Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Ocak '09

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Bülbül yuvası

Okan: ... Oğlum işte ‘mini mini bir kuş donmuştu’ vardı ya, neydi o parçanın akorları? majör bir eserdi herhalde.

Tuncay: Ne bileyim abi ben. Yahu İsmet amca ben sana ne diyeyim, bıraktı gitti el kadar çocuğu şuraya, bekle gelsin artık.

Okan: Başa gelen çekilir hacı, bir iki saat oyalayacağız minik konuğumuzu.

Arda: Ben mini mini bir kuşu istemiyorum. Ben Athena’yı istiyorum.

Okan: Ulan nesle bak be. Athena’yı istiyormuş. Şimdi Arda’cığım ben istersen sana bir masal anlatayım. Öhüm! Vaktiyle Osmanlı zamanında yani devr-i saltanatta kendi halinde bir memur olarak çalışan ve mülayimliği ile herkesin takdirini kazanmış bir adam varmış.

Arda: Mülayim ne demek?

Okan: Canım efendi, uysal insanlara eskiden mülayim denirmiş. Mesela Tuncay ağabeyin de mülayimdir.

Tuncay: Ben mülayim falan değilim Arda, sen Okan abine bakma.

Arda: Sen de mülayim misin?

Okan: Bilmem, galiba öyleyimdir. Hem mülayim olmak kötü bir şey değildir. Neyse masala geri dönelim. Bu adam günün birinde emekli olmuş ama o zamanın şartlarıyla emekli maaşı geçincemesini sağlamamış. Derken buna komşuları demiş ki ‘senin hanım çok güzel yaprak sarması yapar, bir iki tepsi hazırlasın sen de kalabalık caddelerde, parklarda dolaşaraktan bu dolmaları sat’. Adamın da aklına yatmış ‘olur bu iş’ diye düşünmüş. Eee. Sonra şey olmuş. Şeye gitmiş, eee... Oğlum Tuncay uyudu herhalde bu çocuk.

Tuncay: Ne yapsın seni susturmak için başka çaresi mi kaldı sabinin, numaradan kapattı gözlerini işte. Hacı üstünü falan örtelim yazık, rahatça uyusun.

Okan: Hayır uyuduğu bir şey değil masal yarıda kaldı ona üzüldüm ben. Masalın gerisini sana anlatayım mı babacan?

Tuncay: Oğlum git işine be. Gerek yok istemem masal falan. Hem ben o masalın sonunu biliyorum. Gökten üç tane elma düşecek sonuncusu da bu masalı dinleyenlerin başına isabet edecek değil mi?

Okan: Valla doğru. Nereden bildin... Hafız olmazsa içeriye mi götürsek Arda’yı. Rahatça uyusun bari.

Arda: Heyooo!!! Ben uyumadım ki kandırdım sizi.

Okan: Ulan kerata. Maytap mı geçiyorsun bizimle.

Arda: Maytap ne demek?

Okan: Yavrum iyisin hoşsun da sen iki dakikada bir ‘O ne demek, bu ne demek’ diye sorarsan nasıl muhabbet edeceğiz seninle. Hem nerede kaldı senin deden? ‘Akşam olmadan gelirim’ demişti baksana hava karardı.

Tuncay: Oğlum çocuk ne bilsin. Şimdi ağlama tiribine falan girerse sakat olur hem, öyle sorular sorma çocuğa.

Okan: Yok lan. Aslan gibi delikanlı o, ağlar mıymış hiç. Öyle değil mi Arda. Gerçi sen şimdi delikanlı ne demek diye soracaksın ama.

Arda: Delikanlı ne demek?

Okan: Al buyur. Ne diyeyim ben şimdi bu çocuğa. Şimdi Arda’cığım hani bu Pikaçu falan var ya. Yani kötülerle savaşan böyle her şeyden tırsmayan...

Arda: Tırsmak ne demek?

Okan: Yani korkmak. Off. Tuncay yoruldum oğlum ben.

Tuncay: Aa bak afacanlar başladı televizyonda. Ardacığım bak millet senin yaşında televizyonlara çıkıyor sen hala burada ‘Maytap ne demek, muytap ne demek’ diye sağa sola ecel soruları sormakla vakit geçiriyorsun.

Arda: <ı>Bizler gençliğiz savaşıyoruz, faşizme karşı, savaşacağız döktüğü kanda boğana kadar...

Tuncay: Haydaa! Oğlum Okan çocuğa bu marşları niye öğretiyorsun hacı. Ayıp olur İsmet amcalara bak, cenazeye gidiyoruz diye yarım günlüğüne emanet ettiler şunun şurasında.

Okan: Ben öğretmedim hafız. Teyp açık sabahtan beri oradan kaptı herhalde. Hah İsmet amcalar da geldi.

İsmet amca: Nasılsınız çocuklar. E Arda ne yaptı, zorluk çıkarmadı ya size?

Okan: Çıkarır mı hiç dedesi, maşallah aslan gibi o. Ehe eh. Ulan Arda ne adamsın be.

Arda: Dede ben büssürü şarkı öğrendim. Sonra dondurma yedik, masal bile öğrendim.

Tuncay: Valla İsmet amca senin torunda müthiş bir öğrenme kapasitesi var hatta benim yerime derslere o girseydi şimdiye İktisat miktisat bitmişti yani.

İsmet amca: Sağ olun çocuklar, bizim torunu bayağı eğlendirmişsiniz anladığım kadarıyla. Neyse biz çıkalım artık. Babası birazdan gelecek çocuğun. Merak etmesinler bizi.

Arda: <ı>Ordu madalya göndermiş Yusuf’u vuran çavuşa.

İsmet amca: Oğlum bu ne biçim çocuk şarkısı böyle.

Okan: Valla bizim kabahatimiz yok İsmet amca, senin torun maşallah Türksat alıcısı gibi, teybe Grup Yorum’un kasetini koymuştuk o da bütün marşları, türküleri öğrenmiş.

İsmet amca: Ulan bir işi de tam yapın be, eşek herifler sizi, çocuğu iki dakikada anarşist yapmışlar.

(Akşam üzeri)

Okan: Oğlum ara işte hatunları niye tiri viri yapıyorsun ki? ‘sinemaya gidelim mi’ diyeceksin hepsi bu.

Tuncay: Şekilcan Gözde’ler senin de arkadaşın, niye hep ben arıyorum onları, sen ara bir kere de.

Okan: Ben aramam oğlum.

Tuncay: Haydaa! E anasını satayım sen ağır adamsın da biz Mıckey Maus muyuz? Aramıyorum abi.

Okan: Tamam hacı tamam. Ver şu telefonu. Neydi bu kızların numarası. Hah çalıyor. (Tuncay: Çalmasaydı bari) Alo Gözde Okan ben. Naber. İyilik sağlık diyorsun. Ben şey için aramıştım. Bu akşam şeyseniz yani boşsanız şeye, sinemada film var da. (Tuncay: Allah allah çok ilginç be. Demek sinemalarda film de olabiliyormuş.) Hangi film mi? ... ne bileyim bir sürü vardır nasıl olsa. Haa. Oldu o zaman. Başka zaman inşallah, Ebru’ya da selam söyle. İyi akşamlar...

Tuncay: Gelmiyorlar değil mi?

Okan: Gelmiyorlar abi.

Tuncay: İyi de birader, iş üstünde basılmış falcı gibi ‘Eee üüü’ diye konuşursan niye gelsinler ki?

Okan: Uzatma be oğlum. Feray’ları ararız biz de. Hatun mu kalmadı memlekette.

Tuncay: Okancan iyi de o Feray geyiğin teki be oğlum. Çekemem şimdi iki saat onun mır mırını ben. Hele o arkadaşı. Neydi o Aysun muydu, Ayça mıydı?

Okan: Ne .oksa abi arıyorum ben.

Tuncay: İstersen söyleyeceklerini kağıda yazayım babacan. Yine iki saat saçmalarsın şimdi sen.

Okan: Gerek kalmadı hoca, bunların telefonu kapalı. Aslında direkt kale içine gitsek orta halli bir ortam yaratabiliriz kendimize.

Tuncay: O zaman gidelim abi. Hadiseyi kendimiz kotaralım... Aaa İsmet amca’lar geldi hayırdır bu saatte.

İsmet amca: Ya çocuklar, bizimkiler Trabzon’dan uçağa binmişler benim onları hava alanından almam lazım, Arda’yı da araba tutuyor, Saliha teyzeniz de hasta, bir iki saat size bırakmam lazım çocuğu.

(Akşam)

Arda: <ı>Bin dokuz yüz yetmiş yedi, unutulmaz yılın adı, bir Mayıs bayramı idi sorarlar bir gün sorarlar.

Okan: Oğlum Tuncay bu çocuğa habire çikolata alıp duruyorsun, midesi falan bozulmasın sonra.

Tuncay: Almayınca da ağlıyor hafız. Ulan Arda senin yüzünden sap gibi çakıldık kaldık evde. Yakışır mı yoldaşlığa?

Arda: Sap ne demek?

Aynadaki.

Okan Ünver

 
Toplam blog
: 104
: 489
Kayıt tarihi
: 06.03.08
 
 

1978 doğumlu Antalyalı bir müzisyenim, devamını ben de bilmiyorum..