Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Ocak '12

 
Kategori
Felsefe
 

Çok gezen mi bilir, çok okuyan mı?

Hediyelik eşya dükkanında üç maymun heykeline takıldı gözlerim. Ne kadar mutlular, imreniyorum. Dış dünya, düşünme, dil, algı, bilgi derken bir anda ,kafamın içinde kocaman bir dünya taşıdığımı farkettim. Onca gerekçelendirilmiş, gerekçelendirilmemiş sanı ile kuşatılmak; aslan terbiyecisinin yeteneğine sahip olmayı gerektiriyor kanımca. Kontrolü kaybedersek zarar görüyoruz çünkü. Ya da bilgi; kadehte durduğu gibi durmayan rakı gibi, dozu arttıkça çoğalan bir "normalizasyon" sorununa yol açabiliyor. Elbette Platon'un "yığın"ının, Nietzsche'nin "sürü"sünün normalinden bahsediyorum. Farkındalık düzeyi yüksek olanların, dünyaya yığının penceresinden bakmayacaklarını, bakamayacaklarını söylersek çok da iddialı bir laf etmiş olmayız. Çünkü insan, potansiyel donanımlarıyla doğayı değiştirme ve kontrol etme yeteneğine sahip tek canlı türüdür. Diğer canlılar, doğanın kurallarına tabi olmayı seçmiş olsa da, insanoğlu fazlasını istemiş ve elde etmiştir. Bunu da bilgiyle, bilgiye dayalı praxis ile başarmıştır. Ama aynı zamanda, diğer canlılara öykünerek yaşamaktan da vazgeçmiyoruz. Toplumumuzun yüzde seksen beşi gazete, daha fazlası kitap okumuyor. Kültürümüzde "ya benimsin, ya toprağın" diye bir olgu var. Yani durum budur. Kanımca insan idesini oluşturan ögeler, ağırlıklı olarak statiktir. Yoksa onca emek ve koşturmacadan sonra evlenip hayatlarımız "düzen"e girince, bedenlerimizin evin salonundaki koltukla bütünleşmesini nasıl açıklayacağız?

Kendi türümüze haksızlık yapmayı birakıp bilginin olanaklılığı konusuna gelelim. Bilgi sürecine bakarsak; sanının algılanması, sınanması, yorumlanmasıyla gerekçelendirilmesi basamaklarından bahsedebiliriz. Rasyonalist ya da idealist açıdan baktığımızdan bağımsız olarak, bilgiye ulaşma süreci emek ister. Bilimsel bilginin olanaklılığının zor, değişkenliğinin kolay olduğu da dikkate alındığında, epistemolojinin geleceği hakkında umutsuzluk içinde buluveririz kendimizi. Ama farkındalık boyutumuzu arttırırsak, mutlu olmasak bile, ne kadar mutlu olduğumuzun farkında oluruz. Bu da yabana atılacak bir haz değildir. Burada farkında olmaktan kastım; bilgi olgusuyla ilintili olarak, değiştiremeyeceğimiz kavramların oabileceğidir. Örneğin; yığın bilimsel bilgiye ulaşmak için gayret göstermek yerine, informasyon ile yetinmeyi seçer. Ya da toplumun geneli için doxa'larla hayat daha güzeldir. Felsefi bilgi, bireysel ve toplumsal idealin peşinden koşarken, bu direnç noktalarını yok saymamalıdır. Aksi takdirde ütopyaların arasında solar gider.  

Yukarıdaki açıklamalardan sonra bilimsel bilginin yöntemine dair, diyalektik bir sürecin gerektiği seçeneğine ulaşılabilir. Diyalektik olarak bilginin olanaklılığı, tez veantitez ile ulaşılan sentez ve sentezin tekrar tez halini alarak, sonraki sentez sürecine katılması ile olur. Bu döngü sürer gider. Buradaki antitezin varlığı ise büyük ölçüde, diğer öznelerin bilgisini gerekli kılar. Özneler yoksa diyalektik de genelde olanaksızdır. O halde kaynağı ne olursa olsun (gezme ya da okuma) dağarcığımızdaki bilgiyi, diyalektik bir sürece sokabilirsek, dünyamız daha yaşanabilir bir hale gelecektir. Aksi takdirde epistemopati dediğimiz, dogmatik bilginin esiri olma sorunuyla karşılaşabiliriz. Okuyan bireyi, kitaptan edindiği enformasyonu bilimsel bilgi haline getirmedikçe “bilgili” kabul edemeyiz. Ya da gezme sürecinde yaşananların bilgi dağarcığımızı genişletebilmesi için, eleştirel bir yorumla tecrübe edilmesi, uslamlanması ve gerekçelendirilmesi lazımdır. Bu süreç sonunda edinilen bilgi, entellektüel bir eklenti haline gelebilir. Çok okuyup, hafızamızda kalanları “dikte ettiren” bir lider olabiliriz. Ya da diyar diyar gezerek, insanları başka mekanlarda tecrübe ettiklerimizle şaşırtabiliriz. Tecrübe ve düşüncelerimize değer veren insanların sayısı çok da olabilir. Ama bunların hiçbiri bilge olduğumuzu göstermez. Çünkü bilgelik, sözde ve eylemde tutarlılığı gerektiren ve eğitimle edinilen bir özelliktir. Bu sürecin diyalektik safhası olmazsa, okuyarak ya da gezerek algıladıklarımızın öğrenme ve benimseme süreci tamamlanamaz. O zaman da anlamadan anlatma ayrıksılığına düşebiliriz. Bu haldeki bilgimiz estetik, hatta etik yönüyle bir anlam ifade edebilir; ama ontolojik olarak temelsiz ve gerekçelendirilmediği için epistemolojik olarak eksik kalacaktır. 

 
Toplam blog
: 68
: 644
Kayıt tarihi
: 17.11.08
 
 

1964 İstanbul doğumluyum. Bekarım. Çocuk hastalıkları uzmanıyım. Halkla İlişkiler ön lisans ve İk..