- Kategori
- Felsefe
Çarmıhta Geçen Zaman

“Neden kendimi bu kadar tehdit altında hissediyorum? Neden bu kadar çabuk inciniyorum? Beni incittiğini düşündüğüm insanları incitmez yapayım derken incineceğime, incinmemeyi öğrenmem gerekmez mi?” diye düşündü, dünyayı çakılı olduğu çarmıh gibi algılayan melankolik adam.
Vakit geçmek bilmiyordu. Sanki Tanrı onu zamanla sınıyordu. Bir türlü terk edemediği köhne evle birlikte kendi de tarih olmuştu.
Bu kireç kokulu eski ahşap eve onu bağlayan garip bir şey vardı. Onun da bir hafızası olduğuna inanıyor; ona baktıkça ölümü hatırlıyordu.
Ardında bıraktığı onca acıya hiç aldırmadan tıpkı vefasız bir sevgili gibi çekip giden zamanı, hatıralardan kurduğu kapana hapsedebilen yegâne kuvvet olarak görüyordu bu tür yapıları.
Aslında insanı inciten zamandan başkası değildi.
“Tabi ya,” diye haykırdı içinden, “elbette hayvanlar mezar yapmıyorlar; ölürken arkalarında bir işaret bırakmıyorlar. Çünkü kendilerine ait bir tarihleri yok. Onlar, bizim gibi zamana maruz kalmıyor ve ölümü bilmiyorlar.
Biz mezarlıklar inşa ediyoruz; çünkü tarihimizi oraya hapsediyor ve zamanı alt ediyoruz. Kim bilir, belki de bizi Tanrı’ya yakın kılan sırlardan biri de burada saklıdır.”
İçinde bir serinlik oluşmuştu. Dünyayı çakışı olduğu çarmıh olarak algılamıyordu.
Mutluluk anında çarpan kalbinin tattırdığı zevklerden bile yorulmuş olan Ali Nail, bu şuurla yerinden kalktı. Bir an önce elinde tutamadığı, rekabetiyle baş edemediği kendi vahşi zamanından çıkmak ve idrakinde her an biraz daha kutsileşen bu yepyeni anlayış mekanında saklı kalmış evcil zamana geçmek istiyordu.
Ahmet Güreşçioğlu