Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Mayıs '10

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Bu iki kişiyi Ak Parti mi bir araya getirdi?

Bu iki kişiyi Ak Parti mi bir araya getirdi?
 

Bu iki kişiyi Ak Parti mi bir araya getirdi?

Günlerdir “iktidarın komplosu” olarak sunulan çirkin bir olayla karşı karşıyayız. Kabullenmek istemediğimiz şeyler için olayla uzaktan yakından ilgisi olmayan her şeyi düşünürüz, söyleriz, sorarız da, bizi asıl sonuca götürecek o can alıcı soruyu soramayız.

Eski Adalet Bakanı Sayın Hikmet Sami Türk, sağduyunun sesini dile getirerek bu soruyu sormuş işte…

Bu iki kişiyi Ak Parti mi bir araya getirdi?

İnsan müthiş bir varlık… Doğruluğuna inandığı bir şeyi savunabilmek için akla hayale gelmedik kanıtlar bulabildiği gibi, aynı şekilde inanmadığını yerebilmek için de akıl almaz teoriler üretebiliyor.

Bir delinin kuyuya attığı taşı, kaç gündür 40 bin akıllı çıkaracağız diye uğraşıp duruyor.

Eskiden böyle şeyler ayıp sayılır, duyanların bile yüzü kızarırdı. Şimdi bu tür olayların failleri baskın çıkıp neredeyse kendileri dışındaki herkesi suçlayarak temize çıkmaya çalışıyorlar.

*****

Toplumdaki ahlâk yozlaşmasından hepimiz şikâyetçiyiz. Ancak yaptıklarımız, söylediklerimiz, savunduklarımız, alkışladıklarımız, beğendiklerimiz, idollerimiz, ön plana çıkardıklarımız, nedense hep ahlâken düşük tandasta olanlar.

Sonra da oturup hep beraber şikâyet ediyoruz.

Aslında ahlâkın “din kaynaklı insanî bir değer” olduğunu, dolayısıyla, iş ahlâkı, meslek ahlâkı gibi farklı farklı ahlâklar olmadığını, bir insan dürüst, namuslu, başkasına zarar vermeyecek bir yapıdaysa, bunu yaşamı boyunca her davranışında ortaya koyacağını başka bir yazıda anlatmıştım.

Dinle bağımızı kesmek için olmadık numaralar icat edenler, bir türlü “ahlâk” anlayışını benimseyemiyorlar ve onu yok etmek için ellerinden geleni yapıyorlar.

*****

Bu bağlamda en değerli ahlâki anlayış aile bağlarında ortaya çıkar. Aile toplumun temelidir ve çocukların ahlâkı öğrendikleri ilk ve en önemli mekândır.

Küçük yaşlarda bu atmosferi soluyamayan ve bunun insan için ne kadar önemli olduğunu belleklerine yarleştiremeyenlerin, ileride kendi çıkarları için her şeyi yapabilecek tıynette bir varlık olarak toplum içinde çıbanbaşı olmaktan öteye bir işe yaramadıklarını hepimiz biliyoruz görüyoruz.

Küçücük çocukların hayatını karartıp onları zehir pisliğine bulaştıran, daha lise çağlarında genç kızları cinsellik bataklığına sürükleyen, toplumu ayakta tutan bütün manevi değerlere saldırarak, milleti millet olmaktan çıkaran sapık yaratılışlı acımasızların hepsi bu mahlûklardır.

Bireysel olarak ahlaksızlığı çağdaş hayatın, özellikle de, başkaldırmanın, serbest yaşamın, başıboş dolaşmanın ve özgürlüğün bir şartı olarak her vesileyle zihinlere sokanlar, yeri geldiği zaman kendilerini korumak için “etik” değerlerden bahsediyorlar.

Etik kelimesini doğrudan ahlâk anlamında kullanıyorsak, sözcüğün yabancı dilden söylenmesiyle sanki dinle bağlantısı kesilmiş mi oluyor? Yok “ahlaka uygunluk” olarak anlıyorsak, “hangi ahlâka?” diye sormamız gerekmiyor mu?

*****

Bir siyasi parti liderinin internete düşen kasetiyle ilgili, öyle şeyler söylendi ki, sanırsınız suçu olmayan tek kişi, -pardon iki kişi-, sadece o kasette yer alanlar. Onun dışında herkes suçlu. Kameraları koyan, çeken, çekilmesine karar veren, bunu internete gönderen, internette yayınlayan, izleyen, bundan kötü bir anlam çıkaran herkes suçlu.

Eğer ortada asıl suç kabul edilecek bir durum yoksa, bütün bunlar neden suç kabul ediliyor ki… Bir yatak odası masuniyeti edebiyatı tutturulmuş gidiyor. Elbette kişilik haklarının en önemlilerinden biri özel hayattır. Kimsenin bunu delmeye ve deşmeye hakkı yoktur.

Velev ki aksi oldu diyelim, bir insanın yatak odasında eşiyle birlikte olmasından kime ne ki?

Buradaki yatak odası evli bir çiftin yatak odası değildir. Bütün bunları görmezden gelip, sadece çekim yapanların ve bunu servis edenlerin işlediği suç üzerinde durursak, mazrufu bırakıp, zarfla ilgilenmiş olmaz mıyız?

*****

Zarf ve mazruf konusunu da daha önce bir yazımda işlemiştim. Gençler bu kelimeyi bilmezler, çünkü artık kullanılmıyor. Böylece işlevi de bitmiş olmuyor elbette. Zarf, bildiğiniz gibi yazılı bir belgenin kabıdır. Mazruf ise o belgede yazılı olanlar.

Bir mahkeme tebligatı, bir haciz zaptı, bir tahliye emri, bir düğün davetiyesi, bir ölüm haberi, bir zarfın içinde gelebilir. Bazı zarflar allı pullu, bazıları basit, bazıları renkli, bazıları kare, bazıları diplomat tarzındadır.

Ancak zarfın şekli, rengi, deseni değil, içinde yazan şey önemlidir.

Yakın geçmişte Ergenekon bağlantılı pek çok olayda da, tüyler ürpertici cinayetler üzerinde durmak yerine, bunları Basın’a kim sızdırdı diye soruşturmalar açılmıştı hatırlarsınız.

Bir komplo lafıdır almış gidiyor. Komplo kelimesinin anlamını ben mi bilmiyorum, bu kadar okumuş yazmış adam mı bilmiyor anlamadım. Hani bazı Türk filmlerinde olur, bir erkeği ya da kadını sarhoş edip, kendinden geçtiği bir anda öteki cinsin kollarına atıp resimlerini çekerler, sonra da bununla şantaj yaparlar. İşte buna komplo deniyor bildiğim kadar.

Burada hükümetin kurduğu komplo nedir ey millet? Sayın Hikmet Sami Türk’ün dediği gibi,

“bu iki kişiyi hükümet mi bir araya getirdi?” Bu soruyu kendinize nasıl sormazsınız?

*****

Yazıya başlarken insanların inandıkları konularda kendilerini savunmak veya başkalarına saldırmak için akıl almaz dayanaklar bulduklarından bahsetmiştim.

Evet, inanmak işte böyle bir duygudur. Öyle olmasa, her gün kâinatta harikulade olayları yaşayanlar, sürekli insan gibi çözülmesi imkânsız bir varlıkla karşı karşıya olanlar, rengarenk çiçeklerin, bitkilerin, meyvelerin güzelliğini müşahede edenler, elbette böylesine mükemmelliğin bir yaratıcısı olduğunu kabul etmeyip, ineğe, ateşe, puta, taşa, toprağa tapabilirler miydi?

Ünlü bir televizyoncumuz da akıllara zarar bir yorumla bu kaset olayıyla suikast iddiası arasında bir bağlantı kurup, kolay kolay hiçbir senaristin akıl edemeyeceği bir serüven yazmış. Şöyle bir göz atalım mı?

………….

“Ortada bir suikast ihbarı da var bu katiyen unutulmamalı.


Kaset olayı ile suikast ihbarı olayı birbirine bağlı olabilir.


Suikast ihbarı gerçi kaset olayının ortaya çıkmasından sonra açıklandı ama ihbar kaset olayından önce yapıldı.
En azından bir suikast hazırlığı olduğu ihbarını parti üst yönetimi ve liderin yakınlarındaki insanlar biliyordu.


Şimdi şunlar olmuş olamaz mı?


Sayın liderin bir gündelik yaşam rutini var, evine gidiş saati uyduğu evi var tabii ki.

İhbar geldikten sonra ona 'Dikkatli ol, hayat rutinini değiştirmelisin, yoksa seni vurmaları kolaylaşır' denilmiş olabilir.


Bu nedenle de o kendi evine bile gitmemeye başlamış olabilir. Gün içinde üstünü değiştirmesi gerektiğinde bile kullanması için ona bir ev veya birkaç ev hazırlanmıştır.

Hatta o dönemde kendi evinde uyuması bile tehlikeli olacağından başka evlerde uyuması gerekmiştir.


Bu iş için kullanacağı evlerden bir tanesi yıllardır onun en yakınında çalışan ve özel kalem müdiresi olarak hayatının özelini de yakından bilen hanımın evinin de bulunması ihtimali yüksektir.

Hatta hayati tehlikeden kurtulmak için, uyumak amacıyla da o hanımın evini kullanmaya başlaması da şaşırtıcı olmaz.”

……………

”Pes!” diyor musunuz demiyor musunuz?

*****

Niyetim insanları zor durumda bırakmak değil. Elbette kimden bahsedildiği anlaşılıyor ama, ben özellikle kimsenin ismini yazmadım ve faillerden çok, olayın dışındaki insanların getirdikleri akıl almaz yorumlarla, nasıl bir psikoloji içinde olduklarını anlatmaya çalıştım. Sayın liderin kendi davranışları ve siyasi hayatındaki manevraları bu yazının konusu değildir.

Bazı partililer bunu bir güç ve kahramanlık gösterisi gibi algılayıp sayın liderin evinin önünde çadır kursalar da, bu olay bir insanın başına gelebilecek en yüz kızartıcı durumlardan biridir.

Para ve karşı cins, her insanın en zayıf noktasıdır. Eski casusluk filmlerini hatırlarsanız, en etkili silah olarak bu ikisinin kullanıldığını ve her seferinde de sonuç alındığını görmüşsünüzdür. Bunun için yapılan bir hatayı sürekli yüze vurmak, onları daha da fazla utandırmak istemiyorum.

Ancak onların bundan zerre kadar utanç duymamış gibi bir tavır takınmalarını, üstelik kamuoyunda bazı yazarların çizerlerin, “sadece bizim görüşün lideridir” yaklaşımıyla bu utanılacak durumu ters yüz etmeye çalışmalarını da hayretle ve esefle karşılıyorum.

Dünyada ne yazık ki benzerine çok rastladığımız bir olayda, bu kadar pişkin bir tavra şahit olmadığımızı da hatırlatmak isterim. Türk milleti, bu olayı, uzaktan kumandalı olarak birilerinin kendisine empoze ettiği gibi yorumlayamaz, yorumlamayacaktır da…

Bu mühendislik hesapları ilk başta biraz başarılıyormuş gibi görünse de, sonuçta, gerçeklerin ve en önemlisi niyetlerin ortaya çok daha sürpriz sonuçlar çıkaracağına inanıyorum.

Çünkü her şey henüz bitmedi.

 
Toplam blog
: 859
: 979
Kayıt tarihi
: 21.06.06
 
 

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu, ekonomik..