- Kategori
- Anılar
Çok düştüm
İnsanlar için düşmek eylemi çocuk yaşlardan sonra gerçek anlamını yitirip, soyut anlamlara dönüşen bir eylem haline gelir.
Düşmenin insan üzerindeki gerçek anlamı, yürümeye yeni başlamış bir bebekte veya çocuklukta sık sık görülen yere düşme halidir...
Çocuk yaşları atlatan insanlar içinse düşmek, gerçek anlamını yitirip soyut anlama dönüşür. Düşmek denilince;,bunalıma girmek, iflas etmek, terkedilmek, çaresiz kalmak, intihara sürüklenmek gibi soyut anlamlar akla gelir. (Tabii ki, çoccukluk yaşamını atlatmış insanlar içinde geçerlidir, fiziki anlamda düşmek. Ama soyut anlamına göre azdır; karda kışta kayıp düşmek istisnadır.)
Başlıkta 'çok düştüm' derken, düşmenin gerçek anlamını, fiziki olanını kastediyorum.
*
'Düşe düşe yürümeyi öğrendim' denir ya hani.Ben de 'düşe düşe yürümeden oldum' desem yeri olur. Tabii, burayı yanlış anlamayın. Yürüyememe düşmelerim neden oldu sanılmasın. Düşmem yalnız bir sonuçtu. Şartların yaşattığı bir durumdu.
Evet, düştüm; çok düştüm. Düşmelerim yürümem kadar normalleşti.
11 yaşından sonra çok yavaş bir şekilde yürüme kabiliyetini yitirmeye başladım. Bu yürürkenki dengeyi kaybederek, sarsak sarsak-sallana sallana-sarhoş gibi yürüyerek arta arta gelişti. Ta ki, 19 yaşına kadar. -19 yaşında bitti sanmayın, 19 yaşında neredeyse tamamen düştüm; yardımsız yürüyemez oldum- 19 yaşına geldiğimde zilzurna sarhoş olmuş biri kendi başına nasıl yürüyorsa, ben de kendi başıma öyle yürüyordum. 15 şişe bira içmiş gibi.
11 yaşından sonra sarhoş gibi yürüyüşüme bakarak, dayı ve teyze oğulları bana 'içkici' derlerdi. Lakabım 'İçkici' olmuştu. 'İçkici geldi', 'İçkici gitti', 'Ooo, içkici' ... İncitici bir lakaptı, ama aldırmazdım. Onlarla birlikte gülerdim. Halbuki bir yudum bile içki içmemiştim hayatımda. Ama lakabım içkici olmuştu.
*
Çok düştüm, çok! Okula giderken, camiye gidip gelirken, gezerken...
Taze bir gençken dindardım; sabah namazları hariç, cemaatle namaz kılmak için camiye koşardım evden, sallana sallana, nefes nefese... Okula gittiğimde gündüzleri camiye gidemezdim, ama yatsıya çoğunlukla giderdim. Tatil günlerinde veya yaz tatillerinde öğle, ikindi, akşam, yatsı vakitlerinde koşardım sarhoş gibi. Cami cemaatı iki elin parmaklarını geçmeyecek kadardı; çoğu yaşlıydı, en gençleri bendim. Cami arkadaşı, yol arkadaşı olmuştum çoğu ihtiyarın.
Kimileri dindarlığımı sağlık durumumdan dolayı sanırdı. Evet, dualarımda iyileşmem için isteklerim vardı, ama sebep asla sağlık durumum değildi. Çocukluktan beri ruhum hassastır; bir de dini öğretiler içinde yetişmem, annemin namaza yönlendirmesi, annemin dini konulardaki hassaslığı, iyice dine yönelmemi sağlamıştı; sonra da dindarlık kişiliğimin bir parçası olmuştu.
*
Sanırım, rahatsızlığımın etkisiyleydi, kısmi bir gece körlüğü vardı ben de. Geceleri gündüzki yürümem iki kat bozulurdu, dengemi iki kat kaybederdim. Eğer sokak zifiri karanlıksa, mutlaka düşerdim tutunacak bir yer yoksa. Bir şeylere ayağım takılır, hafif tümsek veya hafif çukurlar dengemi bozar, ben de yerde bulurdum kendimi.
*
İnanır mısınız, 19 yaşına kadar bisiklet kullandım. Ben bile şaşırırdım, denge isteyen iki tekerlekli aleti kullanmama. Tabii, diğer insanlar gibi değildim. Mesela, bisiklet sürerken mutlaka oturgaça oturmalıydım, ayağa kalkıp pedal çeviremezdim. Mesela, dümenden ellerimi çekip asla bisiklet kullanamazdım. Kullananları hayranlıkla izlerdim. Aşırı hız yapamazdım. Çabuk yorulurdum, ama pes etmez binmeye devam ederdim. Neredeyse hergün köyü tavaf ederdim. Tarlaları geziye, köyün 3 km uzağındaki kaleyi geziye giderdim sıklıkla. 12-17 yaş arası durmadan bindim bisiklete. Bazen camiye bile bisikletle binerdim. Köyde olduğum için yoldan seyrek araç gelip geçerdi. Araç geçeceğinde bisikleti durdurur, geçmesini beklerdim; korkardım dengem bozulur da geçen aracın önüne düşerim diye.
Bisikletten de çok düştüm, yürüyüşteki düşmelerim gibi. Ama yürüyüşteki düşmelerimden daha çok acı verici olurdu bu düşüşler. Bazen yaralanırdım. Ama iflas etmedim; bindim, bindim... 19 yaşına yaklaşırken iyice iflahım tükenmeye başladı. Dermanım azaldı, gücüm tükenmeye vardı. Dengem iyice bozulduğu için, bisiklet sürüşüm de iyice bozulmaya başladı. Son bisiklete binişimde tam 19 yaşındaydım. Lise yeni bitmiş, ÖSS'ye günler kalmıştı. Bisiklete bindim, ağır ağır ve zorlana zorlana üç kilometre uzaktaki kaleye gitmiş, dağın yamacına oturup yüksekteki kaleyi hazin hazin izlemiştim.
*
En zor yıllarımı 19 yaşını dolduralı birkaç ay olan zamandan sonra yaşadım. Yürürkenki dengem iyice bozulmuş, kendi başıma yürüyemez duruma gelmiştim. Duvarlar ya da omuzlar tutunduğum dal olmuştu.
Konya'da ünivesiteyi tam da bu dönem kazanmıştım. Okula gelip giderken kuzenim, okuldayken de arkadaşlarım omuz verir, kısmi denge ve güç sağlardım. Okulun başladığı günler, kimseyi tanımıyordum, tanımadığım için de yardım istemekten çekinirdim. Bazı günler kendim gelip gittim, fakülteden otobüs durağına, otobüsle çarşıya, çarşıdatın bir başka otobüsle halamgile ya da teyzemgile giderdim. Bu geliş gidişler de çok düşmeler yaşadım. (Sabahları eniştem arabayla bırakırdı okula)
Bir keresinde, fakültedeyim, sınıf dağıldı, herkes gitti. Sınıfımızın bulunduğu bloğun merdivenlerinden yavaş yavaş indim. Duvarlara yakın olup, hafiften güç alarak otobüs durağına doğru yol aldım. Duvar bitti, yakında tutunacak bir yer kalmamıştı; yerde buldum kendimi hemen. Etrafta kimsenin olmadığına dua ettim, aniden kalktım. 10-15 metre yürümenin ardından tekrar yerde buldum kendimi. Yaklaştığım İlahiyat Fakültesi binasının hemen dibindeki betona oturdum. Nefes nefese kalmış bir haldeyim. Geldiğim yönden iki kız geldi. Müzik Öğretmenliği bölümünde okurlarmış. Yanıma yanaştılar, 'Yardıma ihtiyacanız var mı? İsterseniz kolumuza girin sizi istediğiniz tarafa götürelim' dediler. Çok teşekkür edip, yardım gerekmediğini söyledim. Halbuki bal gibi yardıma ihtiyacım vardı, ama gururuma yediremiyordum. Sevgili olarak koluna gireceğin kızların, kendine yardım amaçlı koluna girmek arasında nasıl bir dayanılmaz fark olduğunu herhalde ancak ben gibiler anlar. Kızlar benim düştüğümü kantinden görmüşler. Görür görmez de yardım edelim diye koşmuşlar meğer. Güzel yürekli kızları savınca, gözlerim doldu hemen. İsyanın doruk noktasındaydım.
Bir keresinde, daha doğrusu çoğu keresinde, -yanımda kuzen yokken de demeliyim- halamın eviyle otobüs durağı arasında 300-400 metre mesafe vardı. Bu mesafe, gözüme büyük bir mesafe gibiymiş gibi gözükürdü. Kaç kez düştüm ben de bilmiyorum bu mesafede. Hem de ne düşüşler. Yeri öpmek gibi, yerde yuvarlanmak gibi. Her seferinde el çantam benden üç-dört metre uzağa savrulurdu. Ve her seferinde isyanın eşiğine gelirdim. Ver her defasında 'Allah ne eylerse güzel eyler' der, imanımı korurdum hep.
*
Yakınlarım bana baston kullanmamı önerirlerdi. Hep itiraz ederdim, 'ben de denge kaybı olduğu için faydası yok' derdim. Gerçekten de öyleydi, denemiştim; hiçbir faydası yoktu. Baston ancak, denge ve güç kabiliyeti yerinde olan ihtiyarlar için bir üçüncü ayaktı.
-Mustafa Yıldırım - 07.01.2017