Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

30 Temmuz '10

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Bizimkisi Bir Havuz Hikâyesi

Bizimkisi Bir Havuz Hikâyesi
 

Halka İnme Çalışmaları no:6
Bizler havuz kenarında konuşlanmış, sohbetimizi hafiften koyulaştırmıştık, bir yandan da etrafımız seyrediyoruz. Site sakinlerinin çoğu daha kahvaltı ettiğinden olsa gerek şezlongların çoğu henüz boştu…

Havuz görevlimiz emin adımlarla bizden tarafa doğru ilerlemeye başladığında “Eyvah, acaba ne yaptık?” dedim. Zira havuza girişteki ayak hijyeni hususunda münakaşamız harici kendisiyle bir vukuatımız yoktu. Lakin girişte isimlerimizi ve daire numaramızı da almıştı. Havuza gireni çıkanı kontrol amacıyla isim ve daire sorduğunu biliyorduk tabi, ancak bir de defterine yazmıştı.

Böylece terlik çalınırsa yahut afacanlardan birinin şnorkeli kaybolursa (ki havuz afacanda geçilmiyor bu arada) şüpheliler isimleriyle birlikte tetkik edilebilecekti belki de…

Delikanlı bize doğru gelirken bir yandan da geliş gerekçesini düşünüyorum haliyle. Üstümde başıma acayip bir şey var mı diye baktım ki, huyumdur. İzlendiğimi fark ettiği anda ne yapacağımı her zaman şaşırmışımdır. O ana dek normal fonksiyonlarını gören ellerim ve kollarım böyle bir anda fazla iki organ halini alırlar mesela. Nereme koyacağımı bilemem.

İşte yine onlardan birisi olmuştu. Ellerimi ve kollarımı kontrol edemez hale gelmiştim. Sanki benden bağımsızlığını kazanmışlar, federe bir el-kol cumhuriyeti kurmuşlar ve cumhuriyet kuruluş yıldönümü törenlerinde bizim 19 Mayıslardan bildiğimiz o hareketleri yapıyorlar.

Bir yandan çantayı karıştırıyorum, bir yandan şapkamı takıp çıkartıyorum, ardından gözlüklerimi siliyorum, sonra şezlongu sallıyorum (amaçsız bir sallama bu). Dedim ya, bağımsızlığını kazanmış iki tehlikeli organ. Derken görevli kapsama alanımıza girdi ve üzerime doğru eğildi.

O anda ben görevlinin gizli bir ajan olduğunu beni temizlemeye geldiğini düşündüm. Hatta zevce hazretlerinin bütün ısrarlarıma rağmen havuza gelmeyişini de buna bağladım. Demek ki benim bir suikasta kurban gideceğim hususunda uyarılmıştı. Buna şahit olmak istemiyor olabilirdi, ne de olsa 9 yıllık kocasıydım.

Kafamdan o anda hızlıca binlerce baytlık bilgi geçişi oldu. Normal zamanlarda olmayan bir bilgi akışı bu. Kafam hep böyle çalıştığından bilirim bu huyunu. Dara düşmeyince işlemeyen bir beynim var galiba. O ana değin saniyede iki buçuk baytlık bilgi akışı ile yetinirken birden bire kapasitesini bin kat arttırmasının başka bir manası yok.

Halka inme çalışmalarımdan rahatsız olan çevrelerin kiralık katil olarak bizim havuz görevlisini tutmuş olabilecekleri mantıksız gelmekle birlikte tamamen imkânsız gelmiyordu. Mantıksızdı çünkü bunu havuz içinde yapacak çok kişi olabilirdi. Normal boğulma gibi…

Delikanlı hızlıca şemsiyenin sapını kavradı. Ben “Eşhedü ..” diye başlayacakken birden her yer karardı. Daha Kelime-i Şahadet bile getiremeden ölüyordum galiba. Karanlık ile birlikte bir dinginlik de geldi. Gözlerim hala görüyordu. Etrafı seçebiliyordum. Demek ki sopayı istediği gibi vuramadı kafama…

“Teşekkür ederiz” dedi kayınço. Demek ki işin içinde zevce hazretleriyle birlikte kardeşi de vardı. Bir de delikanlıya teşekkür etti. Halka inme çalışmalarım yarıda kalacaktı ya en çok ona üzülüyordum. Daha denize gidecektik, parka gidecektik, pikniğe gidecektik. Halkın olduğu her yer bizim inceleme alanımızdı…

“Başka bir isteğiniz var mı?” dedi delikanlı. “ E yuh artık, bir de utanmadan soruyordu”. “Yok, sağ ol, kül tablası isteyecektim ama zaten varmış şurada” diyen kayınçom sigarasını yaktı. Zevce hazretleri sigara içmezdi ama eminim içseydi o da tüttürecekti. Benden kurtuluşlarının şerefine zahir :)

Ben hala etrafımı görebiliyor, sesleri duyabiliyordum. “Yoksa şehit mi oldum?” diye düşündüm. Öyle söylenirdi. Şehit olanlar öldüklerini anlamaz, normal yaşantılarına –kendilerince- devam ederlermiş. Galiba ben de şehit oldum, etrafımı görebiliyor ve duyabiliyordum.

Ayakucuma baktım. Ayak parmaklarım hareket edebiliyordu. Kollarım az önceki deli dana vaziyetlerinden kurtulmuş, sakinleşmişti. Emir verdim. Elim başıma doğru gitti. Gidebiliyordu. Heyecanlandım. Az önce şemsiyenin sopasıyla dağlanan kafama dokunacaktım. Kim olsa heyecanlanırdı…

Başıma dokundum… İlginçti. Saçlarım bir nevi kumaş hissi veriyordu. Sanki kolalanmış ve sertleştirilmiş kumaş gibi… Ah! Tabi ya… Kafamdan akan kanlar kuruyunca saçlarım bu hissi veriyordu… Nasıl akıl edemedim… Ellerimle her iki yandan başımı kontrol etmeye devam ediyordum…

Allah Allah! Nereye vurdu bu çocuk. Başımın her yeri kolalanmış kumaş gibiydi… Ayrıca bir türlü yaraya ulaşamıyordum.

“Ne oldu abi? Şapka başını mı sıktı?” (Kayınçom bana “abi” der. Enişte demezler. Haniyse elimde büyüdü kerata :))

Evet, kayınçomun sesiydi bu. Cevap verebilecek miydim bakalım.
“Hiç öylesine baktım” dedim… Hani ölmüştüm ben… Nasıl konuştum.

“Burası iyiymiş ya, çocuk kalktı geldi, şemsiyemizi bile açıverdi, sevdim ben burayı” demesin mi… O an dank etti kafama. Komplocu beynim bana oyun oynamıştı yine. Delikanlının üzerime eğilmesinden itibaren bende film kopmuştu demek :) Meğer şemsiyemizi açıvermiş. Tabi şemsiye açılınca gölge oldu. O ana dek güneş altında kısılan gözlerim birden gölge gelince afallamış, karanlık çöktü hissi hasıl olmuştu. Ne bileyim, birden bire karanlık olunca bunu sekaret hali sandım :)

Ayrıca olayın hemen akabinde kayınçomun teşekkür etmesi ve sigara yakması işkillenmekte haklı olduğumun göstergelerinden biriydi. Zevce hazretlerinin eğlencemize pardon araştırmamıza iştirak etmemesi de cabası zaten. Tabi benim paranoyak alt yapımın burada suçlanabileceği fikrine katılmamı beklemeyin benden :)

Şemsiye olayı sizin de şahit olduğunuz gibi psikolojimi alt üst etti. O vakitten sonra daha aklı başında düşünmeli ve kafamı bu tür zehirli fikirlerden temizlemeliydim. Havuzun klorlu suyu belki bu temizleme işinde bana yardımcı olabilirdi. O zaman bir an evvel havuza girsem iyi olacaktı.

O da ne? Az önceki delikanlı yerinden kalktı, bize doğru bakıyor. Güneşten gözleri kısılmış, eliyle gölge yaptı. Allah Allah, yine bize doğru geliyor sanki. Evet, evet, geliyor! Hayırdır inşallah!!

-sürecek-

Sevgi, hürmet ve muhabbetle..

Murat HACIOĞLU

www.murathacioglu.com

 
Toplam blog
: 656
: 1708
Kayıt tarihi
: 08.12.08
 
 

Allah kimisine “Yürü ya kulum” demiş. Ben onu “Yürü, yaz kulum” anladım. Yürü anca gidersin manas..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara