Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Temmuz '14

 
Kategori
Ben Bildiriyorum
 

Demokrasi ve güçlü lider

Demokrasi ve güçlü lider
 

Lider ya da önder mensubu olduğu en küçük topluluğa ya da halkına yarar sağlayacak daha refah bir toplum olma, geleceğe daha umutla bakma yı gerçekleştirecek kararları sezgi, mantık ve bilgiye dayanarak alıp, uygulamaya maksimum derecede geçirebilen kişilerdir. Lider, farklı kaynaklardan aldığı bilgilerle bilgili olabildiğini, ancak sadece kendi aklıyla akıllı olabildiğini bilir alacağı kararlarda etrafına danışır fikir edinir ölçer tartar biçer kendi süzgecinden geçirir ve en sonunda yine kendi kararını kendi verir, son sözü kendisinindir fakat tüm sorumluluğunu da peşinen kabul etmiş sonuçlarının olumlu tarafları olduğu kadar olumsuz taraflarına da gögüs gerebilme dirayetini gösterebilen kişidir. Aslında liderler arasındaki en önemli nokta da budur; verdiği kararların olumsuz sonuçlarına karşı tutumları, krizlerle başedebilme becerisi ve başetmeye çalışırken esnek olabilme günün koşullarını gereklerini anlama ve uygun davranabilme becerisi. Esnekliğin bazen "Aslacılık" tan  çok daha güç gerektiren bir meziyet olduğunu idrak etmiş olması.

Bu noktada farklı topluluklar-kültürler ya da ülkeler arasında "Bir  Lider' den Bekledikleri" ya da " Bir Lider' de Görmek İstedikleri" arasında önemli farklılıklar ortaya çıkmakta. Bu beklentiler demokrasi kültürünün yani o toplumun mensuplarının temelde birey olma bilinçlerinin toplumun tabanına yayılmış olma oranlarına göre düşünürsek daha dikkat çekici farklılıklar içermekte.

Burda Milattan önceki Lider lerden, nerdeyse Dünya topraklarının üçte birini kendi hakmiyetleri altına alan İskender' den Attila' dan Cengiz Han' dan bahsetmek yersiz olacaktır. Hatta Cumhuriyet kavramının ortaya çıktığı ve uğruna binlerce insanın öldüğü 16.YY ve 20. YY arasında; artık halkın kendi bedenlerinin, hayatlarının kendilerinin olduğunu ve gelecekleri hakkında düşünme ve karar verebilme ve gerektğinde iktidarın aleyhine de olsa kendi hakları için her tür mücadele etmeleri gerektiğinin yeşermeye başlayıp, seçme ve seçilme haklarının uygulanmaya başlandığı  20.YY' a kadar geçen nerdeyse dörtyüz küsür senelik süre içerisinde yaşayan Güçlü Liderler' den de bahsetmek, yazımın asıl amacı olan  " Liderlerin Liderlik Ettiği Toplumda Ortaya Çıkan Kriz Anlarında Gösterdiği Tepkiler ve Kararlar" konusunun gereksiz yere uzamasına neden olacaktır. Zira Krallıkların halkları yönettiği  zamanlarda ya da henüz Avrupa da cumhuriyetin ilk çağları diye tanımlanabilecek dönemde seçimle iktidara gelen İspanya, İtalya, Almanya  vs gibi ülkelerde cumhuriyetin olduğu fakat demokrasinin belki zurnanın son deliği görüldüğü 1. Dünya savaşı öncesi ve hemen sonrasi dönemlerdeki Devlet Liderleri' ni de konu içerisine almak son derece yersiz olacaktır kanaatimce. Çünkü o dönemlerde toplumda ekonomik sosyal dengesizlikler sonucu oluşan ayaklanmalar ve isyanların İspanya İtalya Almanya hatta İngiltere de bile nasıl trajik sonuçlarla bastırıldıklarını düşünürsek  Liderlerin  kendilerini temsil eden sınıfların Liderlerinden bekledikleri karşısında yaptıkları ortadadır.

Artık 21. YY dayız. Bulunduğumuz coğrafya itibariyle Avrupa' nın dibinde hatta içindeyiz bu sebeple de bu "Güçlü Lider" in tanımının yani içinin nelerle doldurulduğunun  Avrupa' da demokrasi kültürünün, yani bireylerin gerçekten önce kendileri olarak bu dünyada varolduklarının bilicinde olduğu, kişiliklerini ailesiyle birlikte toplumla birlikte fakat olması gereken gibi değil de kendisi gibi oluşturmuş toplumlarda nasıl? Türkiye' de (çoğunluk itibariyle) nasıl? sorusu en çok aklımı kurcalayan soruydu bu aralar.

Avrupa sözünü ettiği cumhuriyet- ve hatta öncesinde İstanbulun alınmasından sonra bin yıllık karanlık uykusundan uyanmaya başlayan çirkin dev misali rönesans reform haraketleri- in yeşermeye başlayıp Fransız İhtilali milliyetçilik akımları sonucunda her halkın kendi kaderini kendi belirleme ve kendi devletini kurma fikririn ortaya çıktığı ve sonra da bu fikrin akabinde etkisiyle Birey bilincinin farkına varmasına dek süren bir uzuun süreçten geçti. Şimdiki demokrasi kültürleri için çok bedel ödediler uğrunda milyonlarca insan heba oldu. Ama tıpkı kelebek misali tırtıllık sürecinde kozadan çıkmak için geçen süreyi beklemek ve kozadan çıkarken sarfettiği emeğin sefasını süren kelebek misali kendi Demokrasi tarihini bilimsel sanatsal siyasal her alanda kendisi başarmış bir topluluktur.

Aramızda bu açıdan önemli bir tarihi süreç farklılığı göze çarpıyor zira Osmanlı öncesinde de Anadolu da yani Küçük Osmanlı olarak görülen halk içerisinde de ara ara önemli ayaklanmalar isyanlar olsa da bu isyanların hiçbiri rejime yani mutlakiyet yönetimine karşı, mutlakiyet yönetimini devirme amaçlı halk ayaklanmaları değildi, daha çok bir topluluğun kendilerini dışlanmış ya da haksızlığa uğramış ya da yönetimin yaptığı herhangi bir uygulamaya karara karşı ortaya çıkan ayaklanmalardı. Halkta önce "Allahın sonra da bugünkü anlamda Devletin tüm gücünü elinde tutan Padişahın kulu' yum" bilinci kendi içinde hiçbir zaman ciddi bir sorgulama geçirmedi.  1.Dünya Savaşı' nda yenik sayılan Osmanlı' nın Anadolu' yu İşgal Kuvvetleri' ne bırakması karşılığında  İstanbul' u ve en nihayetinde kukla olarak da olsa mevcudiyetini devam ettirmesi politikasının anlaşıldığı zamana kadar. Kaldı ki yine de rejimi- yani padişahlığı kaldırmak değil Anadoluyu işgalden ve sömürge olmaktan kurtarmak için savaştı Anadolu Halkı. Cumhuriyet ise Mustafa Kemal Atatürk' ün ve o zamanlar ancak Avrupa' da eğitim görmüş asker bürokrat vs yüksek eğitimli bir avuç ismin bildiği bir kavramdı, halkın çoğunluğu ise "Başımızdakiler getirdiyse iyi birşeydir" fikriyle bayrak sallayan okuma yazması bile olmayan çoğunluktu. 

Aslında şimdilerde bolca şikayet edilen Elitlerin Yönetimi, Üstünlerin Yönetimi yani daha çok Devleti Yöneten kesimin çoğunluğu oluşturan geniş halk kitlelerine tepeden bakmacı dikte etmeci uygulamaları bir bakıma Mutlakiyet-Kraliyet Rejimleri' nden arda kalan birşeydir ve cumhuriyet rejimi adı altında yönetilen yani vatandaşların seçme ve seçilme haklarını gerçekleştirdiği ülkelerde de bu üsten bakmacı ve dikte etmeci uygulamaların mutlakiyet rejimlerinin yıkılmasından sonra bir süre daha (tarihsel olarak 50-100 yıl kadar) devam ettiği Almanya' da Hitler, İspanya' da Franco ve İtalya' da Mussolini örnekleriyle ortadadır.

Cumhuriyet seçme ve seçilme hakkı verir evet ama bu seçme ve seçilme hakkının nasıl yapılacağını ne kadar hak ve adalete uygun uygulanabileceğini belirleyemez ve diktatörlüğü engelleyebilmek için tek başına yeterli olamaz. Diktatörlüğü engelleyebilmesi cumhuriyetle birlikte ancak demokrasinin de varolması daha doğrusu demokrasi kültürünün toplum geneline yayıldığı oranda mümkün olabilir,  bu oluşana dek silah ve asker gücünü elinde bulundurması nedeniyle ordu nun yada seçimle gelen bir iktidar partisinin diktatörlüğe dönüşmesi ihtimali halihazırda hep mevcut olacaktır.

Ülkemizde Cumhuriyet ve Demokrasi kültürü kendi iç dinamikleriyle, kendi kazanımlarıyla yani kendi bireyselliğini keşfetme ve kendi hakları için mücadele etme süreci yaşamadan, bedel ödemeden  O' na "Tepeden verilen bir hak" olduğundan değerini anlaması da zor olmuştur  halen günümüzde cumhuriyetin de demokrasinin de özünün anlaşılamadığını görmekteyiz. Eğitim seviyesi gelişmiş Avrupa ülkelerinin düzeyinin çok altındadır. Eğitim Öğretim alanında her iktidar döneminde değiştirilen yönetmelikler ve bilimsellikten, eğitim standartlarından çok kendi amaçların gereğince insanlar yetiştirme amaçlı  popülist uygulamalar yapılagelmişitir.

Cumhuriyet rejiminden daha doğrusu özellikle Atatürk' ün ölümünden sonra yıllarca halktan kopuk daha doğrusu halkla arasına kasıtlı olarak duvar örmüş bir Üstün Elitler tarafından yönetilmiş arasıra kendilerine yakın partiler iktidar olunca darbelerle engellenmiş, dışlanmış, susturulmuş bir ezilmşler sınıfı oluşmuş. Bu çoğunluğun içerisinde laikliği benimsememiş yada yanlış anlamış aşırı Muhafazakarlar-İslamcılar ve Kürtler büyük payı oluşturuyor. Ve Güçlü Lider' den bekledikleri de bir daha asla geçmişte yaşadıkları hissetitkleri o önemsizlik psikoloisine dönmek istememeleri ve gerekirse bu uğurda en küçük bir riski bile güçlü bir şekilde yok etme üzerine hemen hemen ortak bir sessiz anlaşma içierisinde olmaları.

Bu bağlamda düşünürsek evet haklı bir düşünce fakat Günümüz Dünyası' nın gerçekleri artık çok farklı artık 1970 lerden de 1980 lerden de 1990 hatta 2000 lerden farklı şartlardayız. Artık çoğunluk yönetimi değil Çoğulculuk Dönemindeyiz Yönetilme değil Yönetişim yani Yönetime her kesimden katılım dönemindeyiz tek taraflı yönetimlerin eninde sonunda başarısızlıkla sonuçlandığı  ve herkesin yani yönetime katılan çoğunluğun kısa dönemde kazandıklarını uzun dönemde kaybedeceği dolayısıyla da aslında herkesin kaybedeceği bir çağda olduğumuzun farkına varmaları için geç kalınmamalı. Çünkü kazandıklarını sandıkları o "Uzun Dönem" ancak kendi çocuklarının hayatını içine alan bir dönem olmaktan öteye gidemez. Günümüz bilgi ve iletişim çağından öncesi dönemlerdeki "Uzun Dönem" kadar Uzun bir dönem sanmak çok yanlış olur artık günümüzde gün içerisinde bile çok büyük siyasi olaylar oluşmakta devletler yıkılmakta kurulmakta. 

Günümüz dünyası yani demokrasi kültürü gelişmiş devletlerin yönetiminde sivil toplum örgütleri gün geçtikçe söz sahibi olmakta. Çünkü devletin yönetimine ne kadar farklı fikir katılırsa uzlaşma ve anlaşma kültürü de o kadar gelişmekte. Empati ve demokrasi o kadar yakın kavramlar ki empati yapma becerisi beraberinde demokrasiyi getiriyor. Aslında demokrasi İnsan' dan başlıyor Devlet anayasada Demokratik olabiliir fakat demokrasinin somutlaşması iktidarların demokrasiyi içselleştirmiş olmalarıyla mümkün yoksa yazılı olarak sayfalarda yer süsler.

Güçlü Lider' den beklentiler demokrasi kültürünün çok daha yerleşmiş olduğu ülkelerde çok fazla değildir bizim gibi daha demokrasinin gelişmekte olduğu ülkelerde olduğu gibii Hatta siyaset hayatlarının birincil meselelerinden de değildir çünkü bunları geçeli çok olmuştur siyaset de devlet de vatandaş için vardır vatandaşa karşı vatandaşa rağmen anlayışı çoktan yıkılmıştır. Demokrasi kültürünün yerleşmesi belki eğitimden öte bir hoşgörü empati saygı olayı. Örneğin bizim toplumumuzda hala küçüklerin büyüklere saygılı olması gerektiği bacak bacak üstüne atmanın saygıyla eşdeğer  olması gibi. Ama neden büyüklerin de küçükleri sevmek kadar  haklarına da saygılı olması gerektiği, bir anne babanın da çocuğunun ayrı bir birey olduğunun bilincinde olup fikrilerini oluşturmasına bir birey olabilecek şekilde kendini geliştirmesine imkan verecek saygıyı göstermesi gerektiğinin farkında?

İşte asıl demokrasinin başladığı yer burası aile! Anne babanın çocuğunun kendi kişiliğini oluşturmasına saygısı. Demokratik devletler demokratik insanların yetişebildiği toplumlarda oluşur, deokratik toplumlarsa demokratik ailelerde tepeden uygulanan kararların olduğu ailelerde değil maalesef! Zaten demokratik bireyler de süper güçlü ve kendilerini o süper güçleri elinde bulunduran liderlerle özdeşleştirme psikolojisine ihtiyaç duymazlar çünkü kendi güçlerinin ve vasıflarının farkındadırlar. 

 
Toplam blog
: 6
: 435
Kayıt tarihi
: 23.05.12
 
 

Halkla İlişkiler ve Tanıtım     ..