Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

16 Ocak '15

 
Kategori
Ruh Sağlığı
 

Bulantı

Bulantı
 

Yaşamayan bilmez ...


Yaşamı boyunca , hiç mide bulantısı çekmeyen  yoktur sanırım.Özellikle de bayanların bu sorunla en az bir kaç kez baş etme savaşı verdiklerini düşünüyorum. Hamileliği  bitinceye kadar bulantı çekenleri de duymuştum.

Hemen hiç aralıksız denilebilecek sıklıkta, yaşam kalitenizi sıfırlayıp ,hayatınızı zindana çevirecek yoğunlukta  yaşamadıysanız,  bilemezsiniz bulantı  illeti ile baş etmenin güçlüğünü.  Ben  her sabah  bu sorunla açtım gözümü,  gecelerim bu sorun yüzünden uykusuz geçti , gündüzleri ise tam bir kabustu...

Anılarımdan örnekler verdiğim bloglarımda hayli zorlanıyorum. Sözcükleri, ifadeleri daha bir özenle seçmem gerektiğini düşünüp  silip yazıyorum,şimdi olduğu gibi...    Birilerine  belki yardımcı olur,  en azından dua almama neden olur  umuduyla  başladığım yazımı, umarım  son anda,  yayına  vermekten  vazgeçmem ... 

Eğitim Enstitüsü'nde  okuduğum yıllar,  İstanbul'un ve Türkiye'nin  yüksek öğrenimdeki öğrenciler açısından en şanssız dönemiydi. Yollar, okullar savaş meydanıydı, her gün  çatışmalarda ölen öğrencilerin ismi yayınlanıyordu radyolarda. Ben ve benim gibi niceleri, böylesi zorlu bir ortamda  tüm yaşamlarını etkileyecek  acı anılar yaşamak zorunda kaldık . Büyük ve uzun soluklu bir sinir  savaşından  henüz çıktığımız sıralarda evlendik benim gibi öğretmen olan eşimle.   O da Ankara' da  aynı  tozlu havayı soluyarak bitirmişti eğitimini .

Aynı yöreden olmamıza karşın  değer yargıları birbirine benzemeyen aileler yüzünden  bir hayli sorunlu geçti ilk yıllar...  Ailelerin farklı bakış açıları,  hayat görüşleri,  birinin yanlışı diğerinin doğrusu olması gibi  zıtlıklar içinde,  doğal olarak  yıpranan örselenen biz olduk.

80'li yılların  başlarında soyadımızla  benzerliği olan Ege'deki bir ilçeye tayinimiz çıktığında büyük kızımız henüz bir yaş civarındaydı. Ben  evimizin karşısındaki  lisede  Edebiyat  derslerine giriyordum.  Evlerin içinde su yoktu  ve o zamanlar  hazır bez de yoktu ya da pahalıydı...Gençliğin verdiği güçle ve eşimin ev işleri ,çocuk bakımı konusunda verdiği  destekle dayanıyordum...Zaman zaman kızımıza bakıcı sorunu da yaşadığımız  o sekiz yılın  en kötü  zaman dilimi   ise, işte  o dertle  mücadele verdiğim  aylardı...

Önce  hafif , sonraları; yedirmeyen, içtirmeyen, uyutmayan  bulantılar başlayınca,  ildeki  özel bir doktora gittik. Röntgen çekildi, o zamanlar  MR yoktu.  Yaşlı doktor  hemen ülser teşhisi koydu ve onunla ilgili ilaçlar verdi.  İlaçları kullandım bir müddet  hiç bir şekilde  iyi gelmediği gibi daha da arttı bulantılarım. Kızımız o zamanlar 4 yaşlarında...  Yakınlarımızdan uzaktayız.   Derslere ölüm giriyor sanki, kendimde değilim.  Öyle  hafif değil sanki çıkaracakmış gibi bulantılar...  Ancak yaşayan bilir, nasıl kötü olduğunu...

Eşim " İzmir'e gidelim , bir de orada  muayene etsinler" dedi . Profesör bulduk dahiliyeci. Hoca, röntgeni çeken  doktorun teşhisini yalanladı."Bu filme göre sen  ülser falan değilsin" dedi.  Onun verdiği ilaçlar da iyi gelmedi...  Tekrar ona gittiğimizde  ise  beni, Ege Üniversite'sinde  yatmam için yönlendirdi. 

Üniversite'de  yattığım sekiz gün boyunca tahliller yapıldı. Endoskopi  o zamanlar uyuşturmadan yapılıyordu. Şimdi hatırladıkça  fena oluyorum... Sinirsel olabilir dediler ama  çözüm olabilecek  bir ilaç da vermediler ... Eşim  kızımla ilçede... Hala hatırladıkça gözlerimin dolduğu bir anıdır  kuzucuğumun o sözleri... O  zamanlar, öğretmenlerin  hem kapı hem yaka kartı takmak zorunluluğu vardı. Kızım ben hastanedeyken fotoğraflı yaka kartımı bulmuş. Babasına  "Bu benim annem,   annem bu benim  yaa" demiş. Yani benim bir annem var ama şu anda yok ... 

Döndük ilçeye,  raporum bitti ama ben hala bulantının esareti altındayım. Hiç unutmam; pencereden kış soğuğunda halı yıkayan  kadınlara bakıp nasıl ağlamıştım. Onların yerinde olmak için neler yapmazdım diye... Yaz tatiline daha iki ay var;  hastanedeki doktorlar  halimi görüyor  rapor vermiyor, oysa  istediklerine verdiklerini duyuyoruz...  Kelimenin tam anlamıyla sürüne sürüne gittim geldim okula...  Yaz tatili için Antalya'ya geldik.  Allah mekânını Cennet eylesin diye hep dua ile andığım Korkut  Yaltkaya  adlı profesör beni  hayata yeniden döndürdü.  Ona gittiğimizde eşim benim için "Doktorlara güveni kalmadı" demişti. O da,   bu durumu atlatacağıma ilşkin teminatı verdi ve gerçekten  şükürler olsun atlattım...  

Teşhis,  o güne kadar hiç duymadığımız şimdilerde ise hemen herkesin dilinde olan bir hastalıktı.  DEPRESYON...   Psikosomatik denilen  ruhsal çöküntü ve "birikimlerin" neden olduğu  vücudun zayıf olan bir yerinde tezahür eden  ruhsal  bir hastalık. Rahmetli hocanın  söylediğine göre  vücudumuzda hassas olan zayıf olan hangi organ varsa onu kıskacı altına alan bu tip rahatsızlıkların tıptaki adı  psikosomatik  hastalıklarmış...

Önce  oldukça  ağır  gelen, sonra yavaş yavaş dozu azaltılan  ilaçlar  etkisini göstermeye başladıkça adeta yeniden doğdum. 

Özellikle  gençler  için  yazdım  bu yazıyı...   Umarım   aynı sorunu yaşayanlara   bir katkım olur...

       

 
Toplam blog
: 307
: 1382
Kayıt tarihi
: 08.08.07
 
 

Emekli Türkçe öğretmeniyim.Şimdi Marmara Üniversitesi bünyesinde bulunan, Atatürk Eğitim Enstitüsü ..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara