- Kategori
- Gündelik Yaşam
Bizim Evin Halleri – Çenem düştü velhasıl!

Eee... Tabii ki internet...
Türk’ün aklı ya kaçarken, ya …. denmiş ya, bende bir terslik var sanırım, banyoda aklımdan neler neler geçmedi! Aslında bir Türk kadına yakışmaz öyle banyo, manyo mevzuları, haşa günahtır bile, maazallah erkekler ne düşünür, kadınlar neler yakıştırır, falan!...
Ay aman!.. Tınmam bile şu saatten sonra bir şeyleri!
Yıllarca aman öyle sanılmayalım, aman böyle düşünülmesin hakkımızda diye ille de orta bir yol bulmaya çalıştık, hem düşünen, hem edepli, hem matrak, hem anaç… Hem kocasına kul köle olup, hem de kişiliğini korumaya çalışan kadınlar olduk! Olduk da, ince ayar yapalım derken, kafayı bozduk!
Banyo meselesi nereden çıktı, bir yazı yazdım, ah… Duramadı parmaklarım, hatta birkaç yorum da yazdım!
Banyoya girdim, kafam tıkır tıkır, aklıma gelenler kikir kikir, saç kurutuyorum, Murphy kanunu mudur nedir, her saç kestirmeye gidişim öncesi yaşarım, kirkit kirkit olmuş saçlarım tam da ertesi gün kestirmeye gitmeye karar verdiğimde, hani temizlikçi çağırıp da eve, evi öyle pis görmesin diye temizleme adetinde olanlar vardır ya, saç kestirmeye gitmeden önce de saçlarını iyice yıkayanlardanım, ama ne olursa olur, o yıkamadan sonra o kirkit saçlar peri kızı saçı halini alırlar!
Kandığım zamanlar olup da vazgeçmişliğim vakidir ama vazgeçtiğim andan taş çatlasa üç saat sonra saçlarım da vazgeçmiştir peri kızı tarzında salınmaktan!
Kuaförde de öyle yapar bu namert saçlar, orada aynada öyle bir hoş dururlar ki, içi cız eder insanın! Nasıl becerirler, inanın hiç bilemem!
Oysa iki gün öncesi en çirkin hallerindedirler ki, o halleri yaklaşık iki hafta sürmüştür, en azından!
Kesilmelerine inat mıdır, yere düşen saçlar bir parlarlar, kuaför de aşka gelmiştir zaten, kuşa çevirme konusunda ille de ısrar eder!
Bir yerdeki buklelerine bakarsın, bir kalan üç tel saçına!
Allah’tan, kökü bende değil mi, uzar gider diye düşünenlerdenim! Aman… Pek rahat oldu vallaha diye de sevindiririm enikonu kendimi!
Ama bu saçların yaptığını hala çözemedim, iyi mi!
Erkeklerde de olur mu böyle şeyler diye geldi aklıma, oğluma sorsam diye de geçmedi değil aklımdan! Oğlumu uyandırsam da bu soruyu sorsam “Manyak mısın anne sen!” der, kesin!
Tam olarak değil diye cevap verebilirim, bu tepkiyi vereceğini biliyordum, bile bile yaptımsa lades! Diyerek durumu kurtarmak da var ama, bu kadarla bitmez bu mesele! Yıllarca aynı menü, pardon, konu gelir durur önüme!
Sahi, erkeklerde de olur mu aynı konu?
Yani, tıraş olmaya karar verdiğinizde saçlarınız size isyan edercesine pek de bir havalı, güzel hallerine bürünürler mi?
……
Bu seride bir Öslem var, ay bu lafta sıktı gerçi ama edemeden geçemiyor insan, bilen biliyor şekerim, Öslem de özendi de benden, burada yazmaya başladı!
Eski kocası, yine bilen biliyor, aynı zamanda Öslem gibi kankam!
Geçenlerde dedim ki, Öslem’de artık Milliyet Blog yazarı! “Yakışır!” dedi! “Biliyorsun yazı dili gayet iyidir…” dedim, benim mutfakta yemek hazırlıyorken, “Evet! Öyledir…” dedi…
Şöyle bir baktı yüzüme ve ekledi “Konuşma dilinden daha iyi olduğunu inkar edemem!”
Öldüm gülmekten!
……
Böyle bir akıl almaz tarafım var işte benim!
Ne bileyim, nasıl beceriyorum, nasıl kotarıyorum, içgüdüsel sanırım!
Aynı yakınlık, aynı uzaklıkta kalmak!
Uzaklık, çekiştirme babında, yakınlık ise dostluk, başka nasıl yakınlık anlatılabilir ki?
Ayy, çok hoş, çenem düştü dedim ya, anlatmadan geçemeyeceğim! Okumak istemeyen okumasın, vallaha benden söylemesi, gücenmem, kırılmam, hatta darılmam! Vallaha!...
Bir çok kişiden duydum ama, örnek olarak kankalardan vereyim: Şimdi efendim, yeri geldi biri, yeri geldi diğeri sıkkınlığını paylaştı… Eeee, çok doğal! Yıllar yılı iç içeyiz!
Hem Öslem’den, hem Taykun’dan hep azar işittim, bilir misiniz?
Hadi sorun niye diye?
“Vallaha bu soru titretmedi beni, sormayacağım!” diyenler de olacaktır mutlaka, ama “Haydi sor, sor! Çayda kahvaltıda yenir, acaba nedir, nedir?” kıvamında devam etmeye niyetliyim!
Her biri ile konuşurken, efendime söyleyeyim, hep bir diğerinin yerine koydum kendimi… Hiç birisine “Haklısın!” diyemedim, bu yüzden!
Her birinin hatalarını söylemeyi tercih ettim, elbette kırmadan, incitmeden, ki böyle bir hakkım olduğunu da düşünmemekteyim, nasıl ki en doğru olan söylensin bana, kulu kölesi olurum, yeter ki, samimiyetine, beni düşündüğüne inandırsın, bunun en kolay yolu da incitmeden en çirkin şeyleri söyleyebilmektir, sevgi o nedenle beş harften oluşacak kadar kısa olsa da, hissettirilmesi harfe gerek duyulmayacak kadar kolay, anlatabilmesi bir o kadar da zordur! Hele ki gerçek anlamda sevgiyi yakalayamadıysanız! El bilmem nesiyle gerdeğe girilmez!” buraya bence pek de güzel yakıştı!
Her biri yeri geldi döküldü: Dedi ki, hiç hak vermedin bana, hep korudun karşı tarafı!
Ama, aynı şekilde seni de korudum karşı tarafa!
Laf ola değil, empati yapmaya çalıştım yalnızca!
……
O an bozulduğunu ifade etti, beni seven çoğu kişi, ama sonralarında hep teşekkür etti: Doğru yerde duruyorsun ve bu yüzden hem seviyor, hem de önemsiyorum dediklerini!
……
Komik çağrışımlardan nereye gelmişiz, kendimi mi övmeye başlamışım ne?
Eh… Bu konuda övüneyim be!
Tarafsız kalabilmek, kişiye özel durabilmek her yiğidin hakkı değil! Birçok kişi o durumda her iki dostundan da olabilirdi! Ya da birinden birini seçme durumunda hissedebilirdi kendini, ne iki dostumdan oldum, ne de onların dostlarının dostluklarından mahrum kaldım!
Ah… Bilseniz, inanın çok geç yakaladım, ama ne çok seviyorum bu aralar kendimi!
Hani, para verip, emek harcanarak gidilen kişisel gelişim kursları var, var olduğumdan bu yana utandığım bir durum prim yapmaya başladı son zamanlarda, ne mutlu bana ki boşu boşuna nefret taşımamışım ruhumda, ne mutlu ki, insanı insan olarak değerlendirmişim! Beni kırmak adına değil de, yapılandırmak adına olan tüm eleştirileri iyi ki reddetmemişim! Geç oldu güzel şeylere sahip olduğumun ayrımında olmam, ama yine de ya hiç olmasaydı!
Hala kendini salak, saf hisseden biri olarak yaşayacaktım!
……
Ah… Nihayetinde! Safım! Salağım!
İyi ki böyleyim, yoksa nasıl dostlarım olurdu böyle!
Gülgün Karaoğlu
Şubat,02/09