Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Mayıs '09

 
Kategori
Dünya
 

Brezilya'nın Sosyalist Cumhurbaşkanı Lula bizi sömürmek için mi geldi?

Brezilya'nın Sosyalist Cumhurbaşkanı Lula bizi sömürmek için mi geldi?
 

Brezilya Cumhurbaşkanı Luiz Inacio Lula Da Silva geçen hafta içinde Türkiye’yi ziyaret etti. Bu ziyaret, Lula’nın ziyareti boyunca söyledikleri ve sosyalist bir lider olarak Brezilya’da gerçekleştirdikleri incelenmeye değer.


Ancak Lula’nın gezisinden ve söylemlerinden birkaç noktaya, bir zamandır düşündüğüm yazımda kullanmak için değinmek istedim. Lula’yı, Brezilya’yı ve bu ziyareti başlı başına bir yazıda değerlendirmek gerekir.


Zamanının ünlü sendika lideri olan ve kendisini hala sosyalist olarak tanımlayan Brezilyalı devlet adamı, ziyaretini 240 Brezilyalı işadamı ile birlikte gerçekleştirdi. Lula katıldığı toplantılarda (en önemlisi Türk-Brezilya İş Konseyi tarafından düzenlenen ''Türkiye-Brezilya İş Forumu'') Türkiye ve Brezilya arasındaki ekonomik ilişkinin son derece zayıf olduğundan bahsetti ve Türk yatırımcıları Brezilya’ya yatırım yapmaya davet etti. Yapılan ikili görüşmelerin neticesinde de Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO) ile Brezilya petrol şirketi Petrobras arasında Karadeniz’de petrol arama anlaşması imzalandı.


Brezilya ekonomisinde ciddi dönüşümler yaratan, ülkesini uluslarası ekonomi kuruluşlarının cenderesinden kurtaran sosyalist bir liderin, iş dünyası ile bu kadar içli dışlı olması ve ülkesine yabancı yatırımcı çekmeye çalışması oldukça ilginç bir durum.


Aslında haberde, komplo teorisi üretmek, yeni sömürü ve sömürge ilişkileri geliştirmek için çok fazla malzeme var ama işin öznesi uzun yıllar ortak kaderi paylaştığımız Brezilya ve onun sosyalist lideri olunca bu çok fazla mümkün olmuyor.


Buradan ülkeler arasındaki ilişkilere ve emperyalizm kavramına gelmek istiyorum. Ama önce yazıyı kaleme almama neden olan bir başka habere değinmek istiyorum.


Bu haftaki gazetelerde, yılın ilk üç ayında en fazla dış ticaret açığı yaşadığımız ülkelerin listesi yayınlandı. Haberlerin başlığını görünce, “eh dedim, işte bizi sömüren ülkelerin kimler olduğunu anlayacağız”. Ne de olsa en fazla ithalat yaptığımız ama buna karşın en az ihracat yaptığımız ülkeler tarafından sömürüldüğümüzü söyleyebiliriz. Bize daha fazla ürün satan ülkenin pazarı olduğumuzu ve ülkede üretilen artı değerin önemli bir kısmının bu yol ile ülke dışına çıktığını düşünürsek, kaynaklarımızın kim tarafından sömürüldüğü de ortaya çıkar.


Ancak listeye bakınca klasik sömürücülerimizle karşılaşmamanın şaşkınlığını yaşadım. Türkiye’nin 2009 yılı ilk üç ayında ithalat ile ihracat arasındaki farktan kaynaklı dış ticaret açığının %60’ı, iki ülke ile yaptığı ticaretten kaynaklanmış. Bunlardan ilki Rusya, ikincisi ise Çin. Yılın ilk çeyreğinde 16 milyar 11.5 milyon dolar olan dış ticaret farkının, 6 milyar 42.1 milyon doları Rusya ile yapılan ticaret açığından, 3 milyar 703.8 milyon doları ise Çin ile yapılan ticaret açığından oluşmuş. Bu durum son beş yıl boyunca hemen hemen aynı şekilde gerçekleşiyor. Geçen sene de bu iki ülkenin açıktaki oranı %53’’dü.

National Geographic dergisinin 2008 Kasım ayı sayısında ilginç bir veri vardı. Dünyadaki milyon dolar sahibi kişilerin ülkelere ve kıtalara göre dağılımı ve sayıları verilmişti. Bu sıralamaya göre ABD hala oldukça öndeydi milyoner sayısında. 3 milyon 300 bin milyon dolar zengini vardı, bu dünyanın en emperyal ülkesinde. İkinci sırada gelen ülke ise Japonya’ydı, 1 milyon 510 bin zenginle. Ancak dört ülkenin milyon dolar zengini sayısındaki artış oranı fazlası ile dikkate değerdi. Çin (581.000), Brezilya (143.000), Rusya (136.000) ve Hindistan’ın (123.000) toplam milyon dolar zengini sayısı 1 milyon civarındaydı. Ama son bir yıl içerisindeki (2007-2008) milyon değer sayısındaki artışta en yüksek değerler, Hindistan ( %23), ardından Çin (%20), Brezilya (%19) ve Rusya’ya (%14) aitti.

Bu durumda, dünyadaki emperyalist odak noktalarının değiştiğini mi söylemek gerekir, yoksa 20.yüzyılın ilk yarısına ait emperyalizm kavramının artık bugünü karşılamadığını mı?

Söz konusu dört ülke, Lenin’in “emperyalizm çağı” devrim modelini boşa çıkaran örnekler. Lenin’e göre emperyalizm çağında halen burjuva devrimlerini gerçekleştirememiş ülkeler artık treni kaçırmışlardır. Bu tip ülkeler için artık tek geçerli yol, proletaryanın inisiyatifi ele alıp, köylü ve küçük burjuvaları kendisine yedekleyerek milli demokratik bir devrim gerçekleştirmeleridir. Elbette ardından da bir süre sonra sosyalist devrim gelecek ve ülkelerin kalkınmaları sosyalist kalkınma modeline göre gerçekleşecekti.

Oysa daha 20. Yüzyılın ikinci yarısında önce Almanya ve Japonya, ardından ise İspanya, Portekiz ve Yunanistan geç dönem kalkınmalarını gerçekleştirip refah toplumu sınıfa geçtiler. Şimdi de sıra Çin, Rusya, Hindistan ve Brezilya’da gibi gözüküyor.

Ancak bu dört ülkenin diğer ülkelerden ciddi farkları var. O da gerek nüfus yoğunlukları, gerekse de ekonomik gelişmelerinin devasalığı dolayısı ile dünya ekonomik güç dengesini alt üst edecek potansiyellere sahip olmaları. Diğer bir farklılıkları ise, şu ana kadar refah toplumu seviyesine geçen ülkelerin klasik batı demokrasisini (elbette sadece ülke sınırları içinde. Dış politika ve diplomasi için demokrasi standartları dünya üzerinde gelişmiş değil ve büyük olasılıkla ulus devlet sistemlerinde böyle bir gelişme asla olmayacak) standartlarını da beraberinde kabullenmişlerdi. Ancak yeni gelişen bu dört ülke (Çin ve Rusya ikilis bu standartların oldukça uzağındalar. Brezilya ve Hindistan ise umut vaad ediyorlar ama önlerindeki mesafe oldukça uzun) bu yönde bir farklılık gösteriyor ve bu şekliyle de bu ülkelerin ön plana çıkmaları dünyanın politik düzeninde de ciddi oynamalara işaret etmekte.

Bu noktada kim emperyalist, kim değil ve dış politikada 20 yüzyılın bayat teorileri ile siyaset yapmak ne kadar anlamlı soruları üzerinde bir başka yazıda biraz durmak istiyorum.

 
Toplam blog
: 453
: 1826
Kayıt tarihi
: 14.11.06
 
 

36 güneş yılı. 27 yıl G.antep, 9 yıl İstanbul. İstanbul, 90’lı yıllarda yaşandı, bitti.  Hep şe..