Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Mayıs '11

 
Kategori
Deneme
 

Bizim ofisin orta şeker halleri

Salı toplantılarımız çok verimli geçiyor, bu sabah üç eksikle başladık, Şule unutmuş ayaklarına yattı ki asla unutkan değildir, boşanmaya çalıştığı kocasının akşam eve kaç salise geciktiğinin, telefonunda kaç mesaj olduğunun bile çetelesini tutar. Millet yutmuş göründü çünkü onun kulak tırmalayan sesinden birkaç saatte uzak kalmanın keyfini çıkardık sabah sabah. Ayrıca geldiğinde kaşlarının uç kısımlarının, neredeyse alnının tepe çizgisine yaklaştığı da gözden kaçmadı. Unuttum dediği toplantı yerine yine botoksa gitmiş besbelli. İlk girdiğinde bu kız neye bu kadar şaşırdı diye hepimiz şaşkın şaşkın etrafa bakıyoruz, Serpil kaş göz işaretiyle durumu izah etti de biz de sakinleşip yerimize oturduk. 

Geç gelen arkadaşlarımızdan biri de Celal. Kendileri neredeyse otuzlu yaşlarını geçmekte olup hala çocuk kıvamındadır. Sabahları ofise “iyi bayramlar” diyerek girer, babası dahil bütün ailesi müteahhit olduğu halde burada bizimle ve boncuk göz patronumuzla aynı kaderi paylaşmaya mecbur kalmıştır. Bunun sebebi sürekli değişen ruh hali mi, yoksa hayali planları mı biz de anlayamadık. 

Bu sabah salona girdiğinde “kızlarımın yanından geliyorum” dedi. Kızlarım dediği, karısı dört yıldan sonra İbrahim Saraçoğlu’nun önerisiyle incir suları içerek ikiz kızlara hamile kaldı da onları söylüyor. Daha üç aylıklar, hala karısının karnındalar ama bizim Celal görmemişin iki kızı olacak ya sabah akşam karısının göbeğinin önünde nöbet tutuyor. “Ya bir şey olursa, ya düşerlerse” . Sanki salıncaktan düşecekler, o kadar söylüyorum da yine bana mısın demiyor. “yahu çocuk bu, anne karnında canı sıkılınca dışarı çıkıp hava almaya gitmiyor, vakti gelince onlar da herkes nasıl dünyaya geliyorsa öyle doğacaklar” Şımarık ya “nasıl doğacaklar, anlatsana” diye dalga geçiyor. “Ben sana anlatırım nasıl doğduklarını ama terbiyem müsaade etmiyor, defol git başımdan” diyerek nazikçe gönderiyorum. 

Bugün Asu’nun doğum günüydü. Otuzdokuzbuçuk yaşına bastı. Bu biraz karışık bir durum çünkü Nilay ile Asu aynı yaştalar, Nilay elli yaşına girdi geçen ay, nasıl oluyor da Asu ondan on yaş geriden geliyor çok garip. On yıldır hep bu yaşta, kim sorsa öyle diyor. Matematiği zayıfmış okuldayken yazık ne yapsın kızcağız, sayamıyor demek ki. Olsun, yine de çok tatlıydı bugün. Her zaman ki gibi şalına sarılmış, tebrikleri kabul etti. Topluca resim çektirdik, tutumlu patronumuzun” içinden gelerek” aldırdığı çilekli ama yoğun çikolatalı pastayı kesti. Patron gelmedi bu sabah. Ya pastaya verilen paranın acısı içine oturmuştur, ya da yine yeni kazanç kapıları aralıyordur bir yerlerde. Bir ara iyice tombullaşıp artık sipariş verdirdiği gelinliğin bile içine sığamayan gelin adayı asistanını arayıp telefonun hoparlöründen Asu’yu tebrik etti. “Hah hah haaa, iyi seneler, 18ine giriyorsun değil mi?” Esprisi buz gibi bir hava estirdi, hatta esintiden kapı çarptı. 

Ofisin “incecik” hanımları onsekiz Mayıs yemeğine hazırlık için haftalardır diyetteler ya, güya pastadan sadece tadacaklar. Gülnaz’ı kafam kadar bir dilimle eğitim odasına saklanırken gördüm, Gülbin Hanım ki kendisi leğen kemiği yüzünden günlerce simit yastıkta oturmak zorunda kalmıştı, “ayy valla kan şekerim mi düştü ne, biraz yiyeyim de belki düzelir” diyerek asistanın kestiği iki dilim pastayı alıp odasına kapandı. İçerden gelen şapırtılara bakılırsa “kan şekeri” çabuk yükselmiş. Göbeği, doğumhanede artık çocuğun carttadanak pırtlayacağı şişliğe gelip de korkudan doktordan saklanan acemi anne adayı kadar büyümüş olan ak saçlı prens Erdal Bey, en büyük dilimi gözüne kestirmiş sırada bekliyor. Prens dediğime bakmayın, torun sahibi olacak yaşta, kendisine yağcılıkta sınır tanımayan Lale tarafından verildi bu unvan. Herkes löpür löpür pastaya gömüldü, vallahi de ben bir lokma bile zor yedim, çünkü kalmamıştı. 

 

 
Toplam blog
: 40
: 423
Kayıt tarihi
: 14.04.11
 
 

Eğitimim, hayata dair hiç bir şey bilmediğimi anlamama yetecek kadar, Bilgi birikimim, bilgin..