- Kategori
- Psikoloji
Damdaki kemancı

Yalnızdım... Yalnızlığım çok kalabalıktı.
Bavulumdan sararmış yapraklar, beyaz sayfalar ve çekirge sürüleri fışkırıyordu. Bir adam kemanıyla çatıda durmadan o şarkıyı çalıyordu geceleri...
Gecelerim binlerce yıldızla aydınlanıyor ve ben deniz kenarında, ayaklarım sulara batmış, avuçlarımda kırmızı renkli iki deniz yıldızıyla ayakta dikiliyordum.
Buradan uzaya kadar dikiliyordum.
Gün doğumunda gün batımına kadar dikiliyordum.
Arzulu ve haz mırıltılarıyla süslü bir geceden sonra, sevdiğin kadınla birlikte uyanmaya benziyordu, günün ilk ışıklarını görmek..
Yükselen güneş de o kadın gibi yalın ama olağanüstüydü.
Gün boyunca o sonsuz denizi ve akşamları da ışıl ışıl yıldızlarla aydınlanan gökyüzünü izliyor; ezelden beri oradaymışçasına duran, hep aynı melodiyi çalan kemancıyı dinliyordum.
Yalnızlık mevsimindeydim...
Yalnızlığım kalabalığımdan artmıştı...
Yanımda kimse olmadığı için değildi oysa yalnızlığım, yalnızlığımı anlatabileceğim tek bir kişi bile olmadığı için yalnızdım.
Bunu bir tek aşk anlardı ama aşk da bana fazlaydı...
Mevsimimin ölüm meleğiydi o, benim gibi az konuşan, dolaysız ve kesin bir üslûbu vardı. Yaşadıkça öğrenmiştim.
İçine aşk ve tutkunun karışıp zehirlemediği her ilişki iyi gidiyor, ilişkiye aşk ve tutku karıştıkça her ilişki karmaşıklaşıp, içinden çıkılmaz bir hal alıyordu.
Gökyüzünü kara bulutlar kaplamaya başlıyor, güneş görünmez oluyor, bardaktan boşanırcasına yağmurlarla ıslanıyordum.
Geceleri gökyüzünde yıldızlar görünmez oluyor, damdaki kemancının melodileri daha bir içleniyor, cebimden sararmış yapraklar yerine ölü akrepler çıkıyordu.