- Kategori
- Anılar
Dağ çiçekleri
Mavi, yeşil, siyahi, kahverengi, ela pırıl pırıl her hareketimi kaçırmak istemezcesine bana ilgiyle ve merakla bakan gözler…. Daima onlar tarafından takip ediliyordum. Nereye gitsem arkamdan benimle birlikte gelirler ve evde kapımın önünde sabahtan akşama kadar oturur bekleşirlerdi. Tüm boş zamanlarında, okul saatlerinde dahi teneffüs aralarında koşarak gelirler benim bahçemde veya evimin etrafında zamanlarını geçirirlerdi minik dostlarım…. Bahçem onların oyun alanı olmuştu. Muhtar ve bazen köyün ileri gelenleri beni rahat bırakmalarını söylemelerine rağmen, onlara benim bahçemde oynamalarına müsaade ettiğimi belirtmeme sevinmişler ve bu tavrım onlara cesaret vermişti. Yaşlı muhtar başını sağa sola sallayarak bilgiç bir edayla ‘bunlara fazla yüz verme hemşire hanım kızım yoksam baş alaman ‘ demişti. Ona gülümseyerek ‘ sen üzülme muhtar amca sorun yok, ben çocukları çok seviyorum ve bana faydaları da çok, zazaca öğretiyorlar, tercüme ediyorlar ’ diyerek bu vefakâr adamı rahatlatmaya çalışmıştım. Bu insanlar beni onlar için bulunmaz bir nimet olarak görüyorlar ve rahatımı sağlamak için ellerinden geleni yapmaya çalışıyorlardı. Hatta aralarında ‘yönünü şaşırmış kanatları kırılıp gökyüzünden yeryüzüne düşmüş bir melek olduğumu’ söylediklerini de minik dostlarımdan duymuştum.
Böylelikle bahçemde kuş cıvıltılarıyla çocuk sesleri birbirine karışarak yalnız dünyamı benimle paylaşıyorlardı. Tek eksiğim bahçemde hiç yeşillik yoktu. Bir gün elime kazmayı alarak kazmaya başladım ama her darbede bir taşa rastlıyordum. Minik dostlarımda her zaman olduğu gibi beni seyrediyorlar aralarında konuşarak gülüşüyorlardı. İçlerinden biri ‘ şıle sen napayon’ dedi. Bu çabalarıma anlam verememişlerdi. Onlara dergilerden çiçek resimlerini göstererek ‘ işte bunlardan bahçemde olsun istiyorum’ dedim. Heyecanla bana bu çiçeklerin benzerlerinin dağlarda çok olduğunu ama yenilecek bir şey olmadığını söylediler. Onların küçük dünyasında bir şey ekmek için yenilmesi gerektiği düşüncesi hakimdi. Her sabah uyandığımda penceremi açtığımda bu rengârenk çiçekleri görmek ve kokularını koklamak istediğimi söyleyerek onlara tabiatı korumanın, çevreyi güzelleştirmenin önemini anlattım. Hepside başlarını sallayarak beni anladıklarını ifade ediyorlardı fakat taşlı toprağın ekim için uygun olmadığı da bir gerçekti ve ben bu sevdadan vazgeçmeliydim.
Ertesi sabah uyandığımda kepenklerimi açınca görmüş olduğum manzara karşısında bütün duygularım gözlerimin yaşlarla dolmasına sebep oldu. Benim minik dostlarım sabah erken kalkmışlar ve dağlarda ovalarda ne kadar kır çiçekleri varsa toplamışlar ve topladıkları pembe, mavi , sarı, beyaz, kırmızı rengarenk çiçekleri bahçemdeki taşların arasına koyarak sıkıştırmışlardı. Bütün bir yaz boyunca her sabah solan çiçekleri yenileriyle değiştirmeye devam ettiler. Yırtık pırtık ve yamalı elbiseler, çıplak ya da yıpranmış çarıklar içinde ayaklar, hayat dolu gözler ve minnacık ellerindeki çiçekleri taşların arasına ekerlerken anlamışlardı benim tabiata olan tutkumu ve sevgimi… Bana olan sevgilerini ifade ediş şekilleri...
Ben ne anladım biliyor musunuz sevgili dostlarım? O minik dostlarım da taşların, kayalıkların arasında yaşama tutunmaya çalışan çiçeklerdi.