- Kategori
- Siyaset
Boşuna Beklemeyin
Tam 100 yıl önce Samsun’a hareket eden kahramanlar diyordu ki; “Bir liderin gelmesini bekliyorsanız o zaman bizi anlayamamışsınız demektir.”
Onlar, önceliği meclis kurmaya ve milli iradeyi hâkim kılmaya verdiler.
30 Ekim 1918 Mondros ateşkes anlaşmasıyla birlikte İstanbul’a dönen kahramanlar, mütarekenin Osmanlı’nın teslim anlaşması olduğunu öngörebiliyorlardı.
İstiklal Savaşı’nın kumandanı Samsun’a çıkışının ardından Erzurum Kongresi’nde siyasi rol üstlenmek için kendi deyişiyle “silk-i askeri” yani askerlikten ayrıldı.
1921’de Ankara’daki Meclis ordularına başkumandan atanması, askerin isteği değil, TBMM’nin kararıdır ve bu “şartlı” bir atamadır, o şartlardan en önemlisi başkumandanlığın geçici bir süre ile sınırlı olmasıdır.
Başkomutanlık, İstiklal Savaşı halinin zorunlu kıldığı bir durumdur ve muhaliflerin komuta heyetini “zor durumda bırakma” hesaplarını da bünyesinde barındırır.
Tarihi kararıyla Büyük Millet Meclisi, askeri konularda bütün yetkilerini ve dolayısıyla sorumluluğu İstiklal Savaşı aktörlerine veriyordu.
O kahramanlar ki, ordu kurmadan önce meclis kurdular ve TBMM’nin kararını “emir” kabul ettiler.
“Tek Adam” suçlamaları, milli kahramanları içine sindiremeyen, değişim ve dönüşümü kabullenemeyen Karabekir’ler, Orbay’lar üzerinden siyaset sevdalılarının yöneltip durduğu emperyalist mandacı söylemlerdir.
Oysa İstiklâl Savaşı kahramanları bırakın diktatörlüğü, “Tek Adam” olmak gibi kavramların tamamen karşısındadırlar.
Öyleyse diktatörle, lider arasında nasıl bir fark vardır?
“Halkı sindirmek” ya da “ezik bir milleti ayağa kaldırmak…”
Ulusal kahramanların tek isteği milli direnişi örgütlemekti.
Meclis kurulmadan önce aralarında Edirne ve Lüleburgaz kongrelerinin de bulunduğu kongreler bunun en somut göstergesidir.
Öyleyse kongreler tek adamlığa, diktatörlüğe, mandacılığa ve saltanata karşı bir hesaplaşma değil de nedir? !
Onlar, milli iradenin kendilerinde değil TBMM’de tecelli ettiğini, milletin iradesine ipotek konulamayacağını söylerler.
Millet üzerindeki baskıcılığı, saltanat gibi hâkim sınıf ya da yönetici sınıfın iktidarını doğal ve meşru göstermek, kabul edilemezdi.
Sınıfsal çıkarların evrensel çıkarlarmış gibi ifade edilmesini reddederler, mücadelelerinin amacı budur.
TBMM 23 Nisan 1920’de kurulduğuna göre askeri zaferlerin Meclis’in kuruluşundan çok daha sonra kazanılması, önceliğin meclis kurmaya ve milli iradeyi hâkim kılmaya verildiğinin açık göstergesidir.
Boşuna beklemeyin, önemli olan meclistir, milletin iradesi tecelli etmeksizin, etkin bir meclis çalışması oluşturmaksızın umudu yeniden yeşertmek mümkün değildir.
Ülkenin kurtuluşu büyük servetlerle olabilir, bu ancak milletin katılımı ve rızasıyla gerçekleşebilir.
Halkın iradesi, millî egemenliğin aydınlığında tecelli eder, bu öyle bir ışıktır ki, karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar yanar, yok olur.
Halk iradesi çok sabırlıdır, tanrısal bir beklemedir dersek, hiç de yanılmış olmayız.
Toplum, Tarih ve Toprak; “Dört T” ifadesiyle Tanrı’nın yeryüzündeki adalet ilkesini şaşmaz kılar.
İstiklâl Savaşı’nda milletimizin, göklerden indirerek yeryüzünde ete kemiğe büründürdüğü, bu uğurda kan ve gözyaşı dökerek büyük bedeller ödediği ulusal egemenliğin oluşacağı alanlara engeller yığmak ne mümkün!
Hüküm alanında oyunlar oynamak, sonra da ilahi gücün avukatı edasıyla “hâkimiyet” dersi vermek, “Gazi” unvanını onurla taşıyan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin devrimini görmezden gelmektir.
İlkelerin egemenliği yerine, kişilerin egemenliğini politika malzemesi yapanlar ve bir kurtarıcının gelmesini bekleyenler en hafif deyimle yanılırlar.
Ağırbaşlılığın ve devlet adamlığının gereği, Kurtuluş Savaşı kahramanlarını doğru anlamak, herhangi bir lidere kayıtsız şartsız bel bağlamamak, halkın içinde sessizce dağıldıktan sonra ilkelerin egemenliğine teslim olarak tevhidin gereğini yapmaktır.