Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Haziran '08

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Demli çayım, közde biberim

Demli çayım, közde biberim
 

Yeşil deryası ormanın ardından doğan güneş, gölün kenarında kurduğumuz çadırlarımızın üzerine, bizleri uykumuzdan uyandıracak derecede ısı yollamaya başlamıştı ki neredeyse her birimiz aynı anda gözlerimizi açtık, uyku tulumlarımızın içerisinde. Beyşehir Gölü’nün tertemiz ve serin suları, sahilini yavaşça okşamaktaydı. Ve o sahil de bırakıvermişti kendisini, kumuna karışan suyuna.


Güneş, daha sabahtan yakmaya başlamıştı. Belliydi ki çok sıcak olacaktı bugün de. Kendine gelmek, uyku mahmurluğundan kurtulmak isteyenler, daha doğrusu tüm ekip, kendimizi serin ve tatlı göl sularına bıraktık. Ve bu kısa sabah seansının ardından, herkes birer işe koyuldu.


Bir grup ocağı yakmakla görevliydi. Ormana girildi ve kurumuş ağaç, dal parçaları, kozalaklar toplandı. İhtiyacın çok üzerinde toplanan yakacak malzemesinin fazlası bir kenara istiflenerek stoklandı.


İki kişi, şişme botu hazırladı ve göle açıldı. Bu ekibin görevi, yanlarına aldıklara boş bidonlara, açıktan su doldurmaktı. Çay, çorba, yemek ve içmek için gölün mis gibi tatlı suyu kullanılacaktı. Sanıyorum bugün, bizim o yıllarda yaptığımız bu şeyi yapmanız mümkün değildir.


Üç kişilik bir ekip de, grubu on beş gün idare edebilecek nitelikte bir kamp tuvaleti yapmakla meşguldü. Öyle bir iş çıkardılar ki bir, Hilton lavabosu eksikti vallahi.


Ocak yandı, alevlenen ateş köz oldu ve göl suyundan yapılan çay, tavşan kanı demlendi. Ben öyle lezzetli bir çayı hayatımda başka hiçbir yerde ve şekilde içmedim. Hakiki, hormonsuz, tarla domateslerine; üzeri halen dikenli, kraker gibi kıtırdayan, badem salatalıklara; iri ve etli çizik zeytinlere; közde pişen sivri yeşil biberlerler eklendi. Allah’ım, o ne müthiş bir gastronomik harmoniydi, ancak bu kadar anlatabiliyor, fakir-fukara yüreğim.


Ocak başında; is, köz, biber ve demli çay kokularına muhabbetlerimiz karıştı. Harman oldu ormanın ıslıklarıyla, göl mavisinin şıpıldayan su sesi.


Gözlerimiz bir ormana, bir göle kayıyordu. Masmavi bulutsuz gökyüzünde, atmacalar ve dağ kartalları dolaşıyordu. Bu, iyiye işaretti. Demek ki, öğlen ve akşam yemekleri için balığın dışında da seçeneklerimiz olacaktı. Bu arada gölün dingin suyu üzerinde atlayan akbalık, çapak, kızılkanat ve levreklerin görüntüsü acayip tahrik ediciydi.


Muhteşem kahvaltı keyfi, tatlı muhabbetlerle uzunca bir süre devam etti. Zaman, yüzmenin tadını doyana dek çıkarma zamanıydı. Tüm fiziksel yorgunlukları, psikolojik sıkıntı ve stres kaynaklarını; Beyşehir Gölü’nün derinliklerine gömme vaktiydi. Öyle de oldu.


Güneş neredeyse en tepeye ulaşmış, şaka maka iyiden iyiye yakmaya başlamıştı. Tertemiz hava, serin göl suyunda atılan kulaçlar ve tamamen doğal şartlarda yaşanan biyolojik saatlerimizin alarm zilleri, çığlık çığlığa çalmaya başlamıştı bile çoktan. Neredeyse, kişi başı birer ekmeğin yendiği kahvaltıyı, sanki hiç yapmamış gibiydik.


Sudan çıktık ve çadırların önünde toplandık. Bir grup balıkta şansını deneyecekti ve olta-zıpkın takımlarını hazırlamaya başlamışlardı bile. Bir de yemlik solucan aramak için sahile yakın yerlerde toprak kazmaya. Diğer grup da fişekliklerini kuşandı, av tüfekleri kılıflarından çıkarıldı, son kontroller yapıldı ve ormana karışıldı.


Ya kısmet, ya nasip. Bakalım öğle yemeğinde balık mı, av eti mi yoksa patates haşlama mı yenilecekti?


(Kamp notları devam edecek)


@İlk kamp yazısı "Buraların; Akrebi, Yılanı, Çıyanı Eksik Olmaz": http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=116637

 
Toplam blog
: 898
: 3759
Kayıt tarihi
: 09.06.06
 
 

İzmir'de yaşıyorum.    Çok uzun yıllar öncesinden başlayıp, hiç ara vermeden bugünlere kada..