisi yeryüzünün maddi yönünü görüyor, birisi yeryüzünün manevi yönünü görüyor. Ama insan yine kendini avutuyor. Şundan da çok memnunum gene. Kaç kişi 93 yaşına kadar gelmiş. Bunun uzun müddet tadını almışım, sevincini yaşamışım. Sözlerimin hiç olmazsa bir kısmını söyleyebilmişim. Türk edebiyatına bak! Allah’a çok şükür bu yaşa gelmiş ne romancı var, ne şair. Doğadan gelen bir madalya. Ben bunun bilinci içindeyim. Öyle ki, yazı yazmak en büyük sağlıktır. İnsan yazı yazarken en büyük sağlığının süresini yaşıyor. Beyin, ayaklar her taraf susuyor. Orada yalnız sağlık, doğadan aldığı belge ile ben de varım diyor. Sevgili Cahit Sıtkı, sevgili Orhan Veli; bunların hepsi yarım kalmış yaşamalardır.”

Türkçe’nin ve Türk şiirinin en büyük dostlarından biriydi o… Yazmayı seviyordu. Bu yüzden askerlik mesleğinden dahi ayrılmıştı. Doğan Hızlan “Tek kişilik okul” diyordu onun için. Cemal Süreya ise “Onun için en büyük tehlike, bir benzerinin ortaya çıkmasıdır” demişti. 60’tan fazla şiir kitabı bulunuyordu, hem Türkiye’de hem de uluslararası düzeyde birçok ödüle layık görüldü. Bir çok kitabı yabancı dile çevrildi. 95 yaşındaki Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın. Kronik böbrek yetmezliği ve kateter enfeksiyon şikayetleriyle tedavi altına alınmış, enfeksiyonun antibiyotiklere yanıt vermemesi sebebiyle yoğun bakıma alınmış, fakat tüm müdahalelere rağmen durumu giderek kötüleşmiş ve bizlere veda etmiştir. Arkasında binlerce dize ve bizlere bir hediye bırakarak…

“Ben İstanbul’un birçok yerinde ikamet ettim. Gezdim, gördüm, yaşadım, ama en çok Kadıköy’ü sevdim. Kadıköy eskiden de değerliydi, şimdi de. Eskiden daha çok dolaşırdım, ama şimdi yaşım dolayısıyla sokağa çıkamıyorum. Yıllardır içinde yaşadığım, şiirlerimi yazdığım evimin, ölümümden sonra yaşamaya devam etmesini istiyorum. Belediye Başkanımıza rica ettim, evimi alıp müze olarak düzenlesinler, ama yaşayan bir müze olmasını istiyorum. Bir bölümünde kitaplarım, eşyalarım sergilensin, bir kısmı da kafeterya gibi olsun. Gençler buraya gelip otursun, kitap okusun, bir şeyler içsinler.”

Hediyenin adının da “Dağlarca’dan Gökyüzü” olmasını istemiş;

“Buraya gelenler, benim gökyüzüme baksınlar istiyorum” düşüncesiyle…

İşte biz, koskocaman bir duygu, bilgi, sevgi denizini kaybettik. Türkçeyi bir sihirbaz gibi kullanan adamı kaybettik. Biz, bizi bizce anlatan bir ozanı yitirdik.

Onun gökyüzünde

Nice yıldızlar vardır kim bilir

Sen ben bile var olabiliriz hatta

Bence varız insan şairinin dizelerinde

Bu yazıyı yazarken yararlandığım en büyük kaynak; Yasemin Arpa’nın Fazıl Hüsnü Dağlarca ile yaptığı röportajdır. Derlememde yer verdiğim birçok sual ve cevabı bu röportajdan alıntı yapılmıştır. Sayın, Yasemin Arpa ya sonsuz teşekkürler ederim. Ayrıca Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan bir yazıdan da yararlandım. Teşekkür ederim. Bu röportajın devamını NTV’nin internet adresinden okuyabilirsiniz.

 
Toplam blog
: 26
: 789
Kayıt tarihi
: 06.09.08
 
 

20 yaşında tiyatro oyuncusuyum. Düşünen bir insanım. Edebiyatla aşırı derecede ilgiliyim. Şu anda sa..