Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

29 Ekim '09

 
Kategori
Güncel
 

Cumhuriyet coşkusu dağdan inenlerin gölgesinde kaldı

Cumhuriyet coşkusu dağdan inenlerin gölgesinde kaldı
 

Bu neyin sevinci?


Dağdan indiler diye çok sevindiler. Büyük bir zafer kazanmış gibi kutladılar dönüşlerini… İyi de neyin sevincidir bu, neyin zaferi, neyin kutlamasıdır?

Binlerce masum insanın kanını dökmek midir zafer, yoksa çöp kutularına bomba bırakarak dünyadan habersiz yavruları havaya uçurmak mı? Sınır boylarında gel teskere türküsünü söyleyerek annesine, babasına, sevdiğine kavuşmak için gün sayan 19’luk delikanlıları pusuya düşürmek midir yoksa kutlanan? Sevdiklerine birkaç parça hediye almak için gittiği alışveriş merkezinde yakılanlar için midir bu coşku?

Hadi biraz Emine Ayna olalım Allah korusun ve bir an inanalım, barışa susayan halkın coşkusu olduğuna bu gösterilerin. Sahi barışa dinamit koyan kimdir? Barışı katleden kim? Hadi bundan yirmi yıl önce dilinizi konuşamıyordunuz, kültürünüz baskı altındaydı, yasal olarak örgütlenemiyordunuz… Ya şimdi? Hangi haklı gerekçeniz var silah taşımak için, dağa çıkmak için?

Dönelim coşkunuza…

Bu ülke, Ankara’dan batısı 15 Mayıs 1919’dan ta 9 Eylül 1922’ye dek, tam üçbuçuk yıl süren mezalimi, tecavüzleri, katliamları ve işgali bitirdiğinde böylesine coşku yaşamadı…

Bilir misiniz, nüfusunun yarısını Fransız kurşunuyla yitiren Antep, semalarında şanlı bayrağımız yeniden dalgalandığında böylesine sevinç hissetmedi… Keza Maraş ve Urfa da öyle…

Ya Ağrı, Van, Erzurum, Kars, Trabzon, Rize?... Onlar da yaşadılar işgali, onlar da yurtlarından oldu. Sarıkamış’ı duydunuz mu Sarıkamış’ı? Yetmiş bin can orada kanatlanıp yükseldi arşa… Ama oralar da kurtulduğunda sizin kadar dalgalanmadı…

Altmış bin genci, fidanı, yavrusu Çanakkale içinde vurulan, ölmeden mezara konulan bu ülke, zaferden sonra sizin kadar nümayişler yapmadı…

Beyni, yüreği, merkezi, başkenti tam beş yıl işgal altında kalan bu ülke 6 Ekim’de işgal sona erdiğinde yaşadığı sevinç sizin zerreniz kadar olamadı… Bu ülke altı yüzyıllık saltanatı yıkıp Cumhuriyeti kurduğunda sevinmedi bu kadar…

Sevinçleriniz sevinç olmaktan çıktı, görgüsüzlük haline geldi. Çünkü küçüldükçe başarıların ve zaferlerin çapı; ve ufaldıkça insanların yüreği, küçücük mutluluklar kanatlandırır oldu onları…

Elbette sevineceksiniz… Bu hakkınız… Toprağınıza, ailenize, ülkenize kavuşmanın sevinci başka şeye benzemez. Ama bunun dozunu iyi ayarlayamadınız mı, biraz abarttınız mı, hele lüks arabalarla, arazi araçlarıyla konvoylar oluşturdunuz mu, sizin sevinciniz başkasının hüznü olur. Sizi öylesine coşkulu gören acılı ana, evladını katlettiğiniz için düğün dernek yaptığınız hissine kapılır… Sağa sola bıraktığınız bombalarla yakınını yitirenler, “Oh, iyi ki öyle yaptım, canıma değsin, ” dediğinizi sanır.

Yeri gelmişken…

Önderlerinizden Ahmet Türk bir röportajda buyurdular ki, 12 Eylül döneminde Diyarbakır cezaevinde her gün dua ediyorduk, Yarabbi al canımızı da kurtar bizi bu azaptan…

Neden Ahmet Türk, neden? Çok mu işkence yaptılar size? Yaptılar bilirim… Ya siz ne yaptınız içinizden dua etmekten başka? Karşı koydunuz mu mesela? Haysiyetinizi koruyabildiniz mi? İşkencenin insanlık onurunu yenemeyeceğini haykırabildiniz mi zalimlerin suratlarına.

Hiç düşündünüz mü, siz canınızı alması için Tanrıya dua ederken, hep hedef gösterdiğiniz Türk gençleri ne yaptılar Mamak’ta, Buca’da, Davutpaşa’da, Sultanahmet’te, Metris’te? İnadına yaşadılar… İnadına ölüme karşı hayatı seçtiler… Ve inadına haykırdılar zalimin suratına: “Vurun ulan, vurun, ben kolay ölmem. Ocakta küllenmiş közüm, karnımda sözüm var haldan bilene.” Onun dizeleriyle. Sizin, bizim, hepimizin şairi… Büyük Şair Diyarbekirli Ahmet Arif’in sözleriyle…

Bunu söylemeye güçlerinin yetmediği anlar da oldu. İşte o zaman gerçekten öldüler… Gencecik bedenleri altmış gün, altmışbir, bilemediniz altmışbeş gün ancak direnebildi açlığa. Şimdi onlar sessiz ve vakur. Zaferlerini sessizce ve usulca kutluyorlar, sonsuza dek kalacakları gökyüzünde.

Zalimler önünde diz çökenler ise şimdi arkalarına alınca kitleleri, birden aslan kesildiler. Ama tarih yazmıştır kuytu bir köşesine kimin çeperinin ne olduğunu…

Hiç düşündünüz mü… Dilinizi özgürce konuşmanız, kültürünüzü yaşatmanız, anadilinizde eğitim hakkına sahip olmanız, tüm anayasal kurumlarda herkesle eşit olanaklar edinmeniz ve örgütlenme özgürlüğünüze halel gelmemesi fikrinde olan bu satırların yazarı, davranışınızı en hafif tabirle görgüsüzlük olarak görürse, başkaları nasıl değerlendirir?

Diyebilirsiniz, “Abey dağdan yeni inmişem, bende görgü ne gezer?” Haklısın, görgü yoksa ruh da mı yok!

Çuvaldızı kendinize batırma vakti gelmedi mi? Hep Türklerden beklediniz empatiyi. Bir gün aklınıza, kendinizi Türk yerine koymak geldi mi? Mağduru oynamak nereye kadar? Zaten mağdur değilsiniz artık. Çoktan giydiniz zalimlerin postunu.

 
Toplam blog
: 172
: 2181
Kayıt tarihi
: 03.10.07
 
 

1958 Trabzon doğumlu. Darüşşafaka Lisesi ve M.Ü. Siyasal Bilimler Fakültesi mezunu. Yazdığı kitapla..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara