Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Ekim '09

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Çiçek dürbünü

Çiçek dürbünü
 

Onu ilk gördüğümde sokaktaki cılız lambanın altında oturuyordu. Niyetim ona olağanüstü bir nitelik yüklemek değildi ama karşıdan bakışlarımızın kesişmesiyle birlikte diğerlerinden farklı olduğunu düşünmüştüm. Önünden geçip giderken, bakışlarıyla gidişimi takip eden gözbebeklerinin daha önce hiç karşılaşmadığım derecede siyah olduğunu o gün fark ettim.

Artık iş dönüşlerimde sıkça karşılaşmaya başlamıştık. Daha doğrusu sıkça bakışmaya. Tedirginliğim de git gide azalıyordu. Hatta başını okşama gibi dürtülere de kapıldığım zamanlar olmadı değil, ama belki renginden belki yapısının çok iri olmasından dolayı, çekiniyordum.

Selami’den bahsediyorum.

Neye dayanarak verdiklerini bilmiyorum ama mahallenin çocukları ona bu ismi takmıştı. Tam bir Sivas kangal, kimi zaman buz gibi donduran kimi zaman insanı kucaklamaya zorlayan bakışları, ağır ağabey türü tavırlarıyla, oturup kalkmasındaki o vakurla, ırkının bütün özelliklerini taşıyan tam bir Sivas kangal’dı.

Ev köpekleri dâhil çevredeki diğer bütün köpeklerin ona saygı duyduğunu, davranışlarıyla bu durumu gösterdiklerini söylersem, emin olun abartmış olmam. Tam tamına bir yıl içerisinde kuşkulu sevgiden, ‘karşılaşmadan edemeze’ dönüşen ilişkimiz, işte o bakışmalarla başlamıştı.

Sokağa giren, doğrusu kendi yaşama alanına giren diğer köpeklerin, nasıl bir saygıyla ondan icazet aldığına bile tanık olmuştum. Alanında yaşayan birine hırlayan bir köpeği, savaşmadan da savaşabileceğini kanıtlayan o bakışlarıyla, kesin vücut hareketleriyle nasıl uzaklaştırdığını unutmak mümkün değildi.

Selami, eşi hamileyken, önüne konan yemeğe eşi yemeden asla yanaşmaz, yavruları doğduğunda ise eşiyle birlikte bütün gün onlarla oynamaktan hiç vazgeçmezdi. Annelerinin kimselerin yanlarına yanaştırmadığı yavrularından bir tanesini ensesinden ağzıyla kavrayarak kızımın ayaklarının önüne koyuşunu hiç unutamadım. Kızımın yavruyu kucağına alışını, onu okşarken aynı zamanda Selami’nin kafasını sevişini, Selami’nin elini yalamasını… Anlatılır gibi değil.

Son zamanlarındaki durgunluğunu, belki kolayına kaçarak, yavrularının köpek sahibi olmak isteyenlere verilmesine dayandırmıştık. Ancak akşam karşılaşmalarımızın azalması, bakışlarındaki ferin cılız sokak lambasından da daha sönükleşmesi, hareketlerindeki aşırı durgunluk ve kafasını kaldırmadan saatlerce yatışı, bir hastalığa işaret ediyordu.

Önce bağırsaklarında başlayan kanserin çeşitli boyutlarda urlar halinde bütün vücudunu sardığını öğrendiğimizde ne yapacağımızı şaşırmıştık. Tedavisi bir ay kadar sürdü. Veterinerin hayvanın acılarının artık dayanılmaz bir hale geldiğini söylemesi üzerine, bir başka veterinere gösterdikten sonra mahalle olarak kararı aldık: Selami uyutuldu. Onunla birlikte günlerce semt olarak uyuduk. Kendimize gelebilmemizin nedeni, kızıma armağan ettiği son yavrusunun onun yerini alabileceği inancının hepimizde pekişmesi olmuştu.

Bütün bunları paylaşmada herhangi bir sebebim yok.

Ama onu ilk kez sokaktaki cılız lambanın altında otururken gördüğüm o günü bugün tekrar yaşamış olmam, bu satırları karalamama sebep oldu.

Oradaydı. Sokak lambasının altında… Simsiyah gözleriyle Selami’ce bakıyordu. Önce duraladım. Sonra, herhalde öldüğünü bildiğim için, beynimim bana oynadığı bu oyunu es geçerek, yavaşça, ama yine bakışları altında yoluma devam ettim. Biliyordum, arkamdan bakıyordu. Her nedense geri dönmenin onu bir kez daha öldürmekle aynı anlama geldiğini düşündüm.

Ancak kesik, kesik havlamasını işittiğimde dayanamayarak döndüm. Işık huzmesinin altında oturuyordu. Bir göz kırpıştırması anında ışığa doğru dalgalanarak yükseldiğini gördüm. Sonra dağıldığını, ay ışığına doğru çekildiğini, son bir kez daha bakarken, sanki, sanki gülümsediğini, sıcak dilinin elimin üzerinde gezindiğini, hissettim.

Eve geldiğimde ondan yadigâr kalan yavrusu Dost, Selami’nin sıcaklığının yanı sıra gelirken dilinin gezindiği halen ıslak olan sağ elimi hem koklayarak hem de yalayarak sabaha kadar uyudu.

Selami bize sıkılmış yumruklarla el sıkışamayacağımızı öğretmişti.

Biz bunu sadakat sanmıştık.

Onun hayata bir “çiçek dürbünüyle” baktığını bugün bile hala düşünürüm.

 
Toplam blog
: 340
: 1591
Kayıt tarihi
: 10.03.08
 
 

Basınla ilgili bir kuruluşda çalışmaktayım. Uzun yıllar basınla ilgili konularda danışmanlık yapt..