Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

07 Temmuz '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Bruges sokaklarında

Bruges sokaklarında
 

Geçen hafta Bruges’deydim. İlk bakışta insanda saygı ve merak uyandıran bir asalet kılıfına bürünen şehir, bilinmezlerle dolu bir mağara gibi içine çekiyordu insanı.


Ama biraz daha yakınlaştığınızda ağır bir kasvetin havaya egemen olduğunu hissediyorsunuz.

Kentin sanki bin yıldır oradaymış gibi görünen oturmuşluğu, yapıların ihtişamı, o ihtişam içinde insanların da donuklaşmış olması... Tatminsizlik... Ruhsuzluk... Yalnızlık... Sanki insanlar binalarla yaşıt. Ve o yapı sisteminin bir parçası olarak makineleşmişler.

Bunda toplumun, gelişmişliğin ve kalbi besleyecek kaynaklardan yoksunluğun etkisi büyük. Şehir onca süsü ve ihtişamına rağmen hayatın canlılığından yoksun. Hani insanın bütün isteklerine ulaşıp tükendiği bir nokta var ya, amaçsız, hedeflerin bittiği... İşte bu insanlar o noktayı aşmışlar. Sokaklarda dolaşıyorum. İnsan yok. Diyojen gibi gündüz gözüne lamba elimde arıyorum. Bu gördüklerim insan olamaz. Sanki canları çıkmış insanların, yüz ifadeleri hasta misali sapsarı, ifadesiz, donuk... Sadece çocukların yüzlerinde duygu ifadeleri var.

Yaşamın çarkı devam ediyor, devran dönüyor; ama insanlar sistem içerisinde anlamını yitirmiş, ruhları çıkmış; sanki insan değil, başka varlık olmuşlar. Sokakta herkesin elinde bir köpek... Köpekler bile toplumda insandan çok itibar görüyor... Zaten köpeği ile yürüyüş yapanı dikkatlice gözlemlediğimde, sanki köpeği ile kardeş olmuş, birbirlerine benziyorlar. İnsanlar bu kalabalıkların, modern yaşamın içinde yalnızlaşmışlar. Onun için tek dostları köpekleri olmuş.

Bir manastıra gittik. Sadece bahçeye girme izni vardı. Bahçede dolaşırken yaşlı bir rahibe gördüm, 2 büklüm olmuş, zor yürüyor. Cennet gibi, huşunun dolu olduğu bahçeyi çevreleyen taş binalarda yaşıyorlardı. Tüm toplumdan, tüm arzulardan, tüm dünyevî nimetlerden kopuk bir haldeydiler. Sanki dışarıda kol gezen yalnızlıktan, Tanrısızlıktan, makineleşmeden, ruhsuzluktan bu vahaya sığınmışlardı. Ama toplumu bu bataklıktan kurtarmak için bir çabaları görünmüyordu.

Tüm modernliği, rahatlığı, konforu, düzeni, sükunetine rağmen bir an önce kaçmak istedim bu kentten. İstanbul’un gürültü, kalabalık, kirlilik, keşmekeş dolu, ama öbür yandan da her yönüyle ‘ben hayattayım’ diye haykıran havasına bir an önce kavuşmak için can atıyordum. Aslında belki de bu çelişkilerdi İstanbul’a görünmez cazibesini kazandıran.

Birkaç günlüğüne bir başka kültürü görme dışında bir anlamı olmadı bu gezinin. Bir de tabi ülkemin benim için ne kadar değerli olduğunu anlamama yaradı.

 
Toplam blog
: 9
: 1469
Kayıt tarihi
: 17.07.07
 
 

İstanbul'un Asya ile Avrupa arasında bir köprü olduğu gibi, ben de İngilizce ile Türkçe arasında ..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara