- Kategori
- Güncel
Bu bir tarih kokusudur
Bir koku geldi burnuma şimdi. Yaşanılası, koklanası bir koku. Sanırım hep özlem duyduğum Kaf Dağı’ndan çıkıp gelmişti. Ya da çok sevdiğim sarı sayfaların arasından çıkıp, burnumun ucuna yerleşmiş olmasın? Belki de çalınmış hayallerden kaçıp sığınmıştı bana. Tan yeri ağarırken soysuz bir yalnızlık da bulaştırmış olabilir bu kokuyu ellerime. Çıplak gerçeklerin kokusu olmasın? Kan kokusu sinmiştir gerçeklere. Yumruğundan akan kan kokusu… Yıldızlardan kaçıp gelmiş olmasın? Belki de bilmem kaç milyon uzaklıktaki küçük uzaylının, bizim dünyamıza bakarak yaptığı resimden bir pırıltı olmasın bu kokunun kaynağı? Ya da hep üstünde kanatlarımı açarak uçmak istediğim Toroslar’dan kopmuş, boynu bükük güzel bir küstüm otu… Lavanta çiçeği, papatya, ısırgan, menekşe… Mavi gökyüzü düşürdü bu kokuyu eminim, düşürdü ve şimdi de ağlıyor işte. Yağmur ıslatıyor her bir yanımı. Toprak ona eşlik ediyor. Sevdiğimin boynundaki koku gibi, oda yayıyor tüm analığını ortaya. Buram buram toprak kokuyor. Islak toprak kokusu… Ama bu koku da hüzün var… Can yanışı var, bir o kadar da umut var, ışık var… Uğur var…
Bu, bir yolculuk kokusu… Ayrılık kokusu. Bir bebeğin annesinin rahminden daha dünyaya gelmeden kopuşunun kokusu. Bu, ışıklı bir gecenin hain bir pusuya dönüşünün kokusu. Bu camımın önünde ki küstüm otunun, hırçın bir dokunuştan korkup kendine kapanmasının kokusu. Bu, yüzyıllar öncesinden gelen şahlanmış bir atın ayağının kırılan acısının kokusu. Bu bir el yordamıyla karanlıkta yürüyen çocuğun nefesinin kokusu…
Bu bir tarihin kokusu. Tarihlerin kokusu olur mu demeyin. Tarihler buram buram kokarlar.
Ter kokarlar, kan kokarlar, cesaret, başkaldırış ve ölüm kokarlar. En çok da 24 Ocak 1993…
Uğur kokar… Bir mumun ışığında gözleri kocaman olmuş… Temmuz gibi sıcak bir çocuk.
Sonunda beklediği köşeden çıkarıyorum kokuyu… Ve kokunun kaynağını. Deli gibi kanatlarımı açıyorum bir çırpıda, kanadım da koku ve yukarı daha yukarı… Bir bakmışım başım arşa değmiş… Gitmiyor ileri… Kahkahalarım inletiyor semayı, göz yaşına karışan… Oradan çarpıp düşüyor yer küreye…
Bir uzaylı benim dünyamın resmini çiziyor.Yukarılardan bir yerden bir cisim düşüyor, birden bir fırça çarpıyor kanadıma tak! diye, bir bakıyorum bu zavallının fırçası. Alıyorum elime başlıyorum çizmeye…
Temmuz gibi sıcak… Kış ortası yanıyor ortalık….
Ve kokunun kaynağı birden şimşek gibi çakıyor kanatlarımın altında. Bu bir gaz, yağ, alev, şarapnel kokusu…
Bu bir tarihin kokusu. Bu 24 Ocak 1993’ ün kokusu… Bu umudun, ölümün, yeniden doğuşun kokusu. Bu Uğur Mumcu kokusu. Gerçekliğinin, güzelliğinin, başkaldırışın, yoldaşı bulutun, kaleminin kokusu.
Kanatlarım sonsuzlukta, sonsuz uçuşlarını yapıyor. Bir Uğur gidiyor, binlerce uğur doğacak ümidi kalbimize yerleşiyor.
bir oğlum olacak adı temmuz
uykusuz
korkusuz
beter mi beter
ben beynimi satarak yaşıyorum
o benden proleter
bir oğlum olacak adı temmuz
karataşın göbeğinde aşk
karataşın göbeğinde barış
karataş çatladıçatlıyacak
bende bitmeyen kavga
onda yeniden başlıyacak
bir oğlum olacak adı temmuz
öfkede benden fırtına
sevgide deniz
ne samanyollarının ulu kervanları susuzluğumun
ne kutupşafaklarında tanrılaşması ilkelliğimin
temmuz gibi sıcak ve bereketli
temmuz gibi uçsuzbucaksız
ve arşa değen kanatlarımı umut için açıyorum, tüm yer küreyi kaplıyor. Karanfiller solarsa, başka bahara açar… Uğurlar olsun.