- Kategori
- Ruh Sağlığı
Bulantı

Yaşamayan bilmez ...
Yaşamı boyunca , hiç mide bulantısı çekmeyen yoktur sanırım.Özellikle de bayanların bu sorunla en az bir kaç kez baş etme savaşı verdiklerini düşünüyorum. Hamileliği bitinceye kadar bulantı çekenleri de duymuştum.
Hemen hiç aralıksız denilebilecek sıklıkta, yaşam kalitenizi sıfırlayıp ,hayatınızı zindana çevirecek yoğunlukta yaşamadıysanız, bilemezsiniz bulantı illeti ile baş etmenin güçlüğünü. Ben her sabah bu sorunla açtım gözümü, gecelerim bu sorun yüzünden uykusuz geçti , gündüzleri ise tam bir kabustu...
Anılarımdan örnekler verdiğim bloglarımda hayli zorlanıyorum. Sözcükleri, ifadeleri daha bir özenle seçmem gerektiğini düşünüp silip yazıyorum,şimdi olduğu gibi... Birilerine belki yardımcı olur, en azından dua almama neden olur umuduyla başladığım yazımı, umarım son anda, yayına vermekten vazgeçmem ...
Eğitim Enstitüsü'nde okuduğum yıllar, İstanbul'un ve Türkiye'nin yüksek öğrenimdeki öğrenciler açısından en şanssız dönemiydi. Yollar, okullar savaş meydanıydı, her gün çatışmalarda ölen öğrencilerin ismi yayınlanıyordu radyolarda. Ben ve benim gibi niceleri, böylesi zorlu bir ortamda tüm yaşamlarını etkileyecek acı anılar yaşamak zorunda kaldık . Büyük ve uzun soluklu bir sinir savaşından henüz çıktığımız sıralarda evlendik benim gibi öğretmen olan eşimle. O da Ankara' da aynı tozlu havayı soluyarak bitirmişti eğitimini .
Aynı yöreden olmamıza karşın değer yargıları birbirine benzemeyen aileler yüzünden bir hayli sorunlu geçti ilk yıllar... Ailelerin farklı bakış açıları, hayat görüşleri, birinin yanlışı diğerinin doğrusu olması gibi zıtlıklar içinde, doğal olarak yıpranan örselenen biz olduk.
80'li yılların başlarında soyadımızla benzerliği olan Ege'deki bir ilçeye tayinimiz çıktığında büyük kızımız henüz bir yaş civarındaydı. Ben evimizin karşısındaki lisede Edebiyat derslerine giriyordum. Evlerin içinde su yoktu ve o zamanlar hazır bez de yoktu ya da pahalıydı...Gençliğin verdiği güçle ve eşimin ev işleri ,çocuk bakımı konusunda verdiği destekle dayanıyordum...Zaman zaman kızımıza bakıcı sorunu da yaşadığımız o sekiz yılın en kötü zaman dilimi ise, işte o dertle mücadele verdiğim aylardı...
Önce hafif , sonraları; yedirmeyen, içtirmeyen, uyutmayan bulantılar başlayınca, ildeki özel bir doktora gittik. Röntgen çekildi, o zamanlar MR yoktu. Yaşlı doktor hemen ülser teşhisi koydu ve onunla ilgili ilaçlar verdi. İlaçları kullandım bir müddet hiç bir şekilde iyi gelmediği gibi daha da arttı bulantılarım. Kızımız o zamanlar 4 yaşlarında... Yakınlarımızdan uzaktayız. Derslere ölüm giriyor sanki, kendimde değilim. Öyle hafif değil sanki çıkaracakmış gibi bulantılar... Ancak yaşayan bilir, nasıl kötü olduğunu...
Eşim " İzmir'e gidelim , bir de orada muayene etsinler" dedi . Profesör bulduk dahiliyeci. Hoca, röntgeni çeken doktorun teşhisini yalanladı."Bu filme göre sen ülser falan değilsin" dedi. Onun verdiği ilaçlar da iyi gelmedi... Tekrar ona gittiğimizde ise beni, Ege Üniversite'sinde yatmam için yönlendirdi.
Üniversite'de yattığım sekiz gün boyunca tahliller yapıldı. Endoskopi o zamanlar uyuşturmadan yapılıyordu. Şimdi hatırladıkça fena oluyorum... Sinirsel olabilir dediler ama çözüm olabilecek bir ilaç da vermediler ... Eşim kızımla ilçede... Hala hatırladıkça gözlerimin dolduğu bir anıdır kuzucuğumun o sözleri... O zamanlar, öğretmenlerin hem kapı hem yaka kartı takmak zorunluluğu vardı. Kızım ben hastanedeyken fotoğraflı yaka kartımı bulmuş. Babasına "Bu benim annem, annem bu benim yaa" demiş. Yani benim bir annem var ama şu anda yok ...
Döndük ilçeye, raporum bitti ama ben hala bulantının esareti altındayım. Hiç unutmam; pencereden kış soğuğunda halı yıkayan kadınlara bakıp nasıl ağlamıştım. Onların yerinde olmak için neler yapmazdım diye... Yaz tatiline daha iki ay var; hastanedeki doktorlar halimi görüyor rapor vermiyor, oysa istediklerine verdiklerini duyuyoruz... Kelimenin tam anlamıyla sürüne sürüne gittim geldim okula... Yaz tatili için Antalya'ya geldik. Allah mekânını Cennet eylesin diye hep dua ile andığım Korkut Yaltkaya adlı profesör beni hayata yeniden döndürdü. Ona gittiğimizde eşim benim için "Doktorlara güveni kalmadı" demişti. O da, bu durumu atlatacağıma ilşkin teminatı verdi ve gerçekten şükürler olsun atlattım...
Teşhis, o güne kadar hiç duymadığımız şimdilerde ise hemen herkesin dilinde olan bir hastalıktı. DEPRESYON... Psikosomatik denilen ruhsal çöküntü ve "birikimlerin" neden olduğu vücudun zayıf olan bir yerinde tezahür eden ruhsal bir hastalık. Rahmetli hocanın söylediğine göre vücudumuzda hassas olan zayıf olan hangi organ varsa onu kıskacı altına alan bu tip rahatsızlıkların tıptaki adı psikosomatik hastalıklarmış...
Önce oldukça ağır gelen, sonra yavaş yavaş dozu azaltılan ilaçlar etkisini göstermeye başladıkça adeta yeniden doğdum.
Özellikle gençler için yazdım bu yazıyı... Umarım aynı sorunu yaşayanlara bir katkım olur...