- Kategori
- Gelenekler
Değerlerimiz ve Gerçeklerimiz
Ayşe ilkokula yeni başlamıştı. Öğretmen tahtada harfleri gösteriyordu. Ayşe parmağını kaldırıp:
- öğretmenim bu harfin adı “A” dır dedi. Öğretmen Ayşe’ye:
- Aferim kızım, “çok zekisin ”sen dedi. Ayşe zekinin ne olduğunu merak etti. Acaba zeki ne demekti? Eve gitti. Akşam babası ile annesi sohbet ediyordu. Birden Ayşe’nin o gün en çok merak ettiği sihirli kelime sohbet arasında dillerindirildi. Ayşe’nin bütün dikkati anne ve babasının konuşmalarına yoğunlaştı. Baba diyordu ki:
- Hanım hatırlar mısın? Hani bir komşumuz vardı. Adı Halil. Hiçbir şeyleri yoktu. Fakir kimsesiz bir adamdı. Sonra halil kafasını kullandı. Süte su kattı ve çok zengin oldu. Şimdi bir sürü dairesi ve dükkanı var. Halil var ya çok zeki bir insan çıktı ha.
Hanımı da onaylarcasına kafasını salladı.
Küçük Ayşe ise bir köşede “zeki”nin ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Kendi kendine demek ki “zeki” olmak “üç kağıtçılık yapmakmış ” diye düşündü. Sonra annesi söze karıştı:
- Evet doğru söylüyorsun bey, dedi hanımı. Benim amcamın da hali vakti yerindeydi. Bir mahalleye yetecek kadar malı mülkü vardı. Amcam bu dünyadan göçünce, bütün varlığı iki oğluna kaldı. Büyük oğlunun adı Osman, küçüğünün adı ise Murat’tı. Amcamdan kalan miras eşit şekilde ikisi arasında paylaştırıldı. Ancak Osman aptal çıktı. Bütün mal varlığını ihtiyaç sahiplerine ve akrabalarına dağıttı. Elde avuçta bir şey kalmadı. Şimdi ise uzak bir Anadolu kasabasında memurluk yapıyor. Hayatını zor bela geçindiriyor. Ancak Murat çok “zeki” biriydi. Malının bir kuruşunu bile kimseyle paylaşmadı. Bütün mal varlığını bankaya yatırdı. Şimdi yedi sülalesine bile yetebilecek kadar parası var, dedi.
Ayşe tekrar düşüncelere daldı. Demek “zeki”olmak sadece üç kağıtçı olmak değilmiş. Ayrıca bencil olmak ve çalışmadan da para kazanmakmış, dedi kendi kendine. Babası derin bir ah çekti ve:
-Hanım, dedi. Bundan on yıl önce işyerimde çalışan bir odacı vardı. Adı Ethem idi ve çok“zeki” bir çocuktu . “Dereyi geçene kadar , ayıya dayı demek” şiariyla herkese yağ çekiyordu. Hep güçlünün yanında yerini alırdı. Böylece basamakları ikişer ikişer atlıyordu. Geçen gün arkadaşlar anlattılar. O odacımız Ethem, şu an bizim genel müdürümüz olmuş.
Konuşmalar böyle sürüp giderken Ayşe kendi iç dünyasında, nihayet “zeki”nin ne demek olduğunu tam olarak anlamıştı. Evet “zeki” olmak: üç kağıtçı, bencil, yağcı demekti.
Değerli okurlar, Bazen bazı olumsuzlukların sorumlularını çok uzaklarda aramaya gerek yoktur. Kim bilir belki de o sorumlular çok yakınımızdaki kişiler veya bizzat kendimiz de olabiliriz. Atalarımız ne güzel demişler :” İğneyi kendine, çuvaldızını başkasına batırın.” diye. Toplumumuzu, toplum yapan değerlerimizden lütfen uzaklaşmayalım. Saygılarımla…