- Kategori
- Bebek - Çocuk
Çocuğa Göre Çocuk Yetiştirmek..

Ali Akay 3 aylık
Eveeet... Bu yazımda sizlere oğluşlarımla yaptığımız Montessori aktivitelerinden bahsediciğiiimmm... Şaka şaka, konu aktivite yapmaktan çok daha derinlere varacak muhtemelen..
26 Aralık 2015’te bir bebeğim oldu. Hayallerimdeki mutlu, mesut aile tablosunu çizeceğimi, yaşamım boyu süregelen çocuk sevgimi rahatça gösterebileceğim ‘’bana ait’’ sıkıştırmalık bir bebek sahibi olduğumu sandım. Meğer o bana sahip olmak için dünyaya gelmiş de haberim yokmuş. Kabus gibi geçen o günleri sizlere nasıl tarif etmeli bilemiyorum.
33 saat sancıdan sonra nihayet doğum gerçekleşti, doğar doğmaz Nike işareti gibi çekik gözlerini olabildiğince açıp şöyle bir etrafına baktı. Şimdi anlıyorum ki muhtemelen ne yaramazlık yapsam diye etrafına bakınmış. Birkaç gün melek yüzüyle güzel güzel uyudu ve bir süre sonra gerçek yüzünü göstermeye başladı. Öyle bir ağlamak ne görüldü, ne duyuldu.. Dışarı bir yere çıktığımızda ambulans gibi öte öte gezdiğimizden, insanlar bana acıyan gözlerle bakar, bir yere oturmaya gittiğimizde ev sahibi ve misafirler şaşkınlıkla ‘’Ay nesi var bu çocuğun? Doktora götürdünüz mü?’’ Diye sorardı. Çok zamanlar ‘’Çocuğa bir şey oldu!’’ diye anlamlandıramadığımız ağlamalarla arabaya koşup hastane yolundan geri döndük. Hiç unutmam, o zamanlar 2. Katta oturuyorduk, 8. Kattaki hiç tanımadığım komşumuz kapımı çalmıştı. ‘’Yanlış anlamayın, rahatsız olduğum için gelmedim. Sadece merak ettim, doktora götürdünüz mü acaba, reflü falan da olabilir.’’ demişti. Ah dedim, doktordan çıkmıyoruz ki... Doktora defalarca sorduk, o mu var, bu mu var, acaba kalbi mi delik, acaba benden mi geçmiş, böbreğinde taş falan olmasın? Tiroidde mi bir sıkıntı var... En son zeka olarak bir problem olabilir mi acaba diye sorduğumu hatırlıyorum. Hasta olsa, kabullenip, çözüm yolu aramaya başlayacağım ama ne olduğunu bilmeden, anne olarak bebeğine derman olamamanın bambaşka, tarifsiz bir psikolojisi var. Bir gün kayınvalidemi de arkama alarak gittim doktorun yanına, ‘’herşeyin normal olduğundan eminsek artık, ben yarın hocaya götüreceğim bu çocuğu.’’ dedim. Doktor da çaresiz, ‘’Götürün, belki şifası oradadır.’’ dedi. Götürdük, şifa oldu mu Allah bilir...
Eşe, dosta oturmaya gittiğimizde herkes çocuğunu bir kenara koyar, muhabbet ederdi. Çocuklar sıkılınca önlerindeki oyuncağı değiştirip tekrar kaldıkları yerden devam ederlerdi. Biz battaniyesinde sallar, hoplar zıplar, şekilden şekile girerdik. Hani çözüm olsa keşke maymun olmak başım üstüne ama yok, ne yaparsak yapalım çözüm olmuyor! O zamanlar bizim diğerlerinden farklı bir durumda olduğumuzu anlayamayacak kadar tecrübesiz ve meşguldük. Kendi telaşımdan durumumun vehametini anlayamıyordum ama asıl beni yetersiz hissettiren sosyal medyaydı. Bakıyorum, herkes bebeklerini almış, ‘’Montessori aktivitelerimiz’’ başlığı altında, mutlu mesut oyunlar oynadıkları kareler paylaşıyorlar. Benim tek yaptığım, bebeğimi susturmaya çalışmak!
Sorunu hep gazda aradık 1 yaşına kadar, çözüm yolları arıyorum tabii, karşıma gaz masajı çıkıyor. Tamam yapayım, ama ne zaman, nasıl... Çocuk ya ağlıyor, ya emiyor, ya da her an uyanabilir vaziyette sıkıntılı şekilde uyuyor. O uyuyor olduğu dakikalık nimete mi kıyayım? Ben tüm gazı olan bebekler benimki kadar durmadan ağlıyor sanıyorum saf saf... Meğer o masajlar gazı olan normal bebekler içinmiş(!) Bazen ‘’Ay bebeğim çok ağlıyor.’’ diyenlere bile özenirdim. Çünkü farklı olarak benim bildiğim bir şey vardı. Ambulans gibi acı acı sürekli öten bir bebekle, sürekli ağlayan bir bebek arasında çok fark var. Biri Çin işkencesi eşliğinde üzüntü, diğeri sadece üzüntü sebebi..
8 Aydan sonra etrafımdaki diğer bebeklere de bir göz gezdirme fırsatım olmaya başladı nihayet. Kimileri bebeğinin etrafına dekor yapıp kaç aylık olduğunu belirten bir anı fotoğrafı çekiyor (ne zorluklarla çekildiğini bir annesi, bir de ‘’Anne napıyon bana yaaa?’’ diyen bebek bilir), Kimileri blw yöntemiyle bebeğini besliyor (Tarifler araştırılıyor, bebeğin yiyeceği öğünler, tadımlar ona göre hazırlanıyor ve bebek bana göre doğaüstü bir şekilde o yiyeceği eline alıp sakinlikle ve merakla inceliyor.) Benimki de Allah uzun ömürler versin, iştahla yemek yemek istiyor ama hayata karşı o kadar öfkeli, dünyaya geldiği için o kadar mutsuz ki, isyanla ağlamak istiyor ama bir yandan da dünya nimeti tatlı geliyor.
8 aylık emeklemeye başladı, hareket alanı genişleyince biraz daha olumlu bakmaya başladı sanırım dünyaya. Ama öyle kilolu ki totoyu kaldırıp kendini yoramıyor. Bu sefer gelsin enerji patlaması.. Bizim koca tosunu trafik kazasında kırılan bileğimin acısıyla battaniyede sallıyorum, o ara yeni eve taşındık, artık annem yürüme mesafesi dışına çıktığı için gelip battaniyenin diğer ucundan tutamıyor. Yere düşürmekten korkarak yatağın üzerine çıkıp tek başıma orada sallıyordum. (Ah oğlum, büyü de oku bunları. Annelerin hakkı hiçbir zaman ödenmez zaten de Ali Akay hiç hiç ödeyemez.)
>>Buraya bir dipnot düşeyim; Uyku problemimiz evvel ezel hep olmuştu ve ben 6 aylıkken internetten bulduğum bir uzman desteği ile uyku eğitimi verme girişiminde bulundum. Tüm sevgimi ve en yumuşak ses tonumu kullanarak kuralına göre ilerledim. 8 gün sabırla bekledim. Bu çok ayrı ve bambaşka bir konu olduğu için ayrıntıya girmeyeceğim. Şu kadarını söyleyeyim; 30 yıllık hayatımda yaşadığım belki de tek pişmanlığım oğluma uyku eğitimi vermeye çalışmaktır. Belki başka çocuklarda işe yarayabilir, mutlaka uzmanların bir bildikleri vardır. Ama benim oğlum için çok yanlış, boş hayalden ibaret ve gereksiz bir adımdı. Boş bir emek, boş bir çaba ve tabiiki sonuç hüsran.. Sonra Allah yüzümüze güldü, eşim başka bir şey ararken tesadüfen çarşıda çingen beşiği buldu. Getirdik, odasının tavanına astık ve bende bir mutluluk, bir gevşeme... Artık dünya yansa umrum değil.. Ben o salıncağı bulmuşum ya, öpüp bağrıma basasım geliyor, öyle bir mutluluk..
Ağlamaktan, dünyayı tanımak için kendine bir şans vermemiş olan inatçı oğlum nihayet 1 yaşına geldiğinde, yürümeye başlayıp keşfetme imkanı bulmuş ve artık bir yaşının olmasının verdiği zeka olgunluğuyla dünyayı anlamlandırmaya başlamıştı.. Bizim platonik sevgimiz sonsuz emek ve çabayla sonunda karşılık bulmuştu. O sebepsiz ağlamalar nereye, nasıl gitti bilmem; yerini yaramazlığa bıraktı.
Oğlumun doğum günü için elbise aramaya çıktım. 1 yıl sonra ilk kez üzerime doğru düzgün bir şey bakıyordum. Bakmaz olaydım! Beğendiğim bütün elbiseler 38 beden! Daha büyük bedenleri varsa bile bana asla yakışmıyor! Üzerime olan, kilomu kapatan elbiseler de beni 10 yaş büyük gösteriyor. Sonunda kötünün iyisi bir elbiseyle ve korseyle o günü savdım ama aklım başıma geldi. O hüsranla çıktığım deneme kabinleri beni kendime getirdi ve diyetisyen desteğiyle neredeyse evlendiğim kiloya kadar indim. Kendimi iyi hissettikçe daha da iyi ve pozitif bir anneye dönüştüm. Hani derler ya, başkalarını sevebilmek için önce kendini sevmelisin. İşte bu cümleyi bizzat test ettim, onayladım. Görüntü tabiiki iyi hissettiriyor ama daha da önemlisi bir amaç edinmek ve çabayla o hedefe ulaşıp bunu somut olarak görebilmek insana farklı bir güven veriyor. Şu an 2.bebeğimi daha yeni kucağıma aldığım günlerde bile bu beni motive ediyor. Çünkü bir kere başardım ve tekrar başarabilirim.
Şimdi nasıl mıyız? Şöyle söyleyeyim oğlum 2.5 yaşına geldi ve bu yaz ilk kez ailece tatile çıkma fırsatımız oldu. Bir kaç ayrı babymoon yaptık. Her gittiğimiz yerde düşünceli teyzeler, ablalar ‘’Ay çok hareketli oğlun var, Allah yardımcın olsun, Allah sabır versin.’’ Şeklinde beni motive edici(!) sözler söylediler. Sözsel temas imkanı bulamayanlar da ‘’B.ku yemişsin sen’’ tebessümlü bakışlarıyla destek oldular. Hepsi sağolsunlar, oğlum da sağ olsun.. Bir kere ağlamıyor ya, o bana yeter. O bana yettiği gibi üstüne dikkatli, otokontrolü yüksek ve sosyal bir bebek oluşu bana ayrı gurur veriyor. Kendine zarar vermiyor ya, varsın yaramaz olsun, dağıtsın, kırsın, kızdırsın... Üzmesin yeter ki.. Onun nazı hep bana...
‘’Al ömrünü, koy ömrümün üstüne.
Senden gelsin ölüm, başım üstüne.’’ demiş bir seven nazlı bir sevdiğine. Oğlum o sevgiliden daha az seviliyor değil ya..
Doğum sancısı çekerken ne dua edersen kabul olur dediler. ‘’Allah’ım n’olur Akay gibi ağlamasın.’’ diye dua ettim. Şimdi Ahmet Altay için ‘’Ali Akay kadar değil ama bu da çok ağlıyor’’ diyorlar. Bense zorlu bir tecrübeden sonra ‘’Siz buna ağlamak mı diyorsunuz?’’ diyorum. Sanki ilk kez bu kadar küçüklükten bir bebek büyütüyormuşum gibi. ‘’Nasıl vakit buluyorlar, nasıl yapabiliyorlar?’’ diyerek şaşakaldığım herşeyin nasıl bebeklerle yapılabildiğini şimdi anlıyorum. Nefes aldıran bebekler de varmış bu hayatta. Şimdi minik bebekleriyle gezmeye, yazmaya, anılara fırsat bulan her normal ebeveyn gibi ben de geziyor, yazıyor, okuyor ve anı biriktiriyorum. Oğlumun göz rengine bakma ve görme fırsatı buluyorum. Gazdan karnı ağrıyan oğluma gaz masajı yapabiliyorum. ‘’Hanimiş, agucuk bugucuk ‘’ yaparak muhabbet ediyorum. BLW beslenme felsefesini anlamaya çalışarak geleceğe yatırım yapıyorum. Montessori aktivitelerini bir kenara not ediyor ve büyük oğlumla onun oturmayı sevmez yapısını kabullenerek oyunlar oynamaya, aktiviteler yapmaya çalışıyorum.
Ali Akay faktörü hala kırmızı alarm niteliğinde zorlu ve yorucu bir öğe. Ben çözümü kabullenmek, saygı duymak, belli kurallar çerçevesinde uyum sağlamakta buldum. Onu istenmeyen durumlardan uzaklaştırmak yerine, istenmeyen durumları ondan uzaklaştırmayı tercih ettim. Öyle ya da böyle anladım ki bazen ne yaparsak yapalım çocuklar kendi tercihlerini oluşturuyor. Bazen biz nasıl düşünürsek düşünelim onlar farklı düşünebiliyor ve inanın bir bebek bile olsa kendi geçerli sebepleri oluyor. Bazı şeyleri doğal akışına bırakmak herkes için en iyisi...