Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Aralık '10

 
Kategori
Güncel
 

Cumartesi Anneleri'nin Caddesi

Cumartesi Anneleri'nin Caddesi
 

Yılbaşına sayılı günler kala, Beyoğlu’nun İstiklâl Caddesi nede güzel olur değil mi? Her yan ışıl ışıldır. Her yan adeta bir renk cümbüşüne bezelidir. Her yanda insan keşmekeşi, rengârenk mağazalar, alımlı çalımlı baylar, bayanlar… Meyhaneler, içkihaneler, barlar, pavyonlar… Her bir mekân renk cümbüşünün sembolü halindedir. Sinemalar, cafeler, kitapçılar… Kaldırım kenarında akordeon, keman, gitar, yan flüt çalanlar… Ve “İstiklâl Caddesi” deyince sadece yılbaşı zamanlarında değil her zaman, hep bunlar gelir akla değil mi? “Çiçek Pasajında içtiğim rakının tadı damağımda kaldı… kokareçin kokusu iştahımı kabarttı…” der memleketin has bahçe gülleri. İstiklâl Caddesi… Benim de aklıma ilk elden sokulan şeyler oldu bunlar. O Atlas Sinemasının arka sokaklarından birisindeki barda içtiğim rakıyı hatırladım bir akşam. Yanında tam yağlı beyaz peynir vardı ve o barın kıyı kenar köşesinden her yana yayılan bir loş hava esir almıştı beni. O Karaca Tiyatro’nun dibindeki kahve hiç aklımdan çıkmaz. Soğuk kış günleri kendimizi attığımız kahve… Ardı arkası kesilmeksizin önümüze gelen çayları yudumlardık o kahvenin duvar dibi masalarında, saatlerce… Hepsi bir yana… Her şey bir yana… Bu iş gerdan kırmaya, etrafa gülücük dağıtıp, caka satmaya benzemiyor. O renk cümbüşünün bir kenarında dizlerinde derman, gözlerinde fer, kollarında güç kalmamışların tamı tamına üçyüz kezdir toplandığı, üçyüz kezdir haykırdığı, üçyüz kezdir gözlerindeki yaşı ortalığa savurduğu bir meydan var. Birilerine eğlence babından gelen caddenin fersiz müdavimlerinin yüreklere açtığı koca bir yara, o yaranın üzerinden akan inceden inceye bir sızı var tam üçyüz kezdir. Otuz kişi ile başlayıp, otuz kişi ile, kara, yağmura, sıcağa inat başlayan üçyüz kezlik haykırış var. “Başka şey dinlemeye lüksümüz kalmadı” diyenler. Çoluğunu çocuğunu kayıplara vermiş olanların bir kuru kemiğin peşine düşerek yıllarını geçirdiği bir caddedir o cadde. O caddenin değişmez müdavimleri, ülke faşizminin ne menem boyutlara ulaştığını her dem bu toplumun, bu memleket muktedirlerinin yüzlerine o caddenin, orta göbeğinden haykırıyor. Polisin coplarına inat, biber gazlarına inat, Başbakan’ın ağzından çıkan o kendini bilmez cümlelere inat, o analar, her Cumartesi gününü oralarda mesken tuttular. “Kim olduklarını, ne iş yaptıklarını bilmiyorum” demişti bu ülkenin Başbakanı. Filistin’de ölen çocuklara ağlayan Başbakan, kendi topraklarındaki o feci trajediye, o feci drama kayıtsız kalarak nasıl bir ikiyüzlülük içerisinde olduğunu cümle aleme gösterdi. Evlerinden bir gece ansızın alınıp, götürülen ve bir daha o götürülenlerden haber alınamayan bir memlekette yaşadığımızı hatırlamak elzemdir. Buna faşizmin aleni yüzü denir, ki biz o faşizmi bu ülkede alenen gördük. Cumartesi Anneleri bize o faşizmi bolca gösterdi. Ne kadar saklasalar da, ne kadar yok deseler de, işte faşizm.

Bu ülkenin rahmetli bir Başbakan Yardımcısının yıllar önce o kayıp ailelerine söylediği laf geldi aklıma. Otobüsün üzerinden konuşmasını yapan Erdal İnönü’ye tamda karşısında açtıkları pankartla ulaşmak isteyen kayıp aileleri, “Çocuklarımızın akıbetini öğrenmek istiyoruz” diye sorduğunda, Erdal İnönü “Ben nereden bileyim çocuklarınızın akıbetinin ne olduğunu” diye bir karşılık vermişti. Aslında bu güne kadar ısrarla söylediklerimizin tescili hüviyetinde olan bir cümleydi Erdal İnönü’nün ağzından çıkan bu cümle. Doğru, Erdal İnönü bilmiyordu. Çünkü bu ülkenin görünen iktidarları hiçbir zaman iktidar değildi. Sadece görüntüydü. Sadece laf ola iktidardı. Ve bu ülkede devletin ne olduğuna dair tescilli bir laftı Erdal İnönü’nün ağzından çıkanlar. Evet… Devlet… Devlet kan kusturuyordu bu ülke insanına. Canlarını, kanlarını içmekten beri durmuyordu. Aykırı gördüğünün tepesine devletin o aziz sopası hiç çaktırmadan iniyordu. Zira o inen sopanın açtığı yaralar hiçbir zaman kapanmayacaktı. O yaralara göz kapanıp, kulak tıkanacak cinsten ifadelerle yaklaşılacaktı. Ve işte bu günün o çok mazlumlar ilahı Başbakanı, o caddede yirmi seneden fazaldırki toplanan analar için, “Ne iş yaptıklarını bilmiyorum, birileri tarafından kullanılıyorlar” diyebilme ferasetini ortaya koymuştu. İki yüzlülüğün, sahtekârlığın ilk ağızdan somut halidir. “Benim mağdurum iyi, senin mağdurun tu kaka” özdeyişinin tescillenmiş şeklidir.

Hazni ile Doğan’ın adını duydunuz mu? Mardin Dargeçit’te Doğan ailesinin iki çocukları. Yaşlarını merak ettiyseniz söyleyeyim. Hazni henüz 9 yaşındadır. Kızımın yaşında. Tüylerim diken diken oldu. Yüreğim eridi. Doğan henüz 13 yaşında. Yani daha altıncı sınıfa yeni gitmeye başlamış olması gerkiyor. Biliyor musunuz, bu çocukları jandarmalar bir gece evden alıp götürüyorlar. Birkaç gün sonra anne Seyhan Doğan Dargeçit’te bulunan tabura gidiyor ve çocuklarının durumunu soruyor. Aldığı yanıt “Birkaç gün sonra eve gelirler” oluyor. Birkaç gün sonra Hazni eve geliyor. Ama abisi Doğan yoktur. Hazni olanı biteni anlatıyor. Nasıl işkence gördüklerinden bahsediyor. Filistin askısından, soğuk suya nasıl sokulup çıkarıldıklarını anlatıyor. Ve o oluyor işte… Yıl 1995… Bir daha Doğan’dan haber alınamıyor. Söylenen “Çocuğunuzu eve gönderdik” oluyor. Doğan 20 yıldır yok. Evet… Yok… 13 yaşında bir çocuk bu ülkenin askerleri tarafından evinden alınıp götürülüyor ve bir daha kendisinden haber a lı na mı yor. 9 ve 13 yaşındaki iki çocuktan kim ne ister? Henüz bebeklik dönemini yaşayan bu çocukların kime ne zararı olabilir? Bu nasıl bir ruh halidir ki, bu çocukları evlerinden alıp, hiçbir rahatsızlık duymadan, bu iki küçük çocuğa işkence yapıyorlar. Bu nasıl bir vicdan halidir.

Bu ülkenin yüreği yanan analarını tanımıyorsanız Sayın Başbakan, işte size tanıtıyoruz her dem bu yazılarda o anaları. Canlarından parça kaybetmiş anaları iyi görün ve tanıyın ki, o kullandığınız basiretsiz laftan sonra az buçuk yüzünüz kızarsın.

Ne gam, ne keder…

Gecenin şu yarısında, oturmuş yazıyorum şu yazıyı. Yüreğim burkuldu… Hazni 9 yaşında. Odasında uyumakta olan 9 yaşındaki kızımın yanına gittim ve sadece o masum yüzüne bakıp, tekrar klavyenin başına çöktüm. Ve bir kez daha gaddarlığın, vicdansızlığın tarifini zihnim de yapmaya çalıştım.

İstiklâl Caddesi… O cadde benim için Cumartesi Anneler'inin Caddesidir.

 
Toplam blog
: 1509
: 1145
Kayıt tarihi
: 07.08.07
 
 

Yazarım... Okurum... Öğrencilik yıllarımda çok yazdım... Kompozisyon derslerinde yazdım... Duvar ..