Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Mart '11

 
Kategori
Sinema
 

Çınar Ağacı

Çınar Ağacı
 

Ağaç Çınar, Huyu Kestane


Emekli öğretmen Adviye Hanım, telaffuzu zor ismi kadar çetin, bir o kadar da huysuz ve muzip bir kadındır. Bundan dolayı dört çocuğundan hiçbiri onu evinde uzun süre barındırmak istemez. Hatta söylemesi biraz acı, bir an önce öte taraftaki sevdiklerine kavuşsun diye gözünün içine bakarlar.  

O da çocuklarını ifrit etmekten büyük keyif almaktadır. Mesela evde yemek pişirmesini istemezler, zira her defasında tencereyi ocakta unutmakta ve büyük yangınları, son anda imdada yetişen Hızır önlemektedir. Buna rağmen inadına yemek pişirmekte ısrar eder…  

Adviye Hanım perhizine dikkat etmesi gerekirken, hemen tüm yaşıtları gibi mideye sakıncalı şeyler indirmek için hiçbir fırsatı kaçırmamakla kalmaz, ev halkının yemeğini burnundan getirmek için aşa zehir katmak dışında her türlü muzırlığı yapar.  

Bir keresinde tencereye tuzu boca eder, bir başka sefer karnıyarıkların hepsine müshil döker. Maksat, kendisinin ağzına süremediği yemek çocuklarına ve torunlarına da zehir olsun.  

Burada parantez açayım: Yemeği yiyen beş aile bireyi aynı anda tuvaletin yolunu tutar. Senarist işte burada seyircinin akıl sağlığıyla oynamaya kalkar. Evde bir, bilemediniz iki tuvalet olması ihtimaline rağmen, aile fertleri komşulara mı gitmiştir, cami helasına mı?  

Bir başka sefer gelinine suböreği tarifi verirken, kadını zor durumda bırakmak için köpek yalına benzer bir şey tarif eder. Gelin de besbelli biraz anguttur, iki dilim börek yapacağım diye bir çuval unu berbat eder.  

Yaşlı kadının torunları da genlerini ondan almıştır, hepsi birbirinden antipatiktir. Onlara hiç hoşlanmayacakları lakaplar takmakta bir mahsur görmez. Torunların hepsi isyan halindedir, içlerinden biri anneannenin kulağına eğilir, ona taktığı “yuvarlak” lakabının sakıncalarını anlatır. Aslında kadın, torununun sinir olacağını bilse bu unvan yerine “top” demeye de bir beis görmeyecek tıynettedir.  

Hakeza damadını da “hıyar” diye tanımlar. Gerçi haksız da sayılmaz, ama adamın suratının içine baka baka sıklıkla içinde “hıyar” geçen cümleler kurmak da biraz fazla olmaktadır.  

İşte bu sevimsiz ihtiyarın bakımını, her birinin aile düzeni bozuk evlatlarının hiçbiri üstlenmek istemez. O da zaten evlatlarına bayılmamaktadır, torunlarının alayına gıcık gitmektedir. Biri hariç...  

Barış, onun en sevdiği torunudur. Üç-dört yaşındaki velet maşallah akıl küpüdür. Zaten ilk bölümü bir hayli sıkıcı geçen ve hemen her ailede yaşanan sıradan olaylarla donatılmış filmi seyredilebilir hale getiren de bu sevimli çocuktur. İnsanın içine sokası, yanaklarını sıkası ve ısırası geliyor…  

Adviye Hanımın hayırlı evlatları, onu başlarından savmanın yegâne yolu olarak huzurevi fikrine odaklanır. Sonrasında, çok sayıda Türk filminde görülebilecek türden takip eden olayları ve sonucu tahmin etmek için çok da üstün bir zekâya gerek yoktur artık.  

Yapımcılar, hem huysuz ebeveynlerinden huzursuz olan evlatlara; hem de evlatlarından yeterli ilgiyi görmeyen anne-babalara hak verir bir film yapmışlar. Hem malına hem mıhına yani! Tavşana kaç, tazıya tut!  

Okuduğum tüm yorumlarda çok duygusal bir film izleyeceğimi, gözyaşlarımın sel olup akacağını sanmıştım. İçim bile titremedi. Ya bende bir kalaslık var ya da yorumcular hiç duygusal film seyretmemiş.  

Sanırım “ağızdan kulağa” yorumlar, köşe yazarlarından daha etkili. Türk sineması ve edebiyatının bıkkınlık verme derecesinde defalarca işlediği konuda öyle cazibe filan bulamadım. Torun Barış dışında elbette…  

Salonda yer kalmaz diye bileti iki saat önceden almıştım. Koltukları tek tek saydım, 300 kişilik salonda 12 kişiydik. İki kişi sıkılıp yirmi dakika dolmadan terk etti, kala kala on kişi seyrettik.  

Dilerim gittiğim sinema istisna, benim yorumlarım haksız olsun ve filmi milyonlar izlesin…  

 
Toplam blog
: 173
: 2173
Kayıt tarihi
: 03.10.07
 
 

1958 Trabzon doğumlu. Darüşşafaka Lisesi ve M.Ü. Siyasal Bilimler Fakültesi mezunu. Yazdığı kitapla..