Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Ağustos '08

 
Kategori
Tarih
 

Bizden geriye ne kalacak?

Bizden geriye ne kalacak?
 

İnsanların fert fert ‘alın yazısı veya kaderi’ olduğu gibi, kuşakların da bir kaderi vardır. Bu genel kader, her ferdin, yaşadığı çağ içerisinde meydana getirdiği eylemselliklerle hayat bulur. Tarih dediğimiz olgu, bu genel kaderin, doğrularıyla yanlışlarıyla ortaya konulduğu tecelligahtır. Toplumların zaman içerisindeki genel gayeleri, eylemsellikleri, yaptıkları, yapamadıkları, tarihin tecelligahında yeniden ortaya konulur ve gelecek kuşakların değerlendirmesine sunulur.

Herkesin bildiği gibi, ‘tarih yapan, lakin o tarihi yazamayan ve okumayan’ bir milletiz. Yazıp okumayınca, insanı insan yapan en başlıca yetenek olan, ‘deneyimleri gelecek nesle aktarma’ konusunda büyük zaafiyetler çekmekteyiz. Durum bu olunca, Batı tarih felsefesine göre linear bir gelişim izleyip, tarih tekerrür etmese bile, İslam tarih felsefesine göre, coğrafyanın aynılığına mukabil, değişen kuşaklara tekabül eden sürekli benzer olaylar görülür. Türkler, tarih yapar lakin bu tarihten hiç ders çıkarmaz, bu tarihin olumlu veya olumsuz yanlarını etüt edip, geleceği şekillendirmek adına bu bilimden hiç faydalanmaz. Sonuçta, sürekli olarak Amerika’yı yeniden keşfe çıkmak zorunda kalınır ve işin garibi, gerçekten de yeniden keşfedildiği zannedilir ki, trajikomik olan da budur aslında.

Kuşakların kaderi konusunda fazla geriye gitmeye gerek yok; gelin, hep beraber, 1880–1900 aralığında doğan dedelerimizin, ninelerimizin toplumsal kaderini inceleyelim önce. Öncelikle belirtmek gerekir ki, bu kuşak, ne geçmişteki, nede bugüne değin gelen kuşakların hiçbirisiyle mukayese edilemeyecek bir bedel ödemiştir; geçmiş bin yılın kuşaklarının hatalarının bedelini! Haydi, itiraf edelim; geçmiş bin yıla bakarsak, bu topraklar üzerinde hala mücadele etmemiz gerekliliği kaçınılmazdır. Bin yıldır hatalı giden bir şeyler var o zaman bu topraklarda. Geçmiş elli, yüz yılla değil, bin yılla hesaplaşmamız gerekir öyleyse, gelecek bin yılın en azından sağlam temellere oturması açısından. Evet, hiç rahat bırakılmadık bu topraklarda; önce Doğu Roma’yla, bu çöken ve gelecek adına hiçbir şey vaat etmeyen uygarlıkla çekişe çekişe, göze göz dişe diş mücadeleyle devraldık bu toprakları. Peşinden, din adına, kudurmuşçasına üzerimize gelen Haçlı sürüleriyle mücadele ettik iki yüz yıl! Yetmedi, Moğol orduları yakıp yıktı Anadolu’yu. Moğollar kâfi gelmedi, kader Timur’u saldı başımıza ki, Altınorda devletini yıkarak, Moskova Kinezliği’ni bugünki haline getiren adımı atmış oldu Orta Asya’da da Timurlenk ve aksattı tarihimizi, kendi aksaması gibi. Osmanlı, en doruk noktalarında bile, Doğu Roma’dan ders çıkarmayıp, onun ekonomik temellerinin sarsılmasına neden olan, İtalyan kent devletlerine verilen ‘kapitülasyon’ belasına bu kez kendi düşüp, zaman içerisinde bu kapitülasyon zincirlerine kendini dönüşü olmamacasına mahkûm etti! Evet, hiç rahat bırakılmadık bu topraklarda ve gelecekte de rahat bırakılmayacağımız ortada.

Üstüne bir de kendi yönetim yanlışlarımız eklenince, sonuçta iş dayandı dayandı, tüm bu hesap yanlışlarının bedelinin ödenmesine geldi ve bu ödeme işini de ne yazık ki 1880–1900 doğumlular üstlendi, üstlenmek zorunda kaldılar! Bu üstlenişin idrakine sonuna dek varış nedeniyledir ki, Mehmet Akif ‘Allah bu millete bir daha istiklal marşı yazmayı nasip etmesin’ demiştir. Bin yılın hesabı, Batı’nın en güçlü olduğu zamanda önümüze konuldu. Haydi, 1877 Osmanlı-Rus harbini saymayalım, lakin 1911’de Tarblusgarp Harbi, 1912’de Balkan Harbi, 1914’de başlayan I.Emperyalist Paylaşım Harbi, 1919’da başlayıp, 1923’de neticelendirilen İstiklal Harbi sonunda, acılarla, ıstıraplarla, yokluklarla koca bir on iki yılda ödemiştir bu acı bedeli, 1880–1900 aralığında doğan kuşaklar! Evet, geçmişin hatalarını; adam gibi bir yönetim kuramamanın, rüşvetin, irtikâbın, eşkiyalığın, ÜRETMEDEN TÜKETMENİN, sefahatin, iş bilmezliğin, mesleksizliğin, yozlaşmanın neticesinde, en başında tarihten ders çıkaramamanın neticesinde, bu kendi hatalarımızın bedelini, gelip sonunda bir kuşak ödemek zorunda kalmıştır. Pekiy, bunca yüzyılın günahlarının altında mı kalmıştır bu kuşak? Kalmamıştır; bu bedeli kanıyla ödemiştir, kalmamıştır ki, bugün bu topraklarda yaşıyoruz lakin hala kıymet bildiğimiz söylenemez.

Tarihten hala ders çıkarmıyoruz; evet bir Çanakkale Harbi’ndeki başarımızla, bir İstiklal Harbi’ndeki başarımızla övünüyoruz lakin biz bu durumlara neden düştük, neden bu ölüm-kalım mücadelelerine girdik, bizi bu hatalara sürükleyen nedenler nelerdi, neden bu hataları zamanında tespit edip, bin yılların hatasını sonunda neden bir neslin ödemesine bıraktık diye, hala düşünmüyoruz. Eğer vicdanımız varsa, ödetilen bu ağır bedelin hesabını sormalıyız geçmişten! Bu bedelin ödenmesine düşmanlarımız neden oldu… Hayır, bu asıl hesaplaşma değildir, evet, zamanı gelince onlarla hesaplaşmak da elbet bir gün mukadder olacaktır lakin asıl zor olanı seçmeliyiz, bizi bu zor durumlara sürükleyen, asıl kendi hatalarımızla, kendimizle yüzleşmeli, hesaplaşmalıyız.

Şimdi bu 1880–1900 aralığında doğan dedelerimizin, ninelerimizin fedakarlıklarıyla övünüyoruz, bir Sarıkamış’ta, bir Çanakkale’de, bir Kut-ül Amare’de kazanılan zaferlerle gurur duyuyoruz fakat bugünkü kuşağın, gelecek nesillerin gururlanmasına vesile olacak, onların örnek alabileceği, hangi başarılara imza attığımızı sormak isterim sizlere? Son yüz yıllık zaman diliminin Cumhuriyet tarihi kesitinde, bu ülkede yaşayan kuşakların hangi bilinen ve bilinmeyen hataları neticesinde bugün hala ‘çağdaş medeniyeti yakalama’ çabasındayız? Neden hala bu çabayı sonuçlandıramadık? Hangi kuşaklar, üzerilerine düşen vazifeyi layıkıyla yerine getirmedi, getiremedi? O kuşaklardan gelecek adına hesap soran olmayacak mı ve geleceğe bu kuşaklardan ne kalacak? Bu topraklar üzerinde yaşamanın bedeli neden hala kan’la ödenir, neden bu bedeli bilimle, sanatla, üretimle, tüketmemekle ödemenin yollarını araştırmayız? Neden hep bu topraklar için canını veren kahramanlarımız olur da, onlar ölçüsünce cesur olacak, bilimde, sanatta, sporda, ekonomide, kısaca ÜRETMENİN KAHRAMANLARI neden yoktur veya yeterli ölçüde değildir hala?

Bugün bizler yaşıyoruz bu topraklar üzerinde ve 1970–1975 doğumlular yavaş yavaş toplumun genel gidişi üzerinde rol üstlenmekte. Bu nesil, ‘kuşak bilinci’ içerisinde hareket ederek, toplam bir değerlendirme yaparak, geçmişte yapılan hataları, doğruları iyi irdeleyerek, en önemlisi, geçmiştekilerin olamadıkları hatta hayal dahi edemedikleri ölçüde ‘cesur’ olarak hareket ederek, gelecek kuşaklara sağlam temelli bir ülke bırakmak zorunda ve mecburiyetindedir! Bunun dışındaki hiçbir gayenin bir ehemmiyeti yoktur! Bizler de bir gün tarih olacağız; ya okunmaya değer şeyler yazıp bırakalım geleceğe ki, okusunlar, ya da yazılmaya değer şeyler yapıp bırakalım geleceğe ki, yazsınlar! Bundan gayrı bir şey kalmayacak çünkü bizden geriye…

 
Toplam blog
: 22
: 14947
Kayıt tarihi
: 24.07.07
 
 

YAZI VE MAKALELERİ ÇEŞİTLİ DERGİ VE GAZETELERDE YAYINLANMAKTADIR...