Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Nisan '15

 
Kategori
Blog
 

Blogçuluk : Al eline kalemi...

Blogçuluk : Al eline kalemi...
 

hwhelloworld.com


Blogçuluk neymiş? Al eline kalemi, yaz başına geleni… Öyle mi? Bir çeşit iki paragrafla “Kişisel tarih” , yazmak, doğru mu? 
 
Belki öyledir. Tanım getirenlerin büyük çoğunluğu bu işi böyle bağlıyor.
 
Bazıları, “arkadaş bu işin tanımı budur, öyleyse bunun sınırlarının ötesine geçemezsin. Otur oturduğun yerde, dünya ne yapıyorsa, başkaları nasıl yapıyorsa sende aynı biçimde, aynı anlayışta yaz dur.. Öyle siyasete filan fazla girme… Memleket meselelerine dalma. Sen kendini anlat. Acıların nedir? Ne yaptın, ne ettin onları anlat… Çünkü “Blog budur!” Bunun dışındaki “Blog” anlayışını ben kabul etmiyorum… Biz de kabul etmiyoruz… Kimse de kabul etmez..” diyor mu? Acaba öyle mi?
 
Bence bu “Muhafazakarlık” değil de nedir?  “Bu iş böyledir, başka türlü olmaz..” demek, ne demek?
 
Diyebilir misiniz, “yalnız benim yazdığım çeşitte bir roman vardır, daha başka roman çeşidini kabul etmiyorum. O da “giriş, gelişme ve mutlu sonla biten aşk romanıdır.” Böyle roman çok bulabilirsiniz de; hadi buyurun bu tanımı kabul edecek kaç babayiğit bulabilirsiniz.
 
O zaman roman nedir? Bence, oldukça uzun bir hikayedir… Böyle bir tanım getirmek bile yazılmış gerçek bir çok romanı bu tanımın dışında bırakabilir. 
 
Genellemeler, sınırlamalar her zaman geniş insan imgeleminin ötesindedir. Yazan insan; düşünen insan aslında hiçbir sınırlama kabul etmez. Ne roman için, ne öykü için ne de deneme için… O zaman niçin “Blog”un tanımını daraltalım ki? “Blog şudur,” diye buradan da bir süre sonra silinecek, geçici bir tanım koyma çabasına girişelim. Zaten akıllı bir kafa hiçbir zaman sizin çizdiğiniz sınırları içinde kalmaz. İlkokul, ortaokul öğretmenleri, “bu böyledir..” diye bir tanım getirebilirler. Ama hiçbir büyük yazarı da o sınırların içinde tutamazlar. Çünkü her zaman o sınırları aşan büyük yazarlar gelecektir ve belirlenen sınırların çok ötesine gideceklerdir. Şimdi gelin bir Anton Chehov’u, bir Goethe’yi sınırlayın bakalım, sizi dinlerler mi? 
 
Zaten böyle bir tek belirli genelleme ve sınırlama , tanım olsaydı; o zaman bir tek “blog” yazılırdı ve ondan sonra bütün blogların o “Tek Tip”e uyması istenilirdi. Gerçi bunu isteyen; arzu eden var.. Var da gerçek blogçular bu dar kalıbın içine girerler mi, hiç sanmam..
 
Ama bu dar kalıp içinde, örnek öncü gösterilen blogçular her zaman olacaktır ve inanıyorum ki onları aşacak, daha başka blogçular da gelecektir.
 
Pucca, “Küçük Aptalın Büyük Dünyası” adı altında kendi kişisel tarihini çok özel bir anlatımla vermeye başladı. Pucca buna “Pucca’nın Günlüğü” adı veriyor. Blog bile demiyor. Ama belli ki kendine göre bir “Blog” anlayışı var ve bunun da ötesinde kendisine özgü bir anlatım biçemi var ve bu biçem toplumda oldukça kabul gördü ve takip eden kitapları da çok sayıda satmaya başladı.
 
Buna benzer dünyada da bir çok örnekler var ve belli ki , basın yayının getirdiği yeni bir anlatım biçimi olarak “Blog” ve “Blogçuluk” artık dünyada oldukça kabul görüyor, izleniyor ve onun ötesinde artık bunu yazan bazı insanlara para getiriyor.
 
Bu çeşit bir yazım biçiminin sınır koymadan bakılacak olursa, en önemli özelliği “kişisel bir anlatım biçiminin” varolması… Ve bunu yazan kişilerin anlatım dillerinde oldukça özgür davranmaları. Hatta bu dil, zaman zaman, argoya kaçılsa bile;  toplumun kabul ettiği standart ölçülerin ötesinde belki kişisel olarak yaratılan bir “uslupçuluk” kaygısı içinde, kişisel bir dil yaratmak çabası olarak bile anlaşılabilir.
 
Bunu yazanlar belli ki özgür olmak istiyorlar; özgürce konuşmak, özgürce düşünmek istiyorlar; onun ötesinde her türlü sınırlamayı ise, “boş versene sen..” anlayışı içinde reddedip, kendi değerlerini ortaya koyuyorlar.
 
Peki, şimdi, ne oldu? “Blog şöyle olmalıdır!” anlayışı bir kez daha yıkıldı mı? 
 
Bence blog ve blogçuluk, yazıda özgür olmak, demektir… Gerisi yalan!
 
Yazın, yazın da temiz yazın…  Dilinize dikkat edin. Söylediğiniz şeylere dikkat edin. Türkçeye özen gösterin ve onu koruyun. 
 
Ne demiş Yunus:  “İlim ilim bilmektir İlim kendin bilmektir Sen kendini bilmezsin Ya nice okumaktır” 
 
Ee yazmak da okumağın bir işlevi, demek değil midir? O zaman önce okuma gerekir, sonra da nasıl yazılacağını bilmek gerek. Önce belki bütün kuralları bileceksin; fakat aynı zamanda bütün o kuralları aşacaksın…
 
Çünkü her şey bu “AŞMAK” sözcüğünde toplanıyor. İnsan yazarken, bazı şeyleri aştığını fark edemezse niye yazsın ki!
 
Neyse, herkes kendi yoluna…
 
 
Toplam blog
: 2579
: 848
Kayıt tarihi
: 24.10.10
 
 

Mesleğim eğitimcilik… Şimdi artık emekli bir vatandaşım… biraz şairlik, biraz hayalcilik, biraz s..