- Kategori
- Sinema
Demir Leydi

Gaydırı guppak cemile, nasıl nasıl edeyim de ben bu işi ? :) Saçmalayasım gelmiş efenim, terelelli tarafımdan kalkmış olmalıyım, ki şu an dizüstü bilgisayarımı kucaklamış sıcacık yatağımın içine gömülmüş olduğumu düşünürsek kalkalı çok olduğu hatta ve hatta yatma zamanının gelmiş olduğu anlaşılabilir :) Elektrikli battaniyenin gözünü seveyim, kışın soğuk zamanlarında bir sevgili gelsede ısıtsa ihtiyacın olmuyo, elektrikli battaniyem var beni ısıtacak ne de olsa durumu oluşuyo, battaniyen ile mutlu bir geleceğe imza atıyosun vesselam :) Yaz gelince imam nikahı düşüp, klima ile yeni nikah kıyılıyo anacım ;)
Salı günü itibariyle akşam kuaföre gitmek için Sevtap ile Bornova Migros'un önünde buluştuk, önünde demesek iyi olur zatı muhterem ben bir parçacık geç gelip, Sevtap hazretleri erken geldiği için Migros'un içinde vakit öldürerekten bekledi beni hatun. Migrosun içinde buluştuk. Son zamanlarda ki her buluşmada yediğimiz aburcuburlara bir dur diyerek bedenimizi sağlıklı beslenmeye yönlendirdik. Bi meyvelisinden yoğurt alalım dedik, onu bile becerememişim! Pekte gönüllü mü değilmişim ne, gidip yoğurt diye muzlu puding almışım! Şekilciyim anacım, üstünde çikolatalı patlakları görünce üstünü okumadım bile, kucakladığım gibi kasaya yöneldim elimden biri son anda kapar eder diye! Bi iştah jelatinini açıp etrafı türüm türüm muz kokusu alınca şüphelenmedim değil ancak hala daha kendimi muzlu yoğurt heralde diye ikna etme çabalarım sürüyordu. I ıh, yoğurt değil, bas bas bağırıyo ben pudingim diye, sabah kahvaltısıyla duran ben için o boş mideye o tatlı şey bi güzel nur topu gibi mide bulantısı olarak geri döndü tabii.. Neyseki bi tanede sade yoğurt almıştım, tevekkel kendime güvenememiş ve aldığım şeyden şüphelenip sağlama almaya çalışmaya olsam gerek kendimi. Kendimden habersiz böyle kararlar alıp uygularken iyi bişi yaptığımı farkettim :) Benden bağımsız işleyen bi beynim daha var, bana sormadan aklınca işliyo, ben kendimi düşünmüyorum o beni düşünüyor sağolsun :) Önce tuzlu sonra tatlı olması gerekirken, ben her zaman ki tersliğim ile önden tatlı ardından tuzluyu yemiş oldum, afiyet oldu ne diyim.
Kuaförü bulduk, Ali Bey tek başına çalışıyordu. Sırayla bir beni bir Sevtap'ı aldı, boyadı taradı bizi. Bakır sarı olsun istedim ama yok beni gidip gidip kırmızıya çalan bir turuncuya boyuyolar. Elleri mi varmıyo nedir anlamadım ki portakal rengi yapmaya beni. Kırmızıya çalıyor illa saçım ve ben kırmızı istemiyorum. Neyse, kendiyle her daim barışık bi insan yavrusu olarak gıkımı çıkarmadım tabii, bunu da deneriz dedim geçtim. Nalet olsun kendimi her şekilde seven şu halime :) Napayım, aynaya bakıyorum her şey yakışıyo, güzel gözüküyorum, sesimi çıkarmıyorum. Sevtap ise saç konusunda epey bi diken tipli olmasına rağmen, geçen seferki kuaföre ettiği eziyetlerden sonra benim patlamamdan kaynaklı şerrimden korkmuş olacak ki, geçen seferkinden daha ılımlıydı :) Kök söktürürdü yine ben olmasam zavallı kuaföre. Benim saçım boyanırken dergilerden, netten, kendi getirdiği flash bellekten bi ton resim gösterdi istediği saça dair. Çıkan sonuçtan pek memnun olmasada bıdırlanmadı neyseki. Sevtap'ın istediği saç rengini dinledikten sonra, aklımda şöyle bi tarif kalıyo : kırmızı olsun ama yeşile baksın, mavinin içine siyah kat ama içinde morda olsun, sarıya baksın tabii, ama turunculukta olsun, ama turuncu gözükmesin!!! Kuaföre ne istediğini ben anlatmaya çalışıyorum dolayısıyla, anlamadıkları kesin çünkü. Arada çevirmen olarak görev alıyorum. Sevtap'ı ve kuaförü susturup aslında Sevtap'ın ne istediğini anlatıyorum. Sonuç olarak saç rengi güzel oldu ama biraz daha bakır katmalıydı. Sevtap'ı dinleseydi yine havuç kafa olarak çıkacaktı muhtemelen, sonra ayıkla pirincin taşını.
4 saate yakın kuaförde kaldık yine. Kuaför deyince artık korkmaya başladım, giriş var çıkış yok anacım bu dört duvar boyalı mekanlardan. Onca saat kalınca muhabbet kaçınılmaz oluyor tabii. Biraz daha konuşsak akraba çıkacaktık. Meğersem aynı yerlerde yaşamış aynı havayı solumuşuz bunca zaman. İstanbullu benim gibi, hemde Bahariye bizim taraf. Geçen sene Bodrum Oasis Alışveriş Merkezi'nde ki kuaförde çalışmış. Şimdi de Karşıyaka'da yaşıyomuş. Aynı civarlarda gezinip durmuşuz valla. Onca yerde beraber yaşa, Bornova'da kuaförde denk gel, komedi :) Bilin bakalım muhabbete başlangıç için ilk soru ne oldu? Eveeet bildiniz, yine klasik maruz kaldığım soru ile başladık muhabbete : "Göçmen misiniz?" Bundan önce ki bir çok blogta yer alan yakarışlarımı - takip edenler bilirler- yinelemek durumunda kaldım Ali Bey'e de, 'sende mi Brütüs' tadında. Yok tabii ki şaşırmıyorum bu soruya artık, ama her ilk kez tanıştığım insan hiç aksatmadan bu soruyu mu sorar ya?? Bir gün biri düşer şaşarda bu soruyu tanıştığımızın ilk bir saati içinde sormazsa sanırım kendimi şaşarım, bünyem kaldırmaz :)
Salı gününün unutulmayacak sahnesini, kuaförden çıkıp Çamkıran durağında otobüs beklerken yaşadık. Sarı bir kedi durağa gelmemizle yavaştan yanaştı yanımıza. Banka oturunca hop kucağıma atladı, resimde de görüldüğü üzere :
Kedi görüldüğü üzere pek bir memnun halinden, o kadar ki otobüs gelip gideceğimiz zaman bırakmadı desem yeri! Tası tarağı toplayıp sormadan etmeden ardımdan gelip eve yatak atacak zannettim bi ara. Durakta epey bi eğlendirdi bizi, öyle ki sadece bizi değil etrafımızdakileri de eğlendirmeye başlamıştı. Hele ki otobüs gelince çantamı almak için yöneldiğimde çantanın üstüne çıkıp kafasını çantanın saplarının arasından geçirince 'yok artık' diyip geçen bir vatandaş dahi oldu. O sıra gülme krizinde olduğumdan ne derlerse gülebilirdim :)
Arkamdan kartı okutupta otobüsede binecek mi acaba diye tereddütte kalıp arkamı kollarken, mahsun bi şekilde onu durakta bırakıp eve geldim. Evde aldı beni bi düşünce, üşüyor mudur acaba? :(( Bu sefer içim buruldu, kendimi kötü hissettim. Ama yapabilecek bişi yoktu bebeğim... Affet beni...
Değinmeden geçemicem, bugün filme gittik annemle. 'Demir Leydi' filmini izledik Meryl Streep'in, bu kadına bayılıyorum, çok başarılı. Film siyasi içerikli olsada güzel işlenmiş bir film. Siyasi filmlerden pek hoşlanmam zira, ancak savaş filmlerini severim Pearl Harbour, Piyanist v.b. gibi. Meryl Streep'in, Margaret Thatcher'a olan benzerliği şaşırtıcı, makyajla bir mucize yaratmışlar, tıpa tıp benzetilmiş. Alt yazılı izlenmesini tavsiye ederim zira Meryl Streep film için özel dersler alıp, Margaret Thatcher'ın siyasate ilk başladığı yıllardaki acemi sesini eğitip profesyonelleştiği gibi, kendiside bu derslerle o acemi sesi çıkarıp eğitimle profesyonelleştirdiğini birebir görmek isterdim. Sesi sentezlemek isterdim, ama ben türkçe seslendirme ile izlediğim için bu mümkün olmadı. Sonuç olarak biyografi tarzı filmlerden ve ayrıca siyasi filmlerden hoşlananlar için birebir. Filmde şizofren bir yanı da var Margaret'ın, ölen kocası Denis'i hala yaşatıyor, onunla konuşuyor, kahvaltı ediyor, fikir alışverişinde bulunuyor, ancak bir yandan da onun ölmüş olduğunun bilincinde. Hoş bir enstantene olarak işlemişler bunu filmde, yalnız merak ettim, Margaret gerçekten şizofren mi acaba diye. Hayatı en kısa zamanda araştırılacak ;) Onca erkeğin arasında o yıllarda dişi bi kaplan gibi durması ve inanmadığı halde adaylığını koyup başbakan seçilmesi büyük bir başarı öyküsü. Gönülden kutladım ...
Uludağ turu iptal oldu sanırım, bu haftasonu Uludağ'da kayak yaparken twitlerimi atacaktım lakin talep az olduğu için tur iptal oldu. Yarın belli olacak son durum ama bu saate kadar çoğunluk sağlanmadıysa bu saatten sonra hayır bekleme zaten. Annemle zıpçıktılık yapıp kendi planımızı kendimiz yapmaya ve atlayıp Bursa yollarını tutmaya karar verdik. İnternetten oteller araştırılacak, plan program yapılacak, yollara düşülecek efenim en kısa sürede ;) Bu haftasonu Çamlı Keyif'te kahvaltı sonrası Seferihisar tarafları gezilecek ama ondan önce. Gelecek haftasonuda Bodrum tayfası toplantı için İzmir'e akacakmış, Yeşim aradı bugün. Sonraki haftada ben Bodrum yolcusu olacağım sanırım. Muhtemelen 2 şubat doğum günümün ertesi yollara düşüp gideceğim Bodrum'a. Nursel demişti zaten gel Bodrum'da kutlayalım diye, kızın içi temiz hesaplamadan denk geldi valla :) Bu yılda çifte doğum günü farz oldu. Bodrum'a ilk gittiğim sene 4 yada 5 kere kutlanmıştı, pasta kesmekten ve yemekten iflahım kesilmişti. Pasta iyidir, zararı yok yani :))
Sevelim sevilelim öpelim öpüşelim gezelim tozalım ama toz almayalım! :) Tozalım deyince toz almak geliyor ki aklıma son günlerde, ne zararlı bi düşünce, hiç kendime yakıştıramadım :) Biz gezmeye coşmaya eğlenmeye devam edelim, yazmaya çizmeyede tabii ki ;)
S.B.Ş.