Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Kasım '11

 
Kategori
Öykü
 

Coşkun Irmak - 5

Coşkun Irmak - 5
 

Kapı zilinin sesi Hayrettin’i anılarından uzaklaştırdı. Onu evde ziyarete gelen pek olmazdı. Bu, sabah servisine çıkmış olan kapıcı olmalıydı. Saatine baktı,10’u biraz geçiyordu. Kapıcı genellikle bu saatlerde gelirdi. Kapıyı açtı, bir tane ekmek aldı.

 

Giyinip dışarıya çıkmaya karar verdi. Çıkarken şemsiye almayı unuttuğu için tekrar geri döndü.

Yağmur yağıyordu. Biraz yürüdükten sonra dindi. Şemsiyeyi kapatıp etrafına bakarak yoluna devam etti. Havanın yağışlı olması, çalışanların işe, öğrencilerin de  okullarına gitmiş olmaları nedeniyle ortalıkta fazla insan yoktu. Yürüdüğü kaldırımda karşısından önde bir dişi köpek, arkasında da bir erkek köpek geliyordu. Ona yaklaşınca arkadakini tanıdı. Arada sırada yiyecek verdiği köpekti… Yanından geçerlerken

- N’aber Çomar? Dedi. Fakat Çomar’ın tepkisi dostça olmadı. Dişlerini göstererek hırladı ve sırtını biraz dikleştirerek dişi köpeği takibe devam etti.

Yanından geçen bir arabaya söylendi; üzerine su sıçrattığı için. Kaldırımın yol tarafından iyice uzaklaşarak yürümeliydi. Böylece sıçrayan sulardan daha az etkilenirdi. Öyle yaptı.

Ana caddeye çıkan sokağın tam köşesinde sık sık gittiği bir çay ocağı vardı. Oraya gelince dışarıdaki taburelerden birine oturdu. Yağmur yağma ihtimaline karşılık oturacak yeri bir şemsiye altından seçmişti. Çaycı gelince bir orta kahve söyledi.

Biraz sonra bir bardak su ile birlikte kahvesini getiren çaycıya laf olsun diyr sordu:

- İşler nasıl?

- Nasıl olacak Hayrettin abi? Gördüğün gibi. İşler kesat, anlayacağın sinek avlıyoruz.

- Vatandaşın çay, kahve içmeye de mi parası yok?

- Yok ki gelmiyor. Olsa gelecek.

- Kafe mafe gibi lüks yerler ağzına kadar dolu ama.

- Onların müşterileri zengin, bizimkiler gibi gariban değil. Onların müşterilerinde her zaman para vardır. Sermaye bulup da açamadım öyle bir yer. Valla karnımızı doyuramıyoruz buradan kazandığımızla…

- Buna da şükretmeli. Daha da beteri olabilirdi.

- Daha da beteri mi kaldı be Hayrettin abi? Bir adım ötesi perdeyi indirip sinemayı kapatmak…

Çaycı oldukça dertliydi bu konuda. Konuşmasını uzattıkça uzattı. Hayrettin sorduğuna da, soracağına da pişman olmuştu. Çünkü bu dertlenmelerin çoğunu daha önce de ondan dinlemişti.

Yan masaya bir müşteri gelmişti, ama çaycının arkasında kaldığı için görmemişti. Müşteri elindeki simidi yemeye çalışıyordu. Neden sonra adam daha fazla beklemeye dayanamadı. Çaycıya seslendi:

- Metin simit boğazımda kaldı. Kuru kuruya gitmiyor bu mübarek. Konuşmanı da kestim, ama bir çay versen diyecektim.

- Kusura bakma.  Hayrettin  abi ile sohbete dalmışım. Dedi ve çayı getirmek için koşarak ocağa gitti.

Gidişine Hayrettin de memnun olmuştu. Küçük ve alçak masanın üzerindeki kahve fincanını eline aldı. Önce, kahvenin o nefis kokusunu, ciğerlerine doldurdu. Sonra da fincandan küçük bir yudum aldı. Başkaları önce suyu içer, sonra kahveyi; Hayrettin ise tam tersini yapardı.

Gökyüzündeki yağmur bulutları dağılmış, güneş yüzünü göstermişti. Tatlı bir sıcaklık yayılmıştı ortalığa. Yoldan gelen geçen sayısı da artmıştı. Bu arada çaycının hissesine de üç müşteri daha düşmüştü.

Fincanda kalan son yudum kahveyi bitirdikten sonra suyunu da içti ve bir sigara yaktı. Sabahın köründe onu uyandıran sigaraya karşı duyduğu öfkeyi unutmuş gibi görünüyordu.

Boşları almaya gelince çaycıya kahve ücretini de ödedi. Kahveci:

- Bir de çay vereyim mi Hayretti abi? Dedi.

- Yok, sağol.

- İkramımız olsun.

- Hayır, teşekkür ederim. Evde fazlasıyla içtim.

Deyince çaycı yanından uzaklaştı. Biraz daha oturup, marketten alışveriş ettikten sonra eve dönecekti. Marketten almayı düşündüğü şeyleri cebinden çıkardığı bir kağıda yazmak aklına geldi. Çünkü markete girdiğinde ne alacağını bazen unutuyordu. Böyle yaparsa, ihtiyacı olan şeylerin dışındakileri alıp da boşu boşuna para ödemek zorunda kalmayacaktı. Tabii bu Hayrettin’in bir buluşu değildi. Münevver’den öğrenmişti. Münevver market market, pazar pazar dolaşır en ucuzunu almaya çalışırdı. Bir maaş ile geçinmek zorunda kalışları onu bazı çareler üretmek zorunda bırakmıştı.

Camları dahil, her tarafı siyah, oldukça lüks bir arabanın yolun kenarına park ettiğini gördü. İçinden koca göbekli, iyi giyimli bir adamın çıkacağını düşündü. Bir-iki dakika geçmesine rağmen arabadan inen olmayınca birisini beklediği sonucuna vardı. Derken arabanın kapısı açıldı. Üzerindeki blüzü ve ayağındaki pantolunu siyah renkli genç bir kadın indi.

Hayrettin bu bayana bakmadan edemedi. Uzun boylu, balık etinde, beyaz tenli, siyah saçlı ve yeşil gözlü bir kadın. Gözlerinin rengi bile fark ediliyordu. Vücudu ve  organları arasında mükemmel bir orantı vardı. Bir şey ne eksikti, ne de fazla… Bu kadına çok güzel” demek bile yetmezdi, çok çok güzeldi…

Hayrettin beş senedir ilk defa içinde bir şeyleri kıpırdandığını hissetti. Ilık ılık bir şeyler akıyordu . Bu hissettikleri karşısında utandı ve kendi duyabileceği bir sesle “Allah sahibine bağışlasın.” Dedi, ancak bunda pek samimi değildi. Durumu geçiştirmeye çalışıyordu.

Kadın yandaki tekel bayiine girdi. Biraz sonra elinde bir poşetle çıktı ve arabasına doğru yürüdü. Hayrettin arkasından bakmamak için öteki tarafa dönmek istedi, başaramadı. Kadını arabasına bininceye kadar seyretti. Araba, hareket etti. Hayrettin de markete gitmek için yerinden kalktı.

Alışverişi de yapıp eve geldikten sonra, Münevver’in fotoğrafına bakmaktan bir müddet kaçındı. Kendisini suçlu hissediyordu. Utanıyordu da.

Neden sonra Münevver’in fotoğrafına baktığında suratının asık olduğunu, ona pek de iyi bakmadığını gördü. Kendisini savunmaya geçti:

- Münevver, vallahi kötü bir şey yapmadım. Sadece baktım. Gözlerimi mi kapasaydım? Kadın tam önümden geçti.

     (Devam edecek)

 
Toplam blog
: 1081
: 980
Kayıt tarihi
: 30.07.10
 
 

Uzun yıllar çeşitli sitelerde Oruç Yıldırım adı ile yazı yazdım. Dört tane romanım ve çokca da de..