- Kategori
- Sinema
Christopher Nolan ve efsaneleşen Batman
Batman:The Dark Knight
Süper kahramanların hikayesi her zaman sinema severlerin dikkatini çekmiştir. Geriye dönüp baktığımızda bunun ilk meyvesini de Christopher Reeve'nin canlandırdığı Superman filmi 1970'li yılların sonlarına doğru almıştır. Filmde rol alan ünlü oyuncuların da katkısıyla filmin gördüğü ilgi karşısında yapımcılar beş yıl içerisinde sinema severlere üç Superman filmi izlemenin keyfini yaşattılar. 1980'li yılların sonlarına gelindiğinde ise yeni bir kahramanla tanışıyordu izleyiciler: Batman.
"Tanışıyorlardı." kelimesi şüphesiz çoğu kişiye manasız gelecektir. Çünkü Batman'in beyazperdeyle tanışması 1940'lı yıllara dayanıyordu. Ama gerçek anlamda ilk başarısını, 1989 yılında ünlü yönetmen Tim Burton'ın yönetmenlik koltuğunda oturduğu, Micheal Keaton'ın Bruce Wayne yani Batman, Jack Nicholson'ın ise Joker olarak karşımıza çıktığı filmle yakaladı. O zaman için yapılmış en iyi Batman filmiydi. Tabi çok geçmeden devam filmi de üç yıl aradan sonra geldi. Beyazperdenin karanlık kahramanı Batman, işte o zaman gerçek anlamda "Ben de varım." dedi. İlerleyen yıllarda Batman karakterinde George Clooney, Val Kilmer gibi ünlü oyuncuları görsek de Tim Burton'ın Batman serisinin yakaladığı başarıya ulaşamadılar. 2000'li yılların başında ise beyazperde de süper kahraman olarak "Spiderman" yani "Örümcek Adam" vardı. Örümcek Adam'ın da bir çok fanatiği olmasına rağmen, bazı sinemaseverler bu karakterin daha çok çocuklara yönelik bir kahraman olduğunu düşünüyorlardı. Örümcek Adam da her şey gün gibi belirgindi. Seyircinin aradığı gizemi veremiyordu. Seyirci daha karmaşık bir senaryoda daha anlatımsal hayat hikayeleri görmek istiyordu. Aslında Tim Burton'ın Batman'i de bir bakıma bu çizgiye ulaşamamıştı ama o zamana kadar yapılanın en iyisiydi. Ve sinema severler bununla yetinmek zorundaydı.
2005 yılında Batman'in tekrar beyazperde de gözükeceği haberleri duyulduğunda bir çok kişinin beklentisi vasat bir film yapılacağı ve sırf gişe kaygısıyla yoğrulmuş bir senaryoda Batman'in kötülüklerle savaşının izleneceği yönündeydi. Tabi yönetmenlik koltuğunda son yılların en kaliteli yapımlarına imza atmış olan Christopher Nolan'ın oturacağını bilenler oldukça heyecanlıydı. Memento filmi ile rüştünü çoktan ispatlayan Nolan'ın "Batman Begins" yani "Batman Başlıyor" filmi sinemalarda boy gösterdiğinde, izleyiciler çok daha değişik bir Batmanle tanışmış oldular. Role tabir yerindeyse "cuk" diye oturmuş diyeceğim Christian Bale getirilmişti. Bale'in benim için ayrı bir önemi var. Bir çok filmine baktığımızda verilen rollerin altından alnının akıyla çıkabilmesi ve tercihlerini hep kaliteli yapımlardan yana göstermesi. Bazı eleştirmenlerin hep aynı oyunculuğu sergilediği eleştirisine de katılmadığımı beltirmek isterim. Bu filmde çok farklı bir Bruce Wayne hikayesi izledik. Nolan'ın filme yaptığı bir büyü vardı sanki. Daha yaşamdan kesitler sunan, bize Batman'i değil de ön planda biraz daha fazla Bruce Wayne'i izleten bir filmle dönüş yapması, bir çok hayranını mutlu etti. Filmin başarısında en büyük katkıyı şüphesiz kaliteli oyunculardan oluşan ekibin sağladığını da söylemek lazım. Alfred rolünde Micheal Caine'i görüyoruz. Christian Bale için Nolan'ın prensi dersek, Caine için kralı demek yanlış olmasa gerek. Üçlünün Prestij filmindeki ve ilerleyen yıllardaki muhtemel birliktelikleri bunun en büyük göstergesi. Rol için biçilmiş kaftan diyebileceğim bir diğer kişi ise Jim Gordon rolüyle Gary Oldman. Leon filmini izlediğimde kötü bir karakter ancak bu kadar canlandırılabilir dediğim Oldman, bu filminde ise idealist bir polis memurunu da aynı başarıyla canlandırdı. Film, en büyük film arşiv sitesi IMDB'de aldığı 8.4'lük puanıyla bile Tim Burton filmlerini geride bıraktı.
Bu filmin devamı da geldi tabi ki. Öyle bir geldi ki, sinema dünyasını salladı adeta. Aslında filmin devam serisi olacağını herkes kestiriyordu. İlk film beğenilmiş, gişedeki başarısı da tatmin edici noktadaydı. Şaşırtıcı olan bu değil elbette. Filmin kötü karakteri "Joker" olacaktı. Nolan öyle bir işe girişmişti ki, çoğu eleştirmen bunu bir kumar olarak görüyordu. Nolan adeta yılların oluşturduğu kurala karşı geliyor, bir tabuyu yıkmayı planlıyordu. Tim Burton'ın son kalesini de düşürmek istiyordu. Tim Burton 1989 yapımı filminde Joker karakterinde sinemanın dev ismi Jack Nicholson'a rol vermişti. Nicholson da üzerine düşeni fazlasıyla yaptı ve adeta Jokerle özdeşleşti. Bu öyle bir bütünleşme oldu ki ilerleyen yıllarda hiç bir yönetmen ya da yapımcı çektikleri Batman filminde Joker karakterine şans vermedi. Dediğimi gibi bu büyük bir kumardı ve herkesin alabileceği türden değildi. Nolan kararını vermişti ve büyük oynayacaktı. Joker karakteri için bir çok isim düşünüldü. Bunlar arasında Sean Penn gibi role yaklaşan oyuncular olduğu gibi Steve Carell ve Robin Williams gibi komedyenler de vardı. Nolan'ın aklındaki Joker karakteri topluma korku salan anarşist bir yapıda olacaktı ve rol genç oyuncu Heath Ledger'a verildi. Bu karar bir çok kişide ilk başlarda endişe yaratsa da filmdeki inanılmaz performansı Ledger'i, Nicholson'ın tahtına oturtuyordu. Ledger'ın performansı daha önce hiç görmedim ve Kara Şövalye'deki performansını gördükten sonra çok şey kaçırdığımı anladım. Bir çok eleştirmen de aynı fikirdeydi. Nolan adeta sihirli bir değnekle değmişcesine, Joker'i tam da olması gerektiği gibi oluşturmuştu. Bu çok iyiydi, öyle iyiydi ki artık sanırım Batman filminden bahsedilirken Joker dendiğinde aklımıza ilk gelecek olan Heath Ledger olacaktır. Jokerin filmdeki "Why So Serious?" repliğinin bile bir çok fanatiğinin nette kullandığı kullanıcı ismi olması, Ledger'a düzülen methiyelerin boş olmadığını gösteriyor. Tabi bir çok kişi yapılan bu övgülerin genç oyuncunun film yayına girmeden beklenmeyen ölümü neticesinde olduğunu da düşünecektir. Açıkcası eleştirmenlerin böyle bir düşüncesi var mıdır bilemem ama ben en azından Kara Şövalyeden sonra Ledger daha bir çok filmde izlemek isterdim. Tabi filmde Bruce Wayne ve Alfred rollerinde ki Bale ve Caine için daha fazla söze gerek yok sanırım. Ha unutmadan bir kişinin hakkını daha vermek lazım. O da Morgan Freeman. Wayne Şirketlerinin Ceosu ve Batman'in her türlü donanımının mimarı olarak karşımıza çıkan Freeman, yılların verdiği deneyimle filme ayrı bir renk katıyor. İki filmde de gördüğüm en büyük eksiklik, Rachel karakterine can veren Katie Holmes ve Maggie Gyllenhaal'ın kötü performansları ve karaktere yakışmamaları. Kara Şövalye filmi için "The Notebook" ile hatırlayacağımız Rachel McAdams'ın ismi de geçmesine rağmen rolü Gyllenhaal kaptı. Tam tersi olsaymış çok da güzel olurmuş diye düşünmeden de edemiyorum doğrusu. Nolan burada da izleyicilerin imdadına koşuyor ve Rachel karakterini üçüncü filme taşımadan öldürüyordu. Bu hamlesiyle iki kuş birden vuruyordu. Harvey Dent'in İkiyüzlüye dönüşmesi de bunun sonunda gerçekleşiyordu.
Film 8 dalda Oscara aday. Bu belki de bir süper kahraman filminin görüp görebileceği en büyük başarı olsa gerek. Daha da doğrusu Kara Şövalye filmini sığ bir süper kahraman filmi olarak düşünmek en büyük hata olacaktır. Çünkü film gerçekçiliğin ta kendisi. Toplumda oluşturulan korkunun, yaratılan kaos ortamının, nasıl umuda dönüştüğünü; kötülüğün "Bu şehir daha klas bir suçluyu hak ediyor. Ben de onlara bunu vereceğim." repliğiyle Joker'in anlatmak istediği şekilde yansıtıldığı, Batmanin kendini sorgulayıp kimi zaman eleştirdiği gibi gerçeklikleri adeta menü olarak önümüze sunuyor.
Serinin üçüncü filminin 2011 yılında beyazperdeyle buluşacağı haberleri var. Eminim üçüncü filmi çekerken yönetmenler de oyuncular da çok daha zorlanacaklardır. Çünkü geçmeleri gereken nerdeyse kusursuz bir Batman filmi var önlerinde. Nolan'ın yönetmenlik koltuğunda bulunmak istemediği gibi dedikodular var. Umarım bu doğru değildir. Çünkü bu geminin kaptanı Nolan. Ayrıca Nolan'ın sinema tarihine geçme arzusu üçüncü filmde de onu bizle buluşturacaktır diye düşünüyorum. Üçüncü filmde Joker olmayacak haliyle. Yapımcılar kötü karakter olarak Riddler ve Penguen olacağını söylemişler. Rollere en yakın isimler ise Riddler için Johny Depp, Penguen için Philip Seymour Hoffman. Özellikle bu karakterler yer alacaksa, Riddleri Johny Depp'in oynamasının mükemmel olacağını düşünüyorum.
Bakalım Christopher Nolan sürprizleriyle sinema severleri yine şaşırtabilecek mi?
"Tanışıyorlardı." kelimesi şüphesiz çoğu kişiye manasız gelecektir. Çünkü Batman'in beyazperdeyle tanışması 1940'lı yıllara dayanıyordu. Ama gerçek anlamda ilk başarısını, 1989 yılında ünlü yönetmen Tim Burton'ın yönetmenlik koltuğunda oturduğu, Micheal Keaton'ın Bruce Wayne yani Batman, Jack Nicholson'ın ise Joker olarak karşımıza çıktığı filmle yakaladı. O zaman için yapılmış en iyi Batman filmiydi. Tabi çok geçmeden devam filmi de üç yıl aradan sonra geldi. Beyazperdenin karanlık kahramanı Batman, işte o zaman gerçek anlamda "Ben de varım." dedi. İlerleyen yıllarda Batman karakterinde George Clooney, Val Kilmer gibi ünlü oyuncuları görsek de Tim Burton'ın Batman serisinin yakaladığı başarıya ulaşamadılar. 2000'li yılların başında ise beyazperde de süper kahraman olarak "Spiderman" yani "Örümcek Adam" vardı. Örümcek Adam'ın da bir çok fanatiği olmasına rağmen, bazı sinemaseverler bu karakterin daha çok çocuklara yönelik bir kahraman olduğunu düşünüyorlardı. Örümcek Adam da her şey gün gibi belirgindi. Seyircinin aradığı gizemi veremiyordu. Seyirci daha karmaşık bir senaryoda daha anlatımsal hayat hikayeleri görmek istiyordu. Aslında Tim Burton'ın Batman'i de bir bakıma bu çizgiye ulaşamamıştı ama o zamana kadar yapılanın en iyisiydi. Ve sinema severler bununla yetinmek zorundaydı.
2005 yılında Batman'in tekrar beyazperde de gözükeceği haberleri duyulduğunda bir çok kişinin beklentisi vasat bir film yapılacağı ve sırf gişe kaygısıyla yoğrulmuş bir senaryoda Batman'in kötülüklerle savaşının izleneceği yönündeydi. Tabi yönetmenlik koltuğunda son yılların en kaliteli yapımlarına imza atmış olan Christopher Nolan'ın oturacağını bilenler oldukça heyecanlıydı. Memento filmi ile rüştünü çoktan ispatlayan Nolan'ın "Batman Begins" yani "Batman Başlıyor" filmi sinemalarda boy gösterdiğinde, izleyiciler çok daha değişik bir Batmanle tanışmış oldular. Role tabir yerindeyse "cuk" diye oturmuş diyeceğim Christian Bale getirilmişti. Bale'in benim için ayrı bir önemi var. Bir çok filmine baktığımızda verilen rollerin altından alnının akıyla çıkabilmesi ve tercihlerini hep kaliteli yapımlardan yana göstermesi. Bazı eleştirmenlerin hep aynı oyunculuğu sergilediği eleştirisine de katılmadığımı beltirmek isterim. Bu filmde çok farklı bir Bruce Wayne hikayesi izledik. Nolan'ın filme yaptığı bir büyü vardı sanki. Daha yaşamdan kesitler sunan, bize Batman'i değil de ön planda biraz daha fazla Bruce Wayne'i izleten bir filmle dönüş yapması, bir çok hayranını mutlu etti. Filmin başarısında en büyük katkıyı şüphesiz kaliteli oyunculardan oluşan ekibin sağladığını da söylemek lazım. Alfred rolünde Micheal Caine'i görüyoruz. Christian Bale için Nolan'ın prensi dersek, Caine için kralı demek yanlış olmasa gerek. Üçlünün Prestij filmindeki ve ilerleyen yıllardaki muhtemel birliktelikleri bunun en büyük göstergesi. Rol için biçilmiş kaftan diyebileceğim bir diğer kişi ise Jim Gordon rolüyle Gary Oldman. Leon filmini izlediğimde kötü bir karakter ancak bu kadar canlandırılabilir dediğim Oldman, bu filminde ise idealist bir polis memurunu da aynı başarıyla canlandırdı. Film, en büyük film arşiv sitesi IMDB'de aldığı 8.4'lük puanıyla bile Tim Burton filmlerini geride bıraktı.
Bu filmin devamı da geldi tabi ki. Öyle bir geldi ki, sinema dünyasını salladı adeta. Aslında filmin devam serisi olacağını herkes kestiriyordu. İlk film beğenilmiş, gişedeki başarısı da tatmin edici noktadaydı. Şaşırtıcı olan bu değil elbette. Filmin kötü karakteri "Joker" olacaktı. Nolan öyle bir işe girişmişti ki, çoğu eleştirmen bunu bir kumar olarak görüyordu. Nolan adeta yılların oluşturduğu kurala karşı geliyor, bir tabuyu yıkmayı planlıyordu. Tim Burton'ın son kalesini de düşürmek istiyordu. Tim Burton 1989 yapımı filminde Joker karakterinde sinemanın dev ismi Jack Nicholson'a rol vermişti. Nicholson da üzerine düşeni fazlasıyla yaptı ve adeta Jokerle özdeşleşti. Bu öyle bir bütünleşme oldu ki ilerleyen yıllarda hiç bir yönetmen ya da yapımcı çektikleri Batman filminde Joker karakterine şans vermedi. Dediğimi gibi bu büyük bir kumardı ve herkesin alabileceği türden değildi. Nolan kararını vermişti ve büyük oynayacaktı. Joker karakteri için bir çok isim düşünüldü. Bunlar arasında Sean Penn gibi role yaklaşan oyuncular olduğu gibi Steve Carell ve Robin Williams gibi komedyenler de vardı. Nolan'ın aklındaki Joker karakteri topluma korku salan anarşist bir yapıda olacaktı ve rol genç oyuncu Heath Ledger'a verildi. Bu karar bir çok kişide ilk başlarda endişe yaratsa da filmdeki inanılmaz performansı Ledger'i, Nicholson'ın tahtına oturtuyordu. Ledger'ın performansı daha önce hiç görmedim ve Kara Şövalye'deki performansını gördükten sonra çok şey kaçırdığımı anladım. Bir çok eleştirmen de aynı fikirdeydi. Nolan adeta sihirli bir değnekle değmişcesine, Joker'i tam da olması gerektiği gibi oluşturmuştu. Bu çok iyiydi, öyle iyiydi ki artık sanırım Batman filminden bahsedilirken Joker dendiğinde aklımıza ilk gelecek olan Heath Ledger olacaktır. Jokerin filmdeki "Why So Serious?" repliğinin bile bir çok fanatiğinin nette kullandığı kullanıcı ismi olması, Ledger'a düzülen methiyelerin boş olmadığını gösteriyor. Tabi bir çok kişi yapılan bu övgülerin genç oyuncunun film yayına girmeden beklenmeyen ölümü neticesinde olduğunu da düşünecektir. Açıkcası eleştirmenlerin böyle bir düşüncesi var mıdır bilemem ama ben en azından Kara Şövalyeden sonra Ledger daha bir çok filmde izlemek isterdim. Tabi filmde Bruce Wayne ve Alfred rollerinde ki Bale ve Caine için daha fazla söze gerek yok sanırım. Ha unutmadan bir kişinin hakkını daha vermek lazım. O da Morgan Freeman. Wayne Şirketlerinin Ceosu ve Batman'in her türlü donanımının mimarı olarak karşımıza çıkan Freeman, yılların verdiği deneyimle filme ayrı bir renk katıyor. İki filmde de gördüğüm en büyük eksiklik, Rachel karakterine can veren Katie Holmes ve Maggie Gyllenhaal'ın kötü performansları ve karaktere yakışmamaları. Kara Şövalye filmi için "The Notebook" ile hatırlayacağımız Rachel McAdams'ın ismi de geçmesine rağmen rolü Gyllenhaal kaptı. Tam tersi olsaymış çok da güzel olurmuş diye düşünmeden de edemiyorum doğrusu. Nolan burada da izleyicilerin imdadına koşuyor ve Rachel karakterini üçüncü filme taşımadan öldürüyordu. Bu hamlesiyle iki kuş birden vuruyordu. Harvey Dent'in İkiyüzlüye dönüşmesi de bunun sonunda gerçekleşiyordu.
Film 8 dalda Oscara aday. Bu belki de bir süper kahraman filminin görüp görebileceği en büyük başarı olsa gerek. Daha da doğrusu Kara Şövalye filmini sığ bir süper kahraman filmi olarak düşünmek en büyük hata olacaktır. Çünkü film gerçekçiliğin ta kendisi. Toplumda oluşturulan korkunun, yaratılan kaos ortamının, nasıl umuda dönüştüğünü; kötülüğün "Bu şehir daha klas bir suçluyu hak ediyor. Ben de onlara bunu vereceğim." repliğiyle Joker'in anlatmak istediği şekilde yansıtıldığı, Batmanin kendini sorgulayıp kimi zaman eleştirdiği gibi gerçeklikleri adeta menü olarak önümüze sunuyor.
Serinin üçüncü filminin 2011 yılında beyazperdeyle buluşacağı haberleri var. Eminim üçüncü filmi çekerken yönetmenler de oyuncular da çok daha zorlanacaklardır. Çünkü geçmeleri gereken nerdeyse kusursuz bir Batman filmi var önlerinde. Nolan'ın yönetmenlik koltuğunda bulunmak istemediği gibi dedikodular var. Umarım bu doğru değildir. Çünkü bu geminin kaptanı Nolan. Ayrıca Nolan'ın sinema tarihine geçme arzusu üçüncü filmde de onu bizle buluşturacaktır diye düşünüyorum. Üçüncü filmde Joker olmayacak haliyle. Yapımcılar kötü karakter olarak Riddler ve Penguen olacağını söylemişler. Rollere en yakın isimler ise Riddler için Johny Depp, Penguen için Philip Seymour Hoffman. Özellikle bu karakterler yer alacaksa, Riddleri Johny Depp'in oynamasının mükemmel olacağını düşünüyorum.
Bakalım Christopher Nolan sürprizleriyle sinema severleri yine şaşırtabilecek mi?