Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Haziran '08

 
Kategori
Eğitim
 

Çalışan ve üreten insan olmak

Çalışan ve üreten insan olmak
 

“Çalışırken en çirkin insan bile güzeldir.” (Hz. Muhammed)

“Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi de ahiret için çalış.” (Hz.Muhammed)

Bir fiilin bu kadar yüksek perdeden övüldüğü hiç görülmüş mü? Evet her inanç sisteminin temel kuralları vardır. Bizim inanç sistemimizin de temel prensiplerinden biri de çalışmaktır. Yine bizim atasözlerimizin arasında, “Gezen çakal, yatan kurttan daha iyidir.” diye bir söz vardır. Bu veciz sözler üzerine aslında pek bir şey yazmaya pek de gerek yoksa da birkaç söz de biz yazmaya çalışalım. Çalışma deyince ders çalışma kısmıdır bizi ilgilendiren. Yirmi yıldır öğrencileri ÖSS ve OKS’ye hazırlıyoruz. Çalışanla çalışmayanın farkını çok iyi biliyoruz. Öğrencilik döneminde çalışan öğrencilerimizi şimdi değişik kurumlarda işini icra eder durumda gördüğümüzde mutlu oluyoruz. Kimisi avukat, kimisi doktor, kimisi eczacı, kimisi mühendis, kimisi öğretmen. Çok çeşitli meslek erbabından öğrencilerimiz var. Bizlerin onlar üzerinde az da olsa emeğimiz olduğundan, başarılarına katkı sağladığımız için kendimizle de gurur duyuyoruz. Doğrusunu isterseniz bazen de işlerimize yarıyorlar. İşimiz düştüğünde bizlere yardımcı oluyorlar.

“Çalışmak bizi şu üç büyük beladan kurtarır: Can sıkıntısı, kötü alışkanlıklar ve yoksulluk.” (Voltaire)

“Çalışanlar, kötülük düşünmeye vakit bulamazlar. Çalışmayanlar ise, kendilerini kötülükten kurtaramazlar.” (Hz.Ali)

“Sakın oturduğunuz yerden, Allah'ım rızkımı ver, deyip durmayın. Biliyorsunuz ki gökten ne altın yağar, ne de gümüş...” (Hz. Ömer)

Miskinlik kadar insanı yoran başka bir şey yoktur. Çalışmak insanı yormaz. Yeter ki isteyerek çalışılsın. Boşuna dememişler “İşleyen demir ışıldar.” diye. Bana sorsalar hayatta en kötü şey nedir diye, İlk önceliğe alacağım şey “işsizlik” olur. İnsanı en çok yoran şey bir şeyler yapamamaktır. Bunu her kuşak yaşar. Ruhsal ve bedensel rahatsızlıkların çoğu tembellikten kaynaklanır.

Bana sorarlar, “Niye bu kadar çalışıyorsun?” diye. Birçoğuna verdiğim cevap “Dedikodu yapmamak için.” şeklinde olur. Evet, geniş manada düşünürsek çalışmak; birçok sosyal hastalıktan kurtuluşun ilacıdır. Daha da ileri gidersek dini acıdan günah riskini azaltır.

Çalışmanın insanı yormadığını, aksine dinç yaptığını iyi bir izleyici iseniz görürsünüz. Ancak her gün küfrederek işe gidenlerden bahsetmiyorum burada. Yakın çevrenizi izleyin. Göreceksiniz ki, iş hayatında iken aktif, verimli ve çevresine olumlu enerji yayan bir insan emekli olduktan sonra içine kapanık, uyumsuz biri olup çıkmaktadır. Eğer emeklilik hayatında ikinci bir iş yapmıyor ve üretmiyorsa uzun ömürlü olmuyor. Emekli olunduktan 3-5 yıl sonra bu dünyadan göçülüyor. Eğer onu hayata bağlayan maddi değeri küçük de olsa üretilen bir şey varsa kişi, hem yaşamaktan haz alır hem de çevresine faydalı olur; tecrübelerini başkalarına aktarır. Bunu önceden sezenler emeklilikten sonra kendisini meşgul edecek basit bir iş buluyorlar. İş yapmayanlar da sivil toplum örgütlerinde aktif rol alıyorlar. Bazıları bunlara: ”Çalış, çalış! Bu dünyaya kazık mı çakacaksın? emekliliğin tadını çıkar “vs gibi sözler deseler de bu emekliler kendi sağlıkları için çalışıyorlar. Bunlar hayat kitabını okuyabilen insanlardır. Aynı eleştiri gençler arasında da yaşanır. İyi çalışan gençlere arkadaşları inek lakabı takarlar. Eeee, çalış aslanım çalış, inek olacaksın diye. Bak dudakların yeşillendi falan… Ne kadar cahilce takılmalar bunlar.

İnsanların faydalanacağı eser bırakan ve de Müslüman olan bir kişinin amel defterinin kapanmayacağı din alimleri tarafından söylenir. Bu ifade doğrultusunda insanı diğer canlılardan ayıran özelliklerden biri de üretmektir. İnsanlara faydalı olan bir şeyler üretmek, mutlulukların en güzeli olsa gerek. İnsan ürettikçe kendini bulur ve özgürleşir. Üretimden haz duymak gerekir. Üreten insan mutlaka karşılığını alır. Bu karşılık her zaman parayla ölçülecek diye bir şey yoktur. Elbette çalıştığında alnının terinin karşılığını alacaksın ama biraz da ülken için hem çok hem de temiz çalışacaksın.

Ülkemiz çalışmak isteyen kişi için cennet konumundadır. Ancak planlama olmadığından iş yok gibi görünüyor. Bu yüzden toprak terk ediliyor ve şehirlere göç ediliyor. Dolayısıyla hazır tüketen %70’lik kesim ve onu besleyen %30’luk kesim ortaya çıkıyor. Millet şehirlere göç edince her taraf işsiz kaynıyor.

Ülkemizde işsizler ordusu mevcut. Peki, bu insanlar ne yapar? Hazır yer ve hazırı tüketirler. Çünkü bu ordunun iş yapma yeterliliği yok. Bir meslekleri yok. Ama şu mazeret her işsizin dilindedir. ”İş var da çalışmıyor muyuz? Üretme imkânı varken üretmeden tüketiyorlar. İki türlü zarar ortaya çıkıyor. Hem üretmiyor hem de tüketiyor. Evet, geri kalmışlığımızın en büyük nedenlerinden biri de bu.

Ülkemizde kahveler işsizlerle doludur. Akşama kadar pişpirik oynarlar. Bunlara sorarsanız cevapları hazırdır; ”İş mi var çalışalım. (Bir büyüğümüzün dediği gibi, “benzin vardı da biz mi içtik?”) Türkiye geneline bakıldığında milyonlarca insan kahvelerde boş boş zaman geçiriyor. Aynı şekilde evlerinde televizyon seyrederek üretimden uzak zaman tüketiliyor. Bu israf gelecek nesillerimize daha dar bir dünyanın bırakılması demektir.

Hayatın kaynağı enerji ve hareketliliktir. Fen ilmine göre eşyanın en küçük yapı taşı olan atomun sürekli hareket halinde olduğunu biliyoruz. Canlıları oluşturan hücrelerin de sürekli yenilenme içinde olması, hiç durmadan dünyanın dönmesi, kâinatın durmadan yenilenmesi, insanın hareketliliğini zorunlu kılmaktadır. Kesintiye uğramadan bir hareketliliğin devam etmesi gerekiyor. Kesintinin olması evrenin tahrip olması demektir. İnsanın durması kendinin sonunu getirecektir. Öyleyse, insan da akmalıdır, dönmelidir ve bir şeyler yapmalıdır. Yani insan çalışmalı ve üretmelidir.

İnsanı çalışmak ve üretmek yeterliliğinden mahrum düşünmek mümkün değildir. İnsanı güçlü kılan ve onu yücelten değer çalışmak ve üretmek yeterliliğidir. Ey insan! Eğer üretmiyorsan neden yaşıyorsun? Üretmeyen insanın her hangi bir şeye faydası dokunabilir mi? İnsanın yaratılış gayelerinden biri de, onun bir şeyler üretmesidir. Üretmeye sadece ekonomi penceresinden bakmamalıyız. Üretmek insana kimlik verir, insana güven ve aidiyet duygusu verir. Üreten insan güçlüdür, hürdür, ürettiğinden haz duyar. Üreterek özgürleşmeliyiz. Üretmenin hazzını yaşamayan, zevkini tatmayan boşuna yaşamıştır. Burada belirtmeden geçemeyeceğim. Eğer çalışarak üretmiş olsaydık (sayın büyükler) müesseselerimiz özelleştirme kapsamında yabancıların eline geçmezdi. Bunlar benim düşüncelerim. Aksi olan düşünceler ve yaşantılar yok mu.? Elbette istisnaları olsa da vardır. Ama benim bahsettiğim tarz onurlu olanıdır.

Çalışmak küçük yaşta kazanılan bir alışkanlıktır. Çalışmanın mutluluğu küçük yaşta tadılmazsa sonradan tatmak çok zor olur. Eskiden bu iş çok daha kolay oluyordu. Ebeveynler çocuklarına küçük yaşlarda basit işler verir onların ev halkına yardımcı olmalarını sağlarlardı. Çocuklar bir şeyi başarmanın hazzını yaşar, aile içi aidiyet duyguları gelişirdi. Bu küçük işler zamanla büyür, çocuklar bir süre sonra kendi işlerini görür hale gelirlerdi. Bu beceri ve kabiliyetler yaşamda yalnızlık çekmelerini ortadan kaldırır, çocuk üniversiteyi kazandığında çocuğun arkasından gittiği yere göç başlamazdı. Ancak şimdi ebeveynler çocuğa en küçük bir iş yaptırmaz, sen anlamazsın, yapma kırılır, bakkala giderse kaybolur gibi korkularla çoğunlukla beceriksiz çocuk yetiştiriyoruz. İyilik yaptığımızı zannederiz ama onlara en büyük kötülüğü yapıyoruz. 15–16 yaşına gelmiş kız öğrenciye soruyorum arada bulaşık yıkıyor veya bir salata yapıyor musun diye, hayır diyor. Eee, sen nasıl ruhunu dinlendiriyor ve ailenden aferin mükâfatı alıyorsun. Ne zaman alışacaksın? Beyefendi lise çağına gelmiş, daha henüz bakkaldan ekmek almayı siftah etmemiş. Aileler: bunları çalışmamaya siz alıştırıyorsunuz ondan sonra ağlıyorsunuz. Çocuklarınıza çalışma hususunda acımayın. Onlar ne kadar çok çalışırlarsa ileride ayakları üzerinde durmaları o kadar kolay olacak. Ancak dinlenmelerine, kendilerini ifade etmelerine, sosyalleşmelerine de mutlaka fırsat fırsat verin.

Medeni ve çağdaş olmanın kışın soğuğunda, yazın sıcağında rahat yaşamanın yolu çalışmaktan geçer. Konforlu evlerde yaşamanın, lüks arabalara binmenin, güzel giyinmenin, lezzetli yemekler yemenin yolu çalışmaktan ve üretmekten geçer. İnsani duygu daha iyisine en iyisine ve ulaşmak için çabalamayı gerektirmez mi? Öyleyse daha iyiye, daha güzele sahip olmak için çalış ve üret kardeşim. Çocukların için, ülken için, huzurun için, sağlığın için çalış.

İsmet Yalçınkaya

 
Toplam blog
: 137
: 1557
Kayıt tarihi
: 23.06.08
 
 

1963 yılı Trabzon Of doğumluyu. Emekli Öğretmenim Eğitimle ilgili konulara ilgim uzun yıllar önce..