Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Nisan '13

 
Kategori
Öykü
 

Çamlar konuşunca

Çamlar konuşunca
 

Kuşadası


Karaçamlar Karadeniz’in hırçınlığıyla tanışıklıydı. Yaşlı gövdelerine inat dökmeyen iğne yapraklı dalları yine yeşildi. Hiçbir mevsim onları solduramıyordu. Dal uçlarında üzüm salkımı gibi Karadeniz’in kıyıyı döven dalgalarına aldırmadan direniyorlardı; ardı sıra acımasız rüzgar dal uçlarında ulaşıyordu onlara.

Ellerini dokundurup durdu bir süre. Karaçamları yıllar önce avuçları arasında, “ Dikme, bunlar burada tutmaz ! “ diyenlere inat toprağı derin kazarak dikmişti.

Karadeniz yine öyle acımasızdı. Kıyıları döven dalgalar günün coşkusunu yenemedi. Durmadan, dinlenmeden suladığı fideler boy atmıştı. Usundan hızla yılları geçirdi. Bir delikanlılık yaşı kadar uzaktaydı o günler. Çocukların kırmaması için bağırmaları, sürtünen hayvanları koşup kovalamaları dün gibi yakındı yüreğine.

Karaçamlara dokununca yıllar öncesine uzanmıştı. Bu eller yıllar önce onlara can veren ellerdi. Geleceğe bıraktığı her şey unutulmuştu, ama bunlar işte geçmişi ona bir kez daha yaşatıyordu.Dolanıp durdu karaçamların çevresinde. Karadeniz’in çoğalıp gelen dalgalarında o günlere yaslanıp kaldı öyle. Sığındığı tek katlı ev hâlâ yerindeydi. Köyün çamurlu yolları parke taşla döşenmişti. Eski okulun kuzeyinde yapılan üç katlı yeni okul Karadeniz’e daha yakındı. Kuzey duvarı esip gelen Karadeniz’in dalgalarına karşı dururken yeşile boyanmıştı. Duvarların içi yer yer kabarmış, boyları dökülmüştü.

Akşamın alacasında mersedesi karaçamların altına çekip indi. Birlikte geldiği arkadaşına: “ İşte yıllar önce, tutmaz diyenlere inat, çamlarım ! “ derken bıyıklarının terlediği yıllara uzanmıştı. Yeni okulun merdivenlerini çıkarken kendiliğinden açılıp kapanan kapıya bakmadan edemedi. Bir süre baktı öyle. Hemen merdivenleri adımladı. Merdiven başında karşılayan, “ Hoş geldiniz. “ dedi. Bakışları  kimsiniz, ne arıyorsunuz sorularının yanıtını bekliyordu. Beklenen soruları yanıtlamadan ona da karaçamları, yıllar öncesini anlattı.

Yıllar önceki öğretmen, yerini almış bulunan genç bayana meslektaş olduğunu duyurdu. Böylece yakınlaşma, tanışma ortaklıklara dönüştü. Türkçe öğretmenliğini okul yöneticiliyle birlikte üstlendiği yılları, eski okulu, karaçamları, koyulaşan söyleşi içinde anlatıp durdu. Konuk anlattıklarını bitirince  yeni okulun hangi zorluklardan geçilerek yapıldığı konuşuldu. Geride kalan yıllara , karaçamları büyütmek için çektiği sıkıntılara vahlanmadı.

Ayaküstü başlayan konuşma çay keyfiyle sürdü. Ocağa sürülen çaydanlık kısa sürede kaynadı. Okul hizmetlisi çayları sunarken saygılıydı.  Önce konuklara, sonra okul yöneticisine bakarak bir şey isteyip istemediklerini bekledi. Sonra odadan geri geri çekilerek çıktı. Dışarıda Karadeniz’in yağmuru sürerken hırçın dalgalar Okulun kuzey duvarını hızla dövüyordu.      

Oturduğu koltukta  otuz yıl geriye döndü. Yağmurlu bir günde köyün yokuş yollarını tırmandığımı anımsadı. O günler ne köy yolları parke taşlıydı, ne de mersedes vardı. Mutlulukla hüzün buluştu yüreğinde.Karşısında oturan bayan yöneticide karaçamları dikerken duyduğu özlemi gördü. Yeni okulu donatıp güzelleştirmek için didiniyordu. Elinde fırçasıyla seçtiği renkleri okul duvarlarında konuşturmuştu. Resim öğretmenliği ötesinde sanatçı kimliği duvarlarda iz bırakmıştı. Resimden anlayan her kişi sıradan bir öğretmen olmadığını anlayacaktı.

Kendinden sonra gelen bu adımlar çoğalarak sevinçle hüznü buluşturdu yüreğinde. Bıraktığı boşluğun yetenekli bir öğretmence doldurulduğunu görmesi onu mutlu kılmıştı. Karaçamları diktiği aşk boy vermişti.

Akşam karanlığı Yeniköy’ün sokaklarına çökmüştü yine. Eskiden de böyle olurdu diye geçirdi usundan. Mesleğe birlikte başladığı Namık, Durusu’da sürdürüyordu uğraşını. Yılmamış, yıkılmamış ayaktaydı. Çevresiyle kucaklaşması, gecenin bir vaktinde kapısının yardım isteğiyle çalınması övünülecek bir olaydı. Yanındaki arkadaşı bunları yaşamasa da şimdi anlatılanlara tanık oluyordu.

Okul yöneticisi  Ayla övgü dolu sözler alınca bir hoş oldu. Ne diyeceğini bilemedi. Namık otuz yıl önceki atılımı bir kez daha yineleyip durdu. Bu başarıların altında yatan sevgi yeni okulla büyümüştü.Yeni okulun dersliklerini tek tek gezdi. Kitaplık yapılan dersliğe geldiğinde yüreği burkuldu.Masalara yayılmış tek tük kitaptan başka bir şey yoktu. Şimdi çalıştığı özel okulun beş bin kitaplığı belirdi usunda. Beyinleri beslenemeyen çocuklar nasıl yarışacaktı başkalarıyla. Üzüldü. Sonra bilgisayar dersliği belirdi gözünde. İlköğretim çağında gelişmiş araçlarla karşılaşan çocuklar yarışta Yeniköylüleri geçecekti kuşkusuz.

Bu konuda kendini suçlamıyordu. Orada, geride boy atanlara baktığında bir bakıma seviniyordu da . Ancak, gerçek gününde yaşadıklarından çok uzaktı. Artık Yeniköyler  ülke boyutlarında  çocuklarını geride tutmak zorunda kalacaklardı. Bu yarış paranın yarışıydı. Parası olan öndeydi. Yazıklandı yüreği, tutamadı  gözyaşlarını.

Çağlayan köyü düştü yüreğine kilometreler uzakta olsa da! Kara lastikle gittiği köy okulu, Tunceli öğretmen okulu, Buca Eğitim Enstitüsü yılları canlandı gözünde. Bugünün çocuklarının bu şansı kalmadı diyeydi o gözyaşları.

Mersedese oturup arkadaşını da ön koltuğa aldı. Yan yanaydılar. Arabanın ışıkları Karadeniz’e sırtını dönmüş yeni okulu bir süre aydınlattı. Yeniköy’ün döşenmiş sokaklarından inerken, “ Bak bu fırın hâlâ duruyor .” diyebildi ancak.  Sonra, “ İşte oturduğumuz kahve ! “  diye gösterirken dününü anlatıyordu. Değişen, değişmeyen yan yana, iç içeydi.

Dününe uzanınca bir gece kapısının “ küt küt “ vuruluşunu anımsadı. Yüreği de kapının sesi gibiydi. Kapıyı yumruklayan ses kadın sesiydi . Korkuları artmıştı. Açayım mı, açmayayım mı diye gitti geldi bir süre. Kadın sesi olunca duramadı, çünkü duymayalı aylar olmuştu.Yeniköy’ün parke taşla döşeli sokaklarını geçerken uzaklarda kalan yaşanmışlığı göz kırpıyordu. Duramadı kapıyı hızla açtı. Gelen Aysel’di . Gündüzleri uzaktan uzağa baygın baygın bakan Aysel. Kimsin, ne istiyorsun demedi. Artık onları durduracak bir güç yoktu tek katlı ahşap evde.

Köyün uykuya daldığı saatlerde çamurlu sokakları yokuş yukarı koşarak ulaşırdı Suat’ın tek katlı ahşap evine. Soluk soluğa yumruklardı kapıyı. Suat “ küt küt “ sesleriyle hızla doğrulurdu büzüştüğü yatağından. Soğuk aman vermezdi. Ama onu dinleyen kim!

Yeniköy’ün sokaklarını geçerken  “ kayıp yıllar “ diye mırıldandı. Ön koltukta oturan arkadaşı anlamadan yüzüne baktı . “ Ne o geçmişle mi hesaplaşıyorsun ? “ diye sordu. O, yalnızca gülümsedi .

 Yeni okul   yöneticisi Ayla, Ayselli yılları getirmişti usuna . “ Bu kadar benzerlik nasıl olabiliyordu ! “ diye kendine sorarken arkadaşı onu dalgınlığından söküp aldı. “Yeniköy’ün dar sokaklarındasın , dikkat et arabayı vuracaksın .” uyarısıyla geçmişten koptu . Ayselli yıllardan arkadaşı habersizdi .

Mersedes Karadeniz’i arkasında bırakıp Durusu’ya yöneldi. Çok sürmedi. Durusu ilköğretim okulunun önünde durdu. Akşam karanlığına inat sokak lambası aydınlatıyordu ortalığı. Okul bahçesinde dikilen adama : “ Namık Bey burada mı? “ diye sordu . İSKİ’nin kazdığı çukura düşmeden arabayı okul bahçesine soktu . “ İnelim . “ dedi .

Namık’ın evi okula bitişikti. “ Beni izleyin. “ deyince adamın peşinden birlikte yürüdük. Lojman kapısının ziline iki kez dokundu adam. Tek kanatlı kapı açılınca otuz yıl önceki arkadaşını karşısında buldu. Bir süre bakıştılar birbirine. “ Bak bak tanırsın ! “ diye takıldı Namık’a. Namık iki basamak aşağı inerek sarıldı arkadaşına. “ Nerden böyle , akşamın karanlığında baskın mı var? “ diye yanıt beklemeden içeri aldı arkadaşını. Hemen arkasında duran eşi Sabriye, “ Aa bu bizim Suat değil mi ? “ derken en yakınına sahip çıkmanın coşkusu, yılların içinden çıkıp gelen dostluğu sesinde yaşattı. Suat  hemen yanıtladı, “ Evet, ta kendisi. “ deyince lojmanda şenlik başladı. Arkada kalan arkadaşını unutmuştu. Geri dönerek, “ Arkadaşım Umut. “ diye tanıttı .

Yine kömür sobası yanıyordu. Unuttuğu kömür ateşi vurunca yüzüne yalnızlığına sığındığı Yeniköy’deki soğuk kış geceleri düştü yüreğine. İşte orada duran Ayseli de görmezlikten gelmedi. Soğuğa meydan okurcasına birbirini ısıttıkları uzun kış geceleri şimdi daha yakındı ona. Namık’ın gözlerine bakınca bunları düşündü. Kimbilir belki de Namık’ın da usunda aynı şeyler vardı.

Namık öğretmen tek katlı evine konuk ederken duyduğu sevinç sesindeydi.  Konuklarını ağırlamanın telaşı içindeydi. “ Nerden düştün böyle, hele anlat!   Suat neyi, nasıl,  nereden başlayarak anlatsaydı. O hâlâ Ayselli gecelerdeydi. Unutulmamış günlerden,  birlikte oldukları yıllardan başlayarak yol aldı konuşma süresince.

Sabriye öğretmen çarçabuk sofrayı donattı. Yerde oturduğu yıllar geride kalmıştı. Artık yemek masası, çatal kaşık, ayrı ayrı tabaklarda sunulan yemekler daha güzeldi. Yemeklerden gelen kokular Suat’a, arkadaşına açlıklarını duyurdu .

 Namık öğretmenin evi o akşam başka şenlendi.Otuz yılın düğümlü bohçası açıldı.Geç saatlere kadar konuşulup duruldu. Yanındaki arkadaşını meslektaşım diye tanıttı dostlarına. “ Bu da sizin gibi  dost ! “ deyince arkadaşı daha yakın durdu evdekilere. Artık giderek yabancılık azalıyordu .

İki kafadar,  mersedes altta olunca dağ tepe demeden doğaya aşık gönülleriyle yollara düşüyorlardı. Sabahın köründe cep telefonu çalınca uzanıp aldı. Telefondaki ses Suat’ındı: “ Acele et, saat yedide yoldayız ! “ Hazırlanmasına yarım saat vardı. Her sabah Kartal sahilini kat etme koşusu başka bir sabaha kalmıştı. Yaşam boyu koşu ilkesiydi. “ Olsun ! “ diye yanıtladı telefonu.

İstanbul’un batısına yönelip birinci Boğaz Köprüsü’nden geçtiler.Ver elini  Halkalı, Habibler, Sultan Çiftliği  derken Yeniköy’de durdular. Mersedesin homurtusu kesildi.  Karadeniz’in estirdiği rüzgar yağmurla buluşunca arabanın içini arar oldular. Bıraktığı karaçamları büyümüş, duruyordu işte. Sevincini Ayla ile paylaşırken  gözlerinde usundan, yüreğinden çıkaramadığı  Aysel’i gördü. Artık, Ayla’ya da anlatamazdı ya Aysel’i. Yalnız derinden baktı Ayla’ya. Burada olsaydım, bu okulda çalışsaydım özlemini duydu.

Namık öğretmenin yanan sobası Suat’ı, arkadaşını terletmişti. Önce ceketlerini, sonra kazaklarını çıkardılar. O gecede geride kalanlar bir bir dile getirildi. Karı kocanın Suat’ı Aysel’le evlendirmek istemeleri ne yazık ki gerçekleşmemişti. Rize’den kalkıp gelen babası olmaz deyince akan sular durmuştu.

Karaçamlar Ayla’nın ellerine teslim edilirken Suat’ın düşleri yeniden yeşermeye başlamıştı. O yalnız gecelerinde Aysel’i onda görüyor onu bekliyordu. İstanbul Yeniköy günübirlik gezi uzaklığında olduğunu anımsattı Ayla’ya.  Geleceğim sözünü aldıktan sonra  umutlarıyla yola düştü Suat öğretmen. Yine yaşama tutunacak bir sevinç duydu yüreğinde.  

 
Toplam blog
: 1064
: 732
Kayıt tarihi
: 24.03.12
 
 

Türkay KORKMAZ, umuda yolculuğu ertelemez. Mermeri delenin damlanın sürekliliği olduğunu bilir. Y..