- Kategori
- Müzik
Dede Efendi
İstanbul, Cankurtaran'da Dede Efendi' Müze Evi
Büyük şâirimiz Yahya Kemâl, “Eski Mûsıkî” isimli şiirinde:
“Çok insan anlıyamaz eski mûsikîmizden,
Ve ondan anlamayan bir şey anlamaz bizden”
mısrâlarıyla biz Türklerin rûhunu anlamak için, müziğimizi anlamak gerektiğine dikkatimizi çeker. Ahmet Hamdi Tanpınar „Huzur“ adlı romanında '' Bütün medeniyetimiz, kirimiz, pasımız, güzel taraflarımız, hepsi mûsikîdedir“ diyerek, Yahya Kemal’in yukardaki mısrâlarını âdeta açıklar.
Acaba bu düşüncelerin ışığında; Türk aydınları millî kültürümüzün içinde yer alan, kendi değerimiz olan müziğimizi anlıyor mu? Türk aydını müziğimizin büyük bestekârlarını; ve bir örnek olarak, 29 Kasım 2013’de, vefatının 167. Yılında anacağımız, Türk milletinin müzik alanında yetiştirdiği en büyük bestekârlardan biri olan Dede Efendi’yi tanıyor mu?
Dede Efendi kimdir?
1778’de İstanbul’un Şehzadebaşı semtinde kurban bayramının ilk günü dünyaya geldiği için Dede’ye “İsmail” adı verildi. Babası Fatih’te bir hamamı işlettiği için de “hamamcının oğlu” anlamına “Hamamîzade” diye anıldı. İsmail, çocuk yaşlarda müziğe ilgisi ve sesinin güzelliği ile dikkati çekti. Uncuzâde Mehmet Efendi küçük İsmail’e ders verdi. Onun asıl müzik eğitimi aldığı hocası Yenikapı Mevlevîhânesi Şeyhi Ali Nutkî Dede oldu. Mevlevî yoluna giren İsmail, babasının ölümünden sonra hamamı satıp bedelini muhtaçlara yedirmiş olduğu için annesinin canını sıkmış bulunuyordu. Mevlevî dergâhında 1001günlük eğitime başlayan İsmail, bu sırada bûselik makamında bestelediği “Zülfündedir benim bahtı siyahım “diye başlayan şarkısıyla bütün İstanbul’da bestekârının adı üstünde merak uyandırdı; ünü kısa sürede saraya ulaştı. 3.Selim, şarkıyı eğitim görmekte olan bir Mevlevî dervişinin bestelediğini öğrenince onu saraya davet etti. Ancak Mevlevîlikte “çile çekmek” diye târif edilen eğitim ve terbiye döneminde öğrenciler akşamları dergâhtan ayrılamayacağı için akşama kadar şeyhinden özel izin alındı. Kendisi de bestekâr olan padişah 3.Selim, İsmail’i dinledikten sonra, büyük bir kabiliyetle karşılaştığını anlayarak onu bir kese altınla ödüllendirdi. Dede Efendi saraydan çıktıktan sonra dergâha yönelmişken, birden yolunu değiştirip koşa koşa annesinin evine gitti. Kapıyı açan annesine “Anne… Hamam için artık üzülme. Pîrimin yardımıyla daha fazlası verildi’’ diyerek altın dolu keseyi annesine uzattı ve dergâha yetişmek üzere koşarak gitti. İsmail’e eğitimini bitirdikten sonra “Dede” unvanı verildi. 3.Selim onu saray müzisyenliğine aldı. 1808 yılında gerici bir ayaklanma sonucu tahtından ve hayatından olan, modern Türkiye’nin ilk şehidi 3.Selim’in yerine 2.Mahmut geçti. Dede Efendi onun döneminde de saraydaki müzisyenlik görevine devam etti; yaptığı ölümsüz eserlerle çağının en büyük bestekârı olarak tanındı. İkinci Mahmut’un Dede Efendi’ye kendi eliyle, büyük devlet adamlarına takılan “Tasvir-i Humâyûn” nişanını takması ve bugün müze olan İstanbul Cankurtaran’daki evi hediye etmesi ona ne kadar değer verdiğini gösterir. 2.Mahmut’tan sonra padişah olan Abdülmecit zamanında başlayan batılılaşma hareketleri ve alafrangalaşma modası, kısaca kültür değişmeleri; imparatorluk ve Dede Efendi için bir dönüm noktası oldu.
Tanzimat ve Dede Efendi
Bu dönemde çeşitli iç ve dış sorunların sonucu güçsüz olan Osmanlı Devleti, 1838 Balta Limanı Ticaret Anlaşması’nı ve bu anlaşmanın aynısını birçok Avrupa ülkesi ile imzaladı. Bununla Avrupalılar Türk ülkesini serbest pazar haline getirdi. Yerli sanayi geriletilip çökertildi.
Türkiye; 1839’da Tanzimat, 1856’da Islahat fermanlarını imzaladı. Bu fermanlar batının Osmanlı Devleti’ni bölme ve içinde kültür sömürgeciliği de olan yayılmacılığının birer aracı oldu. Nitekim bundan sonraki 62 yıl içinde Osmanlı İmparatorluğu parçalandı, talan edildi ve yıkıldı. Padişah Abdülmecit, zamanın rûhuna uygun olarak, Batı müziğine yakın olduğu için Türk müziğine ve Dede Efendi’ye ilgi göstermedi. Dede Efendi bu dönemde zoraki olarak, Batı taklitçiliği modasıyla “ Yine bir Gülnihal” ve “Kâr-ı Nev” gibi eserler bestelemişse de, kendisi bu yeni dönemden mutlu olmadı.” 68 yaşında, o günkü imkânlarla birkaç öğrencisi ile Hac’ca gitmeden önce “Artık bu oyunun tadı kaçtı” dediği rivayet ediliyor. Dede bu sözü ile yeni dönemin zevksizlik ve yabancı taklitçiliğine tepki göstermekte, İstanbul’dan uzaklaşmak istemekte idi. 1846 yılında gittiği Hac ‘da koleraya yakalandı ve Minâ’da; doğduğu gün olan kurban bayramının 1.günü vefat etti. Büyük şairimiz Yahya Kemal “Eski Mûsiki” isimli şiirinde muhteşem bir güneşe benzettiği Dede Efendi’yi, mısrâlarında şöyle anlatır;
“Ve âkibet Dede’nin anlı şanlı devri gelir.
Bu mûsikîyi, O, son kudretiyle parlattı;
Ölünce, ülkede muhteşem bir güneş battı.
Tanpınar, Dede Efendi için; “O, Türk mûsıkîsinin son büyük üstâdıdır. Hatta daha ileriye giderek diyebiliriz ki, bir inkırâzı, muhteşem bir zafer yapan dehasıdır.” der.
Dede Efendi’nin eserleri, sanatı ve öğrencileri
Dede Efendi, mevlevî âyîni, ilâhi, kâr, beste, semaî, şarkı, türkü, köçekçe gibi müziğimizin her formunda 500’den fazla eser bestelemişse de günümüze 300’e yakın sanat gücü yüksek eseri ulaşmıştır. Dede Efendi’nin müziğinde bu san’atın bütün estetik değerleri mevcuttur. Eserlerindeki ortak yönler; teknik olarak mükemmelliğe ulaşması ve klasik üslûbun kendine özgü havasını her zaman korumuş olmasıdır. Dede’nin önemli eserleri: ünlü Hüzzâm ve Ferahfezâ Mevlevî Âyînleri, Kâr-ı Natık’ı” Rast getirip fend ile seyretdi Hümâyı” , Rast Kâr-ı Nev’i “ Gözümde daim hayali cânâ, Hicaz Yürük Semâî’si “ Yine neşe_i muhabbet”, Nevâ Yürük Semai’si “Ey gonca dehen âh-ı seherden hazer eyle” Gül’izâr Köçekçe’si “ Bi vefâ bir çeşm-i bî-dâd, Hüzzâm Yürük Semâî’si “ Reh-i aşkında edip kaddimi kütâh gönül”
Dede Efendi’nin terkîb ederek Türk müziğine hediye ettiği 5 makam vardır. Bunlar: 1.Sultân-‘î yegâh, 2.Nev-Eser, 3. Sabâ-Bûselik, 4.Hicâz- Bûselik, 5.Arabân Kürdî makamlarıdır.
Dede Efendi sesinin güzelliği yüzünden “Ser müezzin-i şehriyarî” pâyesiyle taltif edilmişti.
Dede Efendi kendi bestelediği Mevlevî âyînlerinin güftelerini yazmıştır. Bestekâr, şair, neyzen olan Dede bu güzel sanatlar yanında hat sanatıyla da uğraşmıştır.
Dede Efendi’nin müziğimize yaptığı hizmetlerin başında çok kıymetli öğrenciler yetiştirmesi gelmektedir. Öğrencileri arasında: Dellâlzâde İsmail Efendi, Mutafzâde Ahmed Efendi, Çilingirzâde Ahmed Ağa, Nikagos Ağa, Hâşim Bey, Eyyübî Mehmet Bey, Hacı Arif Bey, Rıf’at Bey, ve Zekâî Dede bulunmaktadır.
Türk toplumu Dede Efendi için ne yaptı?
Avusturya’da Salzburg’a gidenler, bu şehirde batı müziğinin büyük bestekârı Mozart’ın hiç unutulmadığını, her yerde onun ismini, heykellerini, Mozart hâtıra eşyalarını, Mozart Festivali düzenlendiğini görmüşlerdir. Dede Efendi’nin çağdaşı, Avrupa’daki bir klasik müzik bestekârına gösterilen bu ilgiye bakarak, Dede Efendi gibi dehâ seviyesindeki büyük bestekâr ve müzik adamına Türk Devlet ve toplumunun gereken ilgiyi göstermediğini söyleyebiliriz. Tanzimat’tan bu yana Batılılaşma maceramız yüzünden kendi kültür değerlerine yabancılaşan, Batı müziğini okullarında öğretince Batılı olacağını zanneden Türkler, çocuklarına ortak yüksek kültür olarak klasik Türk müziğini ve bu müziğin Dede Efendi gibi önemli bestekârlarının biyografisini ve eserlerini öğretmedi. Günümüzde bâzı aydınlar “ bizim klasiklerimiz yoktur “ diyerek, bütün Divan Edebiyatı ve Klasik Türk Müziğine sırtını dönüp, kendi kültürüne yabancılaşırken, bâzıları da müzik kültürümüzü yozlaştırarak, ne Batı, ne Türk Müziği’ne benzeyen, hiçbir kurala uymayan, kısaca; “arabesk” denilen bir ucubenin ortaya çıkmasına sebep oldular.
Türk müziğine ilgi gösterilseydi, okullarımızda Dede Efendi’nin müziğimize getirdiği yenilik ve özellikler öğretilir, Dede Efendi gibi büyük bestekârın adı okullara, konser salonlarına, konservatuarlara, müzik kitaplıklarına verilir, hakkında çok sayıda ilmi araştırma yapılıp, kitaplar yayınlanır, heykelleri yapılırdı.
Bir kadirşinaslık olarak, İstanbul’da Cankurtaran’da Dede Efendi’nin evinin Kültür Bakanlığımıza ait bir müze olduğu söylenebilir, ancak geçen yaz İstanbul’da bu müzeyi görmeye iki defa gittiğim halde kapalı buldum ve semt sâkinleri de ne zaman açılıp kapandığını bilmiyordu.
Bu duygu ve düşüncelerle, Hamamîzade İsmail Dede Efendi’yi vefatının yıldönümünde rahmetle anıyor ve Türk toplumunun onun gibi büyük bir değerine sahip çıkmasını diliyoruz.
Kaynakça;
Ayverdi, Samiha; Abide Şahsiyetler, Kubbealtı Neşriyat, İstanbul, 2005
Kemal,Yahya; Kendi Gök Kubbemiz, Meb Yay. İstanbul,1998
Önsöz, Zeki; Türk Müziği, www.zekionsoz.com
Salgar, M.Fatih; Dede Efendi, Ötüken Y. İstanbul, 1995
Tanpınar, Ahmet Hamdi; Yaşadığım Gibi, Dergâh Yay. İstanbul, 1996
Tanpınar, Ahmet Hamdi Huzur; Dergâh Yay. 7.Baskı, İstanbul,1997
Tanrıkorur, Cinuçen; Müzik Kimliğimiz Üzerine Düşünceler, Ötüken Y. İst. 1998
Zeki Önsöz
Kasım/2013
www.zekionsoz.com