- Kategori
- Anılar
Dede dediğin böyle olur

Siz bilmezsiniz benim dedemi. Dedelerin en dedesidir o. Hiçbir dedeye benzemez "Necmi Dede"den* başka. Bir anlatsam, ah bir bahsetsem ondan, ağzınız açık kalır.
Kendisini tanıyan herkes onun hastane maceralarını bilir. Bir de... İzmit'teki tüm hastanelerin personeli bilir. Kolundaki serumları söküp atarak kan revan içinde hastaneden kaçan biri, hiç kimsenin hafızasından kolay kolay silinmez ne de olsa...
* * *
Evet, dedem kalp ameliyatı olacağı dönemlerde, hastanedeki odasında gördüğü kâbuslardan dolayı, hemşirelerin kendisini öldürme planları kurduğuna inandığı için, bir akşam koluna bağlı serumların iğnelerini sökerek, kollarından kan damlara damlaya hastaneden kaçmıştı.
* * *
Başka bir hastanede yatarken, biz tüm kadro olarak onun evinde kalıyorduk hastaneye yakın olduğu için. Bir gece telefonun acı çığlığıyla uyandık. Bir polis memuru, acilen hastaneye gitmemiz gerektiğini söyledi ve ani bir panikle evden çıkarak, henüz ehliyetini almamış olan kardeşimin şoförlüğünde hastanenin yolunu tuttuk. Meğer dedemin canı sütlaç istiyormuş! Gecenin yarısı hemşire telefonu kullanmasına izin vermediğinden ve "Bu saatte hiç kimse bu telefondan 155'ten başkasını arayamaz!" diye azarladığından; sevgili dedem 155'i arayarak polis memurundan bizi aramasını istemiş!
İçinde bulunduğumuz duruma nasıl bir tepki vereceğimizi şaşırdık o an. Ve gece yarısı pastane pastane dolaşarak sütlaç aradık (yine ehliyeti olmayan kardeşimin şoförlüğünde!). Yaz günü sütlaç bulmak ne mümkün? Biz de çaresiz, profiterol alıp üzerine 2 top dondurma koydurttuk. İçeri sokmamız zor olmadı, kapıdaki görevliye dedemin adını vermemiz yeterliydi :) Ne de olsa dedem; tüm hastane personeli, hastalar ve tüm hastaların yakınları tarafından nam salmıştı!
Kâseyi tamamen silip süpürdükten sonra bize söylediği cümle şuydu: "Sütlaç nerde? Ben sütlaç istemiştim."
* * *
Anjiyo olacaktı ve doktorlar her gün, bir ertesi güne erteliyordu. Dedem bu işe çok bozuluyordu tabi, ama ne gelir elden? En sonunda, bana doktor için bir not yazdırdı. Notta; kendisinin emekli tekel müdürü olduğunu ve bir daha anjiyonun ertelenmemesini rica ettiğini yazdırdı (Ne alâkaysa...). Üstelik bu notu doktora benim vermemi istedi! Yapacak bir şey yoktu, mecbur boyun eğecektim ve rezil olmayı umursamamaya çalışacaktım. Ve notu verdim... Ve doktor notu okuyunca güldü... Ve dedem o gün anjiyo oldu!
* * *
Bir gün yine yattığı yerden bir kağıt ve bir kalem edinmemi istedi ve "Yaz kızım," dedi. Ortancalara 15 saniye, çınar ağacına 9-10 saniye, güllere 10-12 saniye, vs. bitki adlarını ve saniyeleri yazdırdı. Kafamda bir sürü soru işareti birikmişti elbette. Meğerse bana bu anlamsız gelen notlar, bahçesindeki bitkilere verilecek olan suyun süresiymiş! "Aman sakın ihmal etmeyin" diye tembihlemeyi unutmadı...
* * *
Hastaneden çıkmıştı (bu kez kaçmamıştı, çıkmıştı), evinde istirahatteydi. Biz her zamanki gibi tüm kadro (dedemin tüm torunları, toplam 5 adet; ve annem ile anneannem), onlarda kalıyorduk. Ama hepimiz yorgunluktan ve stresten çökmüş durumdaydık. Bir tek en küçük yeğenim Tuğba, sinirleri alınmışçasına dedeme hizmet etmeye devam edebiliyordu.
Gecenin iki buçuğu...
"Tuğbaaa, hadi kızım tansiyonumu ölç ve şuradaki kağıda yazıver."
"Peki dede."
"Şimdi vantilatörü çalıştır, 15 saniye sonra kapat ve yeniden tansiyonumu ölç."
"Tamam dede."
"Şimdi yedi buçuk dakika bekle ve tansiyonumu yine ölç, bak bakalım değişiklik olacak mı."
"Olur dede."
"Peki bu vantilatörün sıcak hava üfleme özelliği yok mu?
"Yok dede."
"Ama soğuk hava veriyorsa sıcak hava da vermeli."
"O bir vantilatör dede, yaptığı tek şey içeride varolan hava akımını hızlandırmak."
"Sen anlamıyorsun, bozulmuştır belki; yarın Osman Usta'ya baktırayım."
Evet abartmıyorum; uyuklamaya çalışırken duyduğumuz ve bize "Ya sabır" çektiren diyalog aynen böyleydi. Tuğba'nın sabrına hayrandım ama bu sabrından dolayı onu hiç kıskanmıyordum :)
* * *
Aradan yıllar geçti ve dedem hiç değişmedi.
Şimdi Yuvacık Barajı'nın üstünde, dağın neredeyse zirvesinde yaşıyor ve haftanın 2 ya da 3 günü kendini hastanenin acil bölümüne getirtiyor. Kar kış demeden, yağmur çamur demeden. Şikâyeti ise karın ağrısı... Sebebi ise, kapasitesinin çok üstünde yemek yemesi, ve çok hızlı yemesinin sonucunda gerçekleştiğini tahmin ettiğimiz gaz sıkışması.
Dünyada eşi benzeri olmayan bir insan o. Hiçbir dede onun gibi olamaz, ve yıllarca anlatacak kadar malzeme sağlayamaz :)
* Necmi Dede: Çılgın Bediş'in çılgın dedesi :)
Kendisini tanıyan herkes onun hastane maceralarını bilir. Bir de... İzmit'teki tüm hastanelerin personeli bilir. Kolundaki serumları söküp atarak kan revan içinde hastaneden kaçan biri, hiç kimsenin hafızasından kolay kolay silinmez ne de olsa...
* * *
Evet, dedem kalp ameliyatı olacağı dönemlerde, hastanedeki odasında gördüğü kâbuslardan dolayı, hemşirelerin kendisini öldürme planları kurduğuna inandığı için, bir akşam koluna bağlı serumların iğnelerini sökerek, kollarından kan damlara damlaya hastaneden kaçmıştı.
* * *
Başka bir hastanede yatarken, biz tüm kadro olarak onun evinde kalıyorduk hastaneye yakın olduğu için. Bir gece telefonun acı çığlığıyla uyandık. Bir polis memuru, acilen hastaneye gitmemiz gerektiğini söyledi ve ani bir panikle evden çıkarak, henüz ehliyetini almamış olan kardeşimin şoförlüğünde hastanenin yolunu tuttuk. Meğer dedemin canı sütlaç istiyormuş! Gecenin yarısı hemşire telefonu kullanmasına izin vermediğinden ve "Bu saatte hiç kimse bu telefondan 155'ten başkasını arayamaz!" diye azarladığından; sevgili dedem 155'i arayarak polis memurundan bizi aramasını istemiş!
İçinde bulunduğumuz duruma nasıl bir tepki vereceğimizi şaşırdık o an. Ve gece yarısı pastane pastane dolaşarak sütlaç aradık (yine ehliyeti olmayan kardeşimin şoförlüğünde!). Yaz günü sütlaç bulmak ne mümkün? Biz de çaresiz, profiterol alıp üzerine 2 top dondurma koydurttuk. İçeri sokmamız zor olmadı, kapıdaki görevliye dedemin adını vermemiz yeterliydi :) Ne de olsa dedem; tüm hastane personeli, hastalar ve tüm hastaların yakınları tarafından nam salmıştı!
Kâseyi tamamen silip süpürdükten sonra bize söylediği cümle şuydu: "Sütlaç nerde? Ben sütlaç istemiştim."
* * *
Anjiyo olacaktı ve doktorlar her gün, bir ertesi güne erteliyordu. Dedem bu işe çok bozuluyordu tabi, ama ne gelir elden? En sonunda, bana doktor için bir not yazdırdı. Notta; kendisinin emekli tekel müdürü olduğunu ve bir daha anjiyonun ertelenmemesini rica ettiğini yazdırdı (Ne alâkaysa...). Üstelik bu notu doktora benim vermemi istedi! Yapacak bir şey yoktu, mecbur boyun eğecektim ve rezil olmayı umursamamaya çalışacaktım. Ve notu verdim... Ve doktor notu okuyunca güldü... Ve dedem o gün anjiyo oldu!
* * *
Bir gün yine yattığı yerden bir kağıt ve bir kalem edinmemi istedi ve "Yaz kızım," dedi. Ortancalara 15 saniye, çınar ağacına 9-10 saniye, güllere 10-12 saniye, vs. bitki adlarını ve saniyeleri yazdırdı. Kafamda bir sürü soru işareti birikmişti elbette. Meğerse bana bu anlamsız gelen notlar, bahçesindeki bitkilere verilecek olan suyun süresiymiş! "Aman sakın ihmal etmeyin" diye tembihlemeyi unutmadı...
* * *
Hastaneden çıkmıştı (bu kez kaçmamıştı, çıkmıştı), evinde istirahatteydi. Biz her zamanki gibi tüm kadro (dedemin tüm torunları, toplam 5 adet; ve annem ile anneannem), onlarda kalıyorduk. Ama hepimiz yorgunluktan ve stresten çökmüş durumdaydık. Bir tek en küçük yeğenim Tuğba, sinirleri alınmışçasına dedeme hizmet etmeye devam edebiliyordu.
Gecenin iki buçuğu...
"Tuğbaaa, hadi kızım tansiyonumu ölç ve şuradaki kağıda yazıver."
"Peki dede."
"Şimdi vantilatörü çalıştır, 15 saniye sonra kapat ve yeniden tansiyonumu ölç."
"Tamam dede."
"Şimdi yedi buçuk dakika bekle ve tansiyonumu yine ölç, bak bakalım değişiklik olacak mı."
"Olur dede."
"Peki bu vantilatörün sıcak hava üfleme özelliği yok mu?
"Yok dede."
"Ama soğuk hava veriyorsa sıcak hava da vermeli."
"O bir vantilatör dede, yaptığı tek şey içeride varolan hava akımını hızlandırmak."
"Sen anlamıyorsun, bozulmuştır belki; yarın Osman Usta'ya baktırayım."
Evet abartmıyorum; uyuklamaya çalışırken duyduğumuz ve bize "Ya sabır" çektiren diyalog aynen böyleydi. Tuğba'nın sabrına hayrandım ama bu sabrından dolayı onu hiç kıskanmıyordum :)
* * *
Aradan yıllar geçti ve dedem hiç değişmedi.
Şimdi Yuvacık Barajı'nın üstünde, dağın neredeyse zirvesinde yaşıyor ve haftanın 2 ya da 3 günü kendini hastanenin acil bölümüne getirtiyor. Kar kış demeden, yağmur çamur demeden. Şikâyeti ise karın ağrısı... Sebebi ise, kapasitesinin çok üstünde yemek yemesi, ve çok hızlı yemesinin sonucunda gerçekleştiğini tahmin ettiğimiz gaz sıkışması.
Dünyada eşi benzeri olmayan bir insan o. Hiçbir dede onun gibi olamaz, ve yıllarca anlatacak kadar malzeme sağlayamaz :)
* Necmi Dede: Çılgın Bediş'in çılgın dedesi :)