- Kategori
- Güncel
Değişen düzen ve siyasal seleksiyon

Yapay ayıklama!
Yanlış bilmiyorsam Darwin'e göre, doğal seleksiyon evrimin temelidir. Bu, "tabii ayıklanma" anlamına gelir ve sonucunda zayıflar ölür, güçlüler ayakta kalır. Doğruluğu tartışılabilirse de bu teorinin, bilim dünyasında yadsınamaz bir etkisi vardır.
Eğer tabiatta böyle bir aksiyon mevcutsa, aynı şey toplumsal hayat için de düşünülebilir. Açıkçası ben, böyle bir iddiada bulunuyorum ve buna "siyasal seleksiyon" adını veriyorum. Diyorum ki, "siyasal seleksiyon veya politik ayıklanma" sadece iktidar ve muhalefet partilerini etkilemez. Siyasetten bürokrasiye, holdinglerden medyaya kadar her kurum, birim ve şahıs bunun tesir sahasına girer.
O öyle bir şeydir ki, dünyayı çepe çevre kuşatır, ülkeleri, partileri, yöneticileri ikame veya tasfiye eder, "siyaseti yeniden yapılandırarak" yönetimin istikametini değiştirir.
Zamanı geldiğinde olmazı oldurur, imkânsızı mümkün kılar. Gün gelir, hayal bile edilemeyecek işler gerçekleştirir. Bazan bir zenciyi Amerika'ya "başkan, " bazan da muhtar bile olamayacak" birini Türkiye'ye "başbakan" yapar.
An gelir, 50 küsür yılını bir partide tüketmiş, zamanla tartışmasız tek hakim haline gelmiş, lider götürüp lider getirmiş (Erbakan'a bile, partisini Numan'dan nasıl kurtaracağının yolunu göstermiş) bir adamı makamından sav'ar.
Siyasal seleksiyon, sabah/akşam, gece/gündüz demeden tüm dünyayı dolaşır. Ülke başkentlerinde, sarsılmaz gördükleri koltuklarında ölümü bekleyen miadı dolmuşları, yeni trende ayak uyduramayanları, değişen dünyaya adapte olmakta zorlananları birer birer ayıklar. Bunları yaparken arkadaşlık, dostluk, ahbaplık tanımaz. Onun kitabında merhamet, vefa, emeğe saygı gibi insani kavramlara yer yoktur. Dost düşman demeden gerekli gördüğü herkesi eler ve yerine yenisini koyar.
Konuyu ülkemiz özeline indirgersek, vereceğimiz somut örneklerle durumu daha anlaşılır hale getirebiliriz. Yalnız bunun için, 3 Kasım 2002 seçimlerinden önceki ve sonraki siyasal durumu kısaca hatırlamamız gerekir.
Ortadaki tablo şöyleydi. Tayyip Erdoğan'ın arkadaşlarıyla kurduğu Ak Parti, girdiği 3 Kasım 2002 seçimlerinde % 34 oy alarak 365 milletvekili çıkarmış ve birinci olmuştu. Fakat Erdoğan, 1997 de Siirt'te okuduğu bir şiir yüzünden, "halkı kin ve düşmanlığa tahrik" suçu işlediği gerekçesiyle aldığı mahkumiyetten dolayı milletvekili adayı olamamıştı.
Bir grup hukukçu onun hakkında, "muhtar bile olamayacağı" hükmüne varmış, ondan hoşlanmayan bir kısım akademisyen, asker, basın uleması ve vatandaş ta buna çok sevinmişti. Ne var ki, kısa süre sonra sevinçleri kursaklarında kalmıştı. Çünkü bu alemde, hiç bir şeyin değişmeyeceğini sananların, durumdan vazife çıkaranların, çarpık gidişattan hoşnut olanların bilmediği bir şey vardı. O da, zamanı geldiğinde yıllanmış, yaşlanmış ve kaşarlanmış sistemi ve onun sahiplerini ayıklayacak olan, "siyasal seleksiyon" du.
Nerede, nasıl yaşadığı, kiminle ve nasıl ilişki kurup buyruk verdiği, gücünü hangi mahfilllerden aldığı tam olarak bilinmeyen "siyasal seleksiyon" devreye girince vaziyet bir anda değişti. Erdoğan'ı politik mevta yapmaya azmedenlerin direnci kırıldı, yasal ve anayasal engeller bir bir kaldırılıldı, asla açılmayacak sanılan kapılar açıldı ve mahalleye muhtar bile olamayacak insan, ülkeye başbakan oldu. Şaşırdınız mı? Şaşırmadınız! Çünkü olayı zaten biliyorsunuz.
Tarih, geçmişi görünen yanıyla izah eder. Meseleyi, "AB Komisyonu’nun genişlemeden sorumlu temsilcisi Günter Verheugen Baykal'dan, Erdoğan'ın önünü açacak anayasa değişikliğine destek sözü aldı. YSK da Siirt seçimlerini iptal etti. Böylece Erdoğan'a gün doğdu" diye özetleyip bitirir. Acaba gerçekten bu iş bu kadar kolay mı olmuştur?
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın, "Siirt'ten aday olamaz!" iddiasında bulunduğu, mahkemelerin önünü kesmek için yarıştığı, lâiklik mücahidi medyanın savaş açtığı bir adama, sadece Verheugen'in istemesiyle yol verilmesi mümkün müydü? Ya da Verheugen, tek başına böyle bir karar alıp yürütebilme yetki ve gücüne sahip miydi? Böyle kabul etsek bile Günter Verheugen'in iradesi, Baykal ve şürekasını iknaya, Erdoğan'ın ülke içindeki hasımlarını alt etmeye yeter miydi?
Biliyorsunuz Hasan Celal Güzel, 312/2 den ceza almış ve hapis yatmıştı. Mahkumiyetinin YDP üyeliğine engel teşkil ettiği iddiasıyla Yargıtay Başsavcılığı, partiye ihtar verilmesi için dava açmıştı. Anayasa Mahkemesi de Rahşan affı olarak bilinen, 4616 ve 4454 sayılı erteleme yasalarının, cezalarını çekmiş olanlara da uygulanabileceğine dair bir karar vererek YDP'ye ihtar verilmesi istemini reddetmişti. Yani bir bakıma Hasan Celâl'in sicilini temizlemişti.
Durumu, Hasan Celâl Güzel'le bire bir aynı olan (yani 312/2 den hüküm giyerek cezasını çeken) Tayyip Erdoğan da AYM'nin bu kararına istinaden sicilinin silinmesi için Diyarbakır 3 nolu DGM'ye başvurmuştu. Ne var ki, mahkeme bu talebi reddetmişti. Yani yüce yargı, birbirinin tıpa tıp eşiti olan iki olaydan ilkine, "evet" ikincisine, "hayır" demişti.
Erdoğan bu defa da Diyarbakır 4 nolu DGM'ye müracaat etmiş ve nihayet buradan lehine bir karar çıkmıştı. Bu kez de Yargıtay yıldırım hızıyla devreye girmiş kararı, üzerinden 24 saat bile geçmeden, "yok hükmünde" saymıştı. Eğer anlayabildiyseniz burada çetrefilli bir durumdan sözediyoruz. Demem o ki, eğer "siyasi seleksiyon" devreye girmeseydi Erdoğan'ın, tekrar politikaya dönmesi imkânsızdı. Aksini iddia etsek bile, macera bu kadar kısa zamanda bitmez, bu kadar da kolay olmazdı.
Örnekte de görüldüğü üzere "global ayıklamanın" önünde kimse duramaz. O, gece ve gündüz, sabah ve akşam, yedi gün, yirmi dört saat dünya başkentlerini tarar, gidişat neyi gerektiriyorsa ona uygun düzenlemeler yapar. Zamanı geldiğinde kimsenin gözünün yaşına bakmaz. Hatta bu, Önder Sav olsa bile.
Bakmayın siz Kılıçtaroğlu'nun, "Partideki korku imparatorluğunu yıktık!" diyerek efelenmesine. Önder Sav'ın saltanatını yıkan o değil, değişen trenttir. Kemâl Bey'in, normal şartlarda Sav'ın kılına bile dokunamayacağını siyaseti iyi takip eden herkes bilir.
Şurası unutulmamalıdır ki, Önder Sav'ın gücü de arkasındaki görünmeyenden gelmekteydi. Düne kadar her istediğini yaptıran, Baykal'ın sepetlenmesinde, Kılıçtaroğlu'nun genel başkan seçilmesinde baş rolü oynayan, Yargıtay Başsavsavcısı'ndan gelen tüzük uyarısını sümenaltı edecek kadar kendine güvenen bir adam gün geldi, bir anda sıfıra iniverdi. Bunlar, normal bir gidişin değil sözünü ettiğim siyasi seleksiyonun sonucudur.
Gördüğüm kadarıyla, bütün bunlara rağmen yargı, ordu, medya ve üniversite çevresinden bir kesim halâ, "siyasi seleksiyona" direniyor. Halâ, (sadece kendilerini mutlu kılan) eski yönetimin devamı için mücadele ediyor. Trend bu istikameti gösterdiği sürece, kimsenin bu değişimin önünde duramayacağını anlamak istemiyor.
Bana sorarsanız, artık ok yaydan çıkmıştır ve galiba geriye dönüş yoktur. Bu nedenle, istekli ya da isteksiz herkes, kendini yeni duruma hazırlamalıdır. Vesselâm.