- Kategori
- Siyaset
Demokratik kürt açılımına kendilerimden açılımlar

benden
80-90 ve hatta yüz üstü yıllık yanlış yaklaşımlarla yerleşmiş korku ve endişe toprağına kök salmış güvensizliğimi ve ezbere bilgilerimi bir yana itip bilincimi sorgulayabilmek ve tam özgür düşünebilmek için kendimi birbirine açılan 3 kimliğe böldüm. Mami-1, Mami-2, Mami-3. Her yanı ayna kaplı üç duvarlı bir zihin odasının ortasına çömelmiş kendilerimle düşünmekteyim.......
MAMİ-3:
-Hey mami-1! Çok güzel yazma yeteneğini ülke insanlarının mutlu birliği için kullanmayı denesen ya! Açılımın içeriğini kendi kehanetlerinle doldurup inceden matrak geçeceğine daha özgür mutluluklara açılan bir gelecek için yazsan ya!
Otuz bin, kırk bin ve aslında sayısız insanımızın daha ölmemesi için, yeni düşmanlık tohumları ekilmesin diye; insan ticareti, uyuşturucu ticareti yerine, mal ticareti yapılması, kültür, sanat, seyahat, turizm etkinliği için; insanların kendi kültür ve dilleriyle kendilerini ifade edebilme özgürlüğü için; tarihi bağlarımızla soydaş bildiklerimize başka ülkelerde ne istiyorsak, hiç olmazsa o kadarını kendi vatandaşlarımıza tanıma ve uygulama dürüstlüğü için; korku ve muhtaçlık yerine, güven ve hak alabilen insan onuru için; özgüveniyle demokrasi içinde ilerleyebilecek bir ülkünün ufkunu açmak için yazsan, fena mı olur.....?
Yetenekli beynini bu sureci kolay kılmak ve kaleminin ucu kadar olsun kısaltmak için kullansan, ben geleceği beklemeden şimdi bile mutlu olabilirdim. İnan ki bizim çocuklar için de çok iyi bir şey yapmış olurdun.
MAMİ-2 :
-Hey Mami-3! Baksana sen bana! Rahat bırak çocuğu. Mami-1 bence tam da senin dediğini yapıyor zaten; yani yazma yeteneğini bu ülkenin ve insanlarının iyiliği için kullanıyor. Şu anda yapılan şey sana Kürtlerle Türklerin kardeşliği için didinilen bir çaba gibi geliyor olabilir. Ancak kazın ayağı öyle değil. Büyük Ortadoğu Projesine uygun kalarak Irakta'ki Kürtleri Araplara karşı korumak için daha pahalıya mal olan Amerikan askerlerinin yerini Türk askerine bırakmak istiyorlar. Her Türk ailesine en az üçer tane üretme talimatı verildiği ve bu yüzden daha ucuza getirilen Türk askerini ABD çekildikten sonra Irak Kürtleri’nin koruyucusu yapmak için senin bildiğin kazlara takma ayak yapılıyor. Bu yüzden kazın ayağı bildiğin gibi değil artık.....
Yedi yıldır görünmeyen fırsat bugün mü görünmüş? Nereden görünmüş? Türk askerinin başına çuval geçiren, PKK için Kuzey Irak Kürt liderleriyle görüşeceksin komutlarını veren yerden gelmiş olabilir mi? Biz bunların ne kadar demokrat olduklarını geçen yıl 1 Mayıs'ta gördük. Polis rejimin teminatı oldu. Ve bu adamlar terörü bitirecekler öyle mi.....?
Dostum galiba günümüzde doğruyu söylemek yetmiyor. Söylediğimiz şeyin kime hizmet ettiğine de bakmamız gerekiyor.
MAMİ-3:
Dostum, sen de konuyu bayağı bir sulandırmışsın. Türkiye Kürtleri’ni bırakıp Irak Kürtleri’nin derdine düşmüşsün. Hem bırakalım da Öcalan mı bulsun çözüm önerilerini? (Çarşamba günü o da bir yol haritası açıklayacakmış zaten. Bence kim ne derse desin, bu çarşamba çıkmaz ayın çarşambası kalacaktır.) Ya da bırakalım inceldiğimiz yerden kopuncaya kadar çözümsüz mü kalalım? Bu sorun yüzünden binlerce şehit veren orduyu da aklınca inceden alaya alırken vicdanın hiç mi sızlamadı? Oysa sen bu orduya ne övgüler düzmüştün vaktiyle. Yoksa bir masal vakti miydi o vakitler? Yoksa artık askeri darbe vakti geçti diye ordu kül kedisine mi dönüştü.....?
Aslında ben anlıyorum bu karşı duruşun altında yatan endişeyi. Bu AK Parti ile ne anayasa değiştirme tartışması yapılır, ne demokrasiye güvenip açılarak sorunlu Kürtler'le kardeşlik kurmanın yolları aranır. "Allah göstermesin iyi şeyler olur da, AK Parti bir daha seçilirse vay halimize?", diyen karamsar kuşkunun siyasi esintisidir bu karşı havalar. Valla dostum, karamsarlığındaki karaltılar saracak olsa bile etrafımı, ben gene de toplumsal bir sorun varsa eğer, onun devlet dahil tüm kişi ve kurumlarla birlikte görüşülüp çözülmesinden yanayım. Çünkü bu yöntemin içindeki çaba ve iyi niyetlerin birliği sayesinde başa gelebilecek her derdin çekilebilir bir ağırlığı olacağına inanıyorum.....
Sevgili Mami-2, son cümlen sorumlu dillerin önünde bir özeleştiri anıtı gibi dikiliyor. Ben de izninle bundan bir son söz yaparak bitireyim. "Dostum galiba doğruyu söylemek gerçeğe yetmiyor. Söylediğimiz şeyin kime hizmet ettiğine de bakmamız gerekiyor."
MAMİ-1:
1977 de 1 Mayıs’a sol örgütlerin arasında katılan birisi olarak bugün MHP nin açılım hakkındaki görüşlerini destekleyeceğim aklıma gelmezdi. Devlet Bahçeli´ye kulak verin. Şu anda devleti korumak isteyen bir tek o var. Kendisini Kürt tanımlayan Turgut Özal´ın başbakan ve cumhurbaşkanı olabildiği ülkede, PKK’ lilerin Atatürk´ün kemiklerini sızlatırcasına mecliste cirit attığı, TBMM çatısı altında Kürtçe konuşulduğu, baş katilin İmralı’da neredeyse bir devlet adamı gibi ağırlandığı, bilmem kaç askeri ilk defa öldürdükleri ERUH’ta utanmadan bir de yıldönümü kutlaması yapıldığı bir ortamda Kürt açılımından konuşmak abesle iştigal olur. Sorun sadece ekonomiktir. Doğu’yu Batı’ya taşıyın bakalım ne olacak? Efeler ayaklanmazsa namerdim.....
İktidardaki parti demokratik haklar maskesi altında milletten ümmet yaratmak istiyor. Bu gerçeği göremeyenin kendimden biri olması doğrusu beni çok üzüyor. Bir de demez mi, AB’ne girmek için Kürt sorunu halledilmeli? Ben yıllardır AB vatandaşıyım. Ama hiç tavsiye etmem. Burada demokrasi yok. Burada bürokrasi hegemonyası, daha doğrusu terörü var. Heveslenmeye kalktığın şeyin önce iç yüzünü bir gör. Bu birliğin amacı büyük balığın küçük balığı yutması ilkesine dayanır. 1000 senedir birbirini yiyen Almanlarla Fransızlar eşitliği bozamayınca birlik olup başkalarını yemeye karar verirler. Hayatta kalmasını sağlayacak kadar yardım et ki komşunu sömürmeye devam edebilesin. Avrupa ekonomik topluluğunun özü ve felsefesi budur.....
“Ey Türk, titre ve kendine gel”, diyesim geliyor. Bu da Bozkurt sloganı işte, gördün mü? Maalesef gerçekler acı oluyor. Sevgili Mami-3, acıyı tatmadan gerçeği görmene yardımcı olursam ne MUTLU bana, yani TÜRKÜM DİYENE!
MAMİ-2:
Dostum Mami-1, Çok güzel bir analiz yansıttın aynama; teşekkürler...
MAMİ-3:
Sevgili Mami-1, Övgülerinle onurlandırmada doğrusu çok adaletsiz gördüm seni. Bu konuda MHP nin yalnız olduğunu da kim çıkardı? CHP de aynı kafada. Umarım bu seni biraz olsun rahatlatmıştır. Ve gene umarım ki sadece bana öyle gelmiştir ki, düşüncendeki ifade akışında rahatsız edici bir üstünlük havası, ve hatta biraz da bir türlü "Türk" yapılamayan Kürtlerin üstüne devlet sopasıyla giderek intikam alma arzusu hissettim.
Sen "çok güzel analiz" diyen Mami-2 yorumuna aldanma. Bence yazdıklarında, "ne mutlu Türküm diyebilene" sözünden başka doğru yok. Sanırım onu da yanlış anlamışsın; bu söz herkesi TSE damgalı kafatası ölçüleriyle Türk yapmak için söylenmiş değildir. Buradaki Türklük "Türk Milleti"ni temsil etmekte olup bunun tarifiyse daha ilk anayasada belirtilmiştir. Sözcük sırası aynı olmasa da, özü bir olarak şöyle diyordu: "Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu olan tüm halkların birliğine Türk Milleti denir". Hatta daha Lozan’da İsmet Paşa Türk ve Kürtlerin temsilcisi olarak geldiğini söylemişti.....
İşte bu anlamda, Türk Milleti'nin bir unsuru olan Kürt kimliğini, ve daha birçok etnik unsuru, TC sınırları içinde kendi dilleri ve kültürleriyle Türk vatandaşı kabul edip birlikte Türkiye ve dünya insanlığı için yaşam üretmekten mutlu olabilendir, "ne mutlu ki Türk’üm" diyebilmenin onur ve gururunu tam olarak hak edecek olan.....
*Doğrudur; Türkiye’de bir Kürt vatandaş başbakan ve cumhurbaşkanı olabilmektedir. Ancak aynı başbakan ve cumhurbaşkanı bugüne kadar Kürtçe konuşamaz, çocuğuna bir Kürt adı takamazdı.....
*Doğrudur; PKK’liler öldürdükleri askerlerimizle gururlanırlar; terör eylemlerinin yoldönümlerini şenliklerle kutlarlar. Ancak buradan yola çıkarak, “önce PKK yok edilsin sonra Kürtlere etnik kültür özgürlüğü verilsin ” demek demokrasi ayıbıdır. Hatta bölücülüğe hizmettir. Çünkü benim kardeş saydığım Kürtler PKK üyesi değillerdir. Kürtlere ve öbür etnik topluluklara dillerini de içeren kültürel özgürlüklerini vermeyi terörün bitmesine bağlar isek, işte asıl o zaman PKK muhatap alınarak bir demokrasi pazarlığı yapılıyor görüntüsü ortaya çıkar ki, terör örgütü TC’nin bu şantajını pek de bir güzel kendi lehine kullanır.
Yapılması gereken şey, terör ile uğraşımı demokratik ilerleme açılımlarına engel teşkil etmeyecek biçimde ele almaktır. Çünkü demokratik açılımların ileri zamanlı getirisi terörü besleyen insan kaynaklarını kurutmaya yardımcı olacaktır.....
Bir de söyleminde PKK yandaşlarının bazı kutlama eylemleri "açılım" niyetiyle bağdaştırılarak, sanki PKK örgütünü devlet muhatap alıyormuş havası veriliyor ki, bu tepeteklak yuvarlanan bir aklın görüşünden başka bir şey değildir. Yanlış görüntü veriliyor; elbette ki son zamanlarda teslim olan PKK militanları içinden silahlı eyleme katılmamış olanların hemen serbest bırakılması bu muhataplığın bir kanıtı değildir. Bu olsa olsa devletin kendine olan özgüveniyle bağışlama adaletindendir.....
*Doğrudur; sorun ekonomiktir; ancak “sadece” ekonomik değildir. Öyle olaydı terör yüzünden Kastamonu Küre Dağları’ndan geçip de İnebolu’ya inemezdim.....
*Doğru olabilir mi? İktidar partisinin demokratik haklar bahanesiyle, milleti ümmete dönüştüreceği ne kadar doğru olabilir ki? Hadi diyelim niyet olarak doğrudur. Ancak nerede görülmüş bir milletin DEMOKRATİK ilerlemeyle ümmete dönüştüğü? Bu gerçek olaydı, İran bir ümmet cumhuriyeti olarak kalmazdı; demokrasinin ileri kanadı olan “Laik Demokrat bir Cumhuriyet” olabilirdi. Yani demokratik ilerleme bir milleti ümmet yapabiliyorsa, İran örneği gibi demokratik bir gerilemenin de bir ümmeti “laik demokrat bir millet” yapması gerekir gibi bir ters mantık yürüttüm ama, ben de pek tutmadım doğrusu. Çünkü toplumsal dönüşümler öyle pek matematiksel mantıkla açıklanabilir bir şey değil. Ancak her şeye rağmen, demokratik haklardaki ilerleme bir milleti daha alt düzeyde bir toplum yapısı olan “ümmete” dönüştüremez. Eğer bir bahane ile öyle oluyorsa, bunun adı demokratik gerilemedir ki, bunun bahanesi de zaten devlet güdümlü korkunun ve terörün maskesi dışında hiçbir maskeyle gizlenebilecek bir şey değildir.....
AB hakkındaki düşüncelerini yorumlamadan olduğu gibi doğru kabul edebilirim. AB hakkındaki gözlemlerine rağbet etmem kendimden olmanın hatırından değil, aklın dürüstlüğündendir. Ancak olumsuz gözlemlerini öne sürerek AB üyeliğinin heveslenecek bir şey olmadığı sonucuna varmandaki anlam genişliğini kavrayamadım. AB'ne uyum çalışmalarının sonul hedefi olan tam üyelikten söz ediyorsan, zaten oraya daha çok uzağız. İş oraya geldiğinde biraz nazlanmak bence de fena olmayacaktır. Sen ne de olsa bütün bunları uzun zamandır yaşadığından kanıksamış olmalısın ki, AB'yi bürokratik hantallık ve bencillikle suçlamaktasın. Belki de vatan hasretinin ateşiyle Türkiye gözünde daha bir yaşanılası demokrasi gibi tütmektedir.....
Sözlerin Hz. Musa’nın asası kadar doğru olsa da, biz daha senin o beğenmediğin düzeye bile gelemedik. Ayrıca AB ilişkilerimiz bize uluslararası bencilliğin insanlık adına nasıl işletildiğini de öğretmektedir. Bu öğreni de bize, ileride katılacağımız veya üreteceğimiz uluslararası tasarımlarda yeterli payı almadan sömürülmemizi engelleyecek bilgi ve beceriyi sunmaktadır. AB üyeliğinde esas olan üyeliğe götüren yolların yönlenimi ve niteliğidir. Bu da bana şimdilik insanı yücelten bir demokratik ilerleme olarak görünüyor. Sırf bu görüntü bile benim AB üyelik çalışmalarını destekleme arzumu kamçılamaya yetiyor.....
Tabi bir de işin ekonomik gerçeği var ki, gümrük birliğinden sonra ihracatımızın yüzde 60 kadarını AB ülkelerine yapar olduk. AB bir devlet değil, uluslararası kurumsal bir yapıdır; işlevselliğini sağlayan kurallar ve sistemler önceden belirlidir. Bu yüzden de AB'nin bir ülkeyi sömürmesinden söz etmenin bence iler tutar bir yanı yoktur.
MAMİ-2:
“It is the duty of the patriot to protect his country from its government.” -Thomas Paine (Ülkesini kendi devletinin şerrinden korumak için uyanık olması her vatandaşın öncelikli bir vatanseverlik görevidir) Dostlarım Mami-1 ve Mami-3, Ne yaparsanız yapın, ama sonuç takma aklınızın eseri olmasın. Akıl sizin uzun yıllardır yaşadıkılarınızdan, gördüklerinizden ve çevrenizin uzun vade taleplerinden soyutlanmış ise hata oluşur. Akıl, bizim yaşadığımız veya açıkça görebilidiğimiz çelişkilerin sentezi olarak ortaya çıkarsa doğru yolda kalır; ancak akıl sırf başkalarının önerileri ile olşursa sarhoşlaşır ve habire yalpalayıp durur, evine varıp aklını başına oturtamaz.
Dünya bankası raporları bir akıl veriyor; AB bir başka akıl veriyor; NATO, ABD, Birleşmiş Milletler birer akıl veriyor. Ancak bu ülkelerin veya kuruluşların hiç birisi Türkiyenin yaşadığı sıkıntı ve çelişkileri yaşamıyor. Bu kadar fazla akıl da, Türkiyenin ulusal aklını baskı altına alıp karıştrırıyor olabilir diye düşünmekteyim. Türkiyenin aklı sarhoşlaşıyor gibi geliyor bana…
Türkiye hezeyanda mı ? Hüsnü kuruntu mu yapıyor. Türkiye Osmanlı’nın son dönemlerinden itibaren çok değişik deneyler yaşadı. Aynı bugünkü talepler ile gelen düşünceler sonucu, Osmanlı’nın reform vaadi , tanzimat hareketleri, ve balkanlarda kurulan devletler, Yunanistan, Bulgaristan, Yogoslavya, Romanya, bunların hepsi başlangıçta Osmanlı’nın reform hareketleri idi. Sonra hepsi kendi yoluna gitti.....
Türkiyenin geçmiş hafızası, bilinç deposu buyken, şimdi gene bile bile lades denebilir mi? Yugoslavya diye ayrılan coğrafya sonra tekrar iç savaş kanlarıyla bölünerek bir sürü devlet çıkartılmadı mı? Güneydoğuda farklı bir devlet kurulduğunda bu orada kalacak mı sanıyorsunuz? Sonra tekrardan kanla o toprakların bir kısmı Ermenistan diye ayrılacak; eğer anıt kabire giderseniz, bugün Kürdistan olarak talep edilen toprakların bir kısmının "sevr haritasında " resmen Ermenistan olarak işaret edildiğini görürüsünüz.
MAMİ-3:
Sevgili Mami-2, Her şeyden önce Osmanlı Sarayı’nın kendi batık hükümranlığını kurtarmak umuduyla, yapıyormuş gibi göründüğü toplumsal reformları bugünkü demokratik ilerleme tasarımlarıyla bir tutmak doğru değil. Çünkü şimdiki reformlara talebin dışarıdan geldiği varsayılsa bile demokratik seçimlerle milletin onayından geçmektedir; padişah fermanıyla reform ilanı yaplmıyor. Yani millet AB uyumunu benimsemiyorsa AB’ni desteklemeyen bir partiyi iktidar yapabilir. Eminim siyaset bunun kokusunu senden önce alır. En önemli ve hatalı düşünme tarzınsa, senaryonu daha baştan bir Kürt Devleti ile sonlandırdıktan sonra yazmaya başlamış olman. Sözü edilen Demokratik Kürt Açılımı tasarımıyla TC sınırları içinde bir Kürt Devleti kurulacağı önyargısı her şeyden önce Cumhuriyet’in kurucu gücü olan TSK’ne bir güvensizlik işaretidir. Bu güvensizlik TSK askeri darbeye karşı tavır aldığı içinse, pek yaman yanılmaktasındır. Gün gelip çatar da dediğin çıkacak gibi olursa, TSK’nin hiç çekinmeden devletin yönetimine el koyacağına ben üçümüz adına adım gibi eminim.....
Bence tarihi gerçekleri aklın bilincine sunarken, günümüzün gerçeklerini yeteri kadar geleceğe dönük çözümleyemediğinden bu açılım hamlesinin bir bölme tasarısı olduğu kanısına varmışsın. Bu tartışmada üzerinde içtenlikle düşünmemiz gereken şey aslında bilincimizi bir zırh gibi saran travmalarımız ve savunma içgüdümüzdür. Birçok ülke ve devlet tarih boyunca bir ya da birkaç kez “el değiştirmiştir”. Osmanlı da fetihçi, yayılmacı bir devletti. Kendisine miras olmayan topraklara doğru savaş yoluyla genişlemiş, hükümranlığı altına almıştır. Üzerinde yaşayan halkların her ne kadar kültürel özgürlüklerini kısıtlamadıysa bile, ele geçirdiği toprakları “kendisinin” malı olarak benimsemiştir.....
Bugün “biz”, her ne kadar sınırlarımız dışında bir karış toprağa göz dikmesek de, kendimizi Osmanlı’nın devamı olarak görüyoruz. Kültürel değerde öyle görmek doğru bir yaklaşımdır, ancak Osmanlı’nın zaman içinde “dağılmasını” da elimizden çalınan topraklar olarak görüyoruz ki, bence bu yanlış bir algılama. Örneğin, Balkan savaşlarıyla Osmanlı egemenliğinin sona ermesi Balkan Halkları bakımından “bağımsızlığını kazanma” anlamına gelen bir sonuçken, Osmanlı ruhuyla bakıldığındaysa, “kendisine ait” toprakların çalınması, sanki hak edilmeyen bir şeymiş gibi görünmektedir.....
Bugün de aynı biçimde algılayan bir düşünce bana göre yanılıyordur. Aslında basit mantık bile bunu sezebilir; çünkü bizim zafer bayramımız gibi onların da bir “zafer bayramı” vardır. Bu sürece başka devletlerin taraflı katkıları olması, Osmanlı’dan kopan milletlerin bağımsız devlet olma haklarını geçersiz kılabilir mi? Onlar zaten Osmanlı Hükümranlığı’na bağlı devletlerdi. Tıpkı SSCB (eski Rusya, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği) gibiydi. Osmanlı hiçbir zaman bir Kürt Devleti’ni fethedip kendi mülkiyetine katmış değildir. Bu yüzden de Kürtler, Osmanlı’nın artık bir imparatorluk olmaktan çıktığında, Anadolu’da yerleşik tüm etnisitelerle birlikte toplumsal var oluş savaşının doğal bir parçası olabilmişlerdir. Kurtuluş Savaşı denen bu yeniden varoluş savaşına, Osmanlı bakiyesi devlet kalıntısından Türk kodlu sivil ve askerler önderlik ettiler. Ancak söylem, Türk Irkı’nın egemenliği değildi.
Cumhuriyetin kuruluşundan çok geçmeden hristiyan azınlığın tasfiyesi ve İslam unsurların Türkleştirilmesi devlet politikasına dönüştü. Eski korkularımız depreşmişti. Bir daha “parçalanmamak” için artık bu son vatan toprağını her tür “öteki” unsurdan arındırmak gerekiyordu. Kimilerini değiş tokuş göçleriyle tasfiye ederek, kimileriniyse “Türkleştirme” politikalarıyla bu arındırma işlemi başarılmaya çalışıldı.....
Sonuç ve gerçek şu ki, bu tasarı İslam dışı unsurların tasfiyesi konusunda “başarılı” olabilmiştir; ancak en büyük etnik unsur olan Kürtler, hâlâ Kürt olarak duruyorlar; ve artık demokrasimizin geldiği düzeyde, anayurtları Türkiye’de eşit yurttaşlar olarak kendi kimlikleriyle özgür yaşayabilmelerine kanımca bir mani kalmış değildir.
MAMİ-2:
ABD New York şehrinde sürücü belgesi için kursa girmiştim. Dersi anlatan eğitmen teorik ehliyet kursu bilgilerini öyle ilgi çekici hale getirebilmişti ki, dünyanın belkide bu konuda en başarılı profesyoneli olduğunu düşünmekteydim. İnatla yinelediği bir deyiş vardı ki, artık kulaklarımızda küpe gibi sallanıyordu. Adam derslerde sürekli olarak, "Get the greater view" (Görüş açını geniş tut; ya da görüntüyü bütünselliğiyle yakala) diye tekrarlardı..... İt izinin at izine karıştığı bugünkü kaotik politik ortamda hangi kuytu köşelerde tezgahlandığı yi kötü belli sözümona demokratik açılım yaygarasına katılan kendilerime ben de aynı öneride bulunmak istiyorum. "Get the greater view". Duygusallığınız, ideolojik motiviniz sizi tutsak etmesin çünkü bu süreç şaka gibi gelse de, artık bu talihsiz ülke için yaşamsal bir sınav anlamına gelmektedir. Lozanın intikamını almak isteyenler var. Sazan gibi oltalara atlamayın.....
Peki ya bu Ceteris Paribus ne demek oluyor, o da şu garabetin Latince tanımıdır. Bir tahlil yapma sürecinde karşımıza bir sürü değişken parametre çıkıp ta afallarsak, ve öteki değişken parametreleri bir yana bırakıp tek bir parametreye sarılıp bütün analizleri tek parametre üzerinden yapma enayiliğine kapılırsak, sonuçta ortaya çıkan ucube duruma Ceteris Paribus denir.
MAMİ-3:
Sevgili Mami-2, Gözden kaçırdığın nokta bu açılımın zaten tavsiye ettiğin nokta oluşu. Yıllardır terör ve Kürt sorunu bir tutularak, çözümü de sadece silahlı güvenlik güçlerinin karşı koyuşundan beklenmektedir; anlayacağın tek parametreye takılı kalmış bir zihniyettir.....
Her şeyden önce yaptığımız her şeyin arkasına Sevr Hortlağı, Lozan intikamı, AB sömürüsü, ABD uşaklığı gibi yaftalar koymaktan vazgeçip yapılan şeyi enine boyuna kendi aklımız yettiğince çözümleme, anlama ve kavrama tartışmasını demokratik hoşgörüyle yaparak milli özgüvenimizi yüceltmeliyiz. Bence resmin bütününe bakıp anlayabilmek için bu zihin açılımına katılmak ve destek vermek gerekiyor. Yoksa burnumuzun ucundaki leş kargasını en iyi kaderimiz sanmaya devam ederiz.
MAMİ-1:
Sevgili kendilerim, Yine ortalık toz duman olmuş. Demokrasi var diye aynamızı laf ile çatlatır olmuşuz.
DEMOKRASİYE EVET: Daha fazla özgürlük ve demokrasiyi bu ülkede yaşayan herkes için istemek, ve bunun için düşünüp çalışmak aydın kafaların görevidir zaten.
AÇILIMA HAYIR: Çünkü bu açılım demokrasi gelsin veya terör dursun diye değil. Amerika’nın 1963’ten beri –(Johnson Mektubu ve İsmet Paşa’nın cevabı)-, Türkiye üzerinde oynadığı oyunların sonuç hamlesi olarak, son işbirlikçisi AK Parti hükümetiyle birlikte Büyük Ortadoğu Projesine taşeron ve uşaklık yapan Kürtleri devlet sahibi yapmaktır. Bize çok içi boş slogan attırdılar; ancak içlerinden biri hep geçerli kaldı:
"YAŞASIN BAĞIMSIZ TÜRKİYE !!"
MAMİ-3:
Coştun da dalgalandın gene sevgili Mami-1. Olaya, “Açılım = TC sınırları içinde bir Kürt Devleti”, önyargısıyla bakınca görünen köy haliyle senin köyündür. Bu mantık, daha sorunu tanımlamadan getirilecek çözümün işe yaramayacağı ilkesine dayanıyor.....
Ancak ben açılımı, varlığı neredeyse herkesce kabul gören bir soruna çözüm üretmek için düşünmek ve bir tasarı oluşturmak biçiminde algılıyorum. Başka türlü nasıl algılayabilirim ki, zaten açılımın içindeki çözümler belli olmuş bile değil. Açılımdan benim anladığım, konu üzerindeki zihinsel çalışmaları serbest bırakıp sonunda bir huzur tasarısı haline getirme çabası. Bu yüzden "her tür demokrasiye evet, ancak açılıma hayır" diyemem. Bana göre bunun mantığı yok; çünkü demokrasi isterken, adı demokratik açılım olan düşünsel çalışmayı istememek nasıl olur bilemiyorum. “Açılıma hayır!” diyebilmem için daha baştan kabul etmeliyim ki, adı demokratik olsa bile, aslında yapılan şeyin demokrasi ile ilgisi olmayan sinsi bir vatan hainliği olmasıdır. Yani devlet eliyle kandırılıyorum yargısına varmam gerekiyor.
Ayrıca kandırıldığım yargısına varmış olabilsem bile, bu yargımı destekleyecek kanıtların da devlet eliyle gizlendiği varsayımını peşinen doğru kabul etmek durumundayım. Devlet millete çalım mı atıyor yani? ?????? Hal böyle olunca biz bu açılıma karşı durmakla yetinebilir miyiz? Doğrudan devlete isyan bayrağı açmak durumunda değil miyiz? PKK’nin yapamadığını biz mi yapacağız yani? Önce kandırıldığımız önyargısıyla kendimizi kandıracak, sonra da devleti kendi ellerimizle yıkıp PKK'ye hizmet mi edeceğiz....? Eğer millet devletinin sözüyle kandırılıyorsa, açılım masalıyla çaktırmadan ülkeyi bölmeyi amaçlayan bir hükümet yapılanmasıyla karşı karşıya kaldığını anlarsa, bu asil millet Akça Pakça da olsa parti falan dinler mi? Böyle bir durumda TSK, ikinci Kurtuluş Savaşı başlatacak olan millete karşı ABD bayrağı açarak Türk bayrağına cephe alır mı? ???????
Eğer bir sorun varsa, sorun için çözüm arayan düşünce, araştırma, öneri ve başvuru kaynaklarını sınırlandıran tüm korku ve tabulardan kurtulmak gerekir. Ta ki elde edilen çözümleyici bilgiler uygulamaya dönük bir tasarım biçimine getirilmeye hazır edilir, işte o zaman çözüm taslağındaki öneriler her türlü kuşku ve korkuya bağlı olarak yeniden ele alınabilir.....
Bir biçimde düşüncelerimizi yıkılmaz sınır duvarlarıyla korumaya almışsak, dışarıdakilerin tutuklu kalacağı hükmü önyargımız tarafından onaylanmış demektir... (MamiDaçka)
MAMİ-2:
Ancak burada yapılmak istenenleri maalesef biz tasarlamıyoruz; bize empoze ediliyor. Ben bunun sıkıntısını çekmekteyim. Bakarken taktığımız gözlük önemli; neye odaklanıyorsak orayı netleştirmek için her zaman kendi kanıtlarımızı bulabiliriz.
MAMİ-3:
Zaten göz dediğin nedir ki; adamı düşürmeyecek kadar bir geçişi görür. Sorun yumağının merkezine oturup, bir de gözlerimizi kapatıp bakalım. Bu da düşünceyi sorguya çekmekle olabiliyor. Yaşadığımız şu zaman gerçeğinde, ulusların kendi sorunu sandıkları sorunların çoğu aslında uluslararası bağlantılar içinde değil midir? Ekonomik, politik, kültürel sorunları salt kendimize özgüymüş, dünyayı ilgilendirmezmiş gibi ele alıp çözebilir miyiz? Ermenilerle iyi komşu olabilmek için, "komşu hu! kahve yaptım gel içelim" diyerek dostça konuşmak yeter mi? Ya da orduyu Ermenistan sınırına yığmak Ermenileri ikna eder mi? Rusya ve Azerbaycan ile oturup bir votka açılımı yapmadan Ermenilerle öpüşebilir miyiz....?
Aynı biçimde Kürt sorunu sırf T.C. sınırları içinde ele alınıp çözülebilecek bir şey midir? diye de sormak gerekir. En azından sorunun terör uzantısının Kuzey Irak'ta yerleşik olması bile bunun uluslararası bir boyutu olduğunun kanıtı değil midir? Ve ayrıca Kürtlerin İran, Irak ve Suriye'de sorunsuz yaşadıkları iddia edilebilir mi? PKK içinde kaç bin Suriyeli vardır???? Şimdi Türkiye'nin Kürtler'e demokrasi adına tanıyabileceği haklardan komşularımız İran, Irak ve Suriye rahatsız olmasın diye, uluslararası uzlaşmacı işbirliği yapmak milli çıkarlara ne kadar aykırıdır? Ve en önemlisi, Irak'ta işgalci devlet olarak bulunan ABD'ni dışlayarak Kürtler'le ilgili tasarımları uygulama fırsatının başarısı ne kadardır? Unutmayalım ki, ABD'nin haksız işgal hamlesi Irak Kürtleri'nin desteği ile başarılı olmuştur. Bu yüzden ABD'yi kenara itip Kuzey Irak Kürtleri ile PKK belasını görüşmek anlamsız bir çaba olmaz mı....?
AB de bize bu konudaki düşüncelerini açmaktadır elbette; buna "empoze etmek" bile denebilir; bu onun işidir zaten. Ancak "empoze" edilen şey her neyse, empozeye tutulan tarafından irdelenip benimsendiğinde, artık bir empoze olmaktan çıkmaz mı? İşte bu yüzden DKA desteklenerek, ulusal bir tasarımın ortaya çıkmasına katkı vermek vatanseverlikten olabilir mi? Yani böylece "empoze" edilen bile olsa, onu yeniden kendi ışığımızla "poze" ederek kendi ürünümüz yapamaz mıyız....?
Özellikle yönetim gücünü elinde tutan siyasetin propagandası ile cilalanmadıkça hiçbir toplum barışı savaş için kurban etmez; ne savaşarak ayrışmadan, ne savaşarak bütünleşmeden medet umar…
Muharrem Soyek = Mami-1+Mami-2+Mami-3 ***
MAMİ-3:
-Hey mami-1! Çok güzel yazma yeteneğini ülke insanlarının mutlu birliği için kullanmayı denesen ya! Açılımın içeriğini kendi kehanetlerinle doldurup inceden matrak geçeceğine daha özgür mutluluklara açılan bir gelecek için yazsan ya!
Otuz bin, kırk bin ve aslında sayısız insanımızın daha ölmemesi için, yeni düşmanlık tohumları ekilmesin diye; insan ticareti, uyuşturucu ticareti yerine, mal ticareti yapılması, kültür, sanat, seyahat, turizm etkinliği için; insanların kendi kültür ve dilleriyle kendilerini ifade edebilme özgürlüğü için; tarihi bağlarımızla soydaş bildiklerimize başka ülkelerde ne istiyorsak, hiç olmazsa o kadarını kendi vatandaşlarımıza tanıma ve uygulama dürüstlüğü için; korku ve muhtaçlık yerine, güven ve hak alabilen insan onuru için; özgüveniyle demokrasi içinde ilerleyebilecek bir ülkünün ufkunu açmak için yazsan, fena mı olur.....?
Yetenekli beynini bu sureci kolay kılmak ve kaleminin ucu kadar olsun kısaltmak için kullansan, ben geleceği beklemeden şimdi bile mutlu olabilirdim. İnan ki bizim çocuklar için de çok iyi bir şey yapmış olurdun.
MAMİ-2 :
-Hey Mami-3! Baksana sen bana! Rahat bırak çocuğu. Mami-1 bence tam da senin dediğini yapıyor zaten; yani yazma yeteneğini bu ülkenin ve insanlarının iyiliği için kullanıyor. Şu anda yapılan şey sana Kürtlerle Türklerin kardeşliği için didinilen bir çaba gibi geliyor olabilir. Ancak kazın ayağı öyle değil. Büyük Ortadoğu Projesine uygun kalarak Irakta'ki Kürtleri Araplara karşı korumak için daha pahalıya mal olan Amerikan askerlerinin yerini Türk askerine bırakmak istiyorlar. Her Türk ailesine en az üçer tane üretme talimatı verildiği ve bu yüzden daha ucuza getirilen Türk askerini ABD çekildikten sonra Irak Kürtleri’nin koruyucusu yapmak için senin bildiğin kazlara takma ayak yapılıyor. Bu yüzden kazın ayağı bildiğin gibi değil artık.....
Yedi yıldır görünmeyen fırsat bugün mü görünmüş? Nereden görünmüş? Türk askerinin başına çuval geçiren, PKK için Kuzey Irak Kürt liderleriyle görüşeceksin komutlarını veren yerden gelmiş olabilir mi? Biz bunların ne kadar demokrat olduklarını geçen yıl 1 Mayıs'ta gördük. Polis rejimin teminatı oldu. Ve bu adamlar terörü bitirecekler öyle mi.....?
Dostum galiba günümüzde doğruyu söylemek yetmiyor. Söylediğimiz şeyin kime hizmet ettiğine de bakmamız gerekiyor.
MAMİ-3:
Dostum, sen de konuyu bayağı bir sulandırmışsın. Türkiye Kürtleri’ni bırakıp Irak Kürtleri’nin derdine düşmüşsün. Hem bırakalım da Öcalan mı bulsun çözüm önerilerini? (Çarşamba günü o da bir yol haritası açıklayacakmış zaten. Bence kim ne derse desin, bu çarşamba çıkmaz ayın çarşambası kalacaktır.) Ya da bırakalım inceldiğimiz yerden kopuncaya kadar çözümsüz mü kalalım? Bu sorun yüzünden binlerce şehit veren orduyu da aklınca inceden alaya alırken vicdanın hiç mi sızlamadı? Oysa sen bu orduya ne övgüler düzmüştün vaktiyle. Yoksa bir masal vakti miydi o vakitler? Yoksa artık askeri darbe vakti geçti diye ordu kül kedisine mi dönüştü.....?
Aslında ben anlıyorum bu karşı duruşun altında yatan endişeyi. Bu AK Parti ile ne anayasa değiştirme tartışması yapılır, ne demokrasiye güvenip açılarak sorunlu Kürtler'le kardeşlik kurmanın yolları aranır. "Allah göstermesin iyi şeyler olur da, AK Parti bir daha seçilirse vay halimize?", diyen karamsar kuşkunun siyasi esintisidir bu karşı havalar. Valla dostum, karamsarlığındaki karaltılar saracak olsa bile etrafımı, ben gene de toplumsal bir sorun varsa eğer, onun devlet dahil tüm kişi ve kurumlarla birlikte görüşülüp çözülmesinden yanayım. Çünkü bu yöntemin içindeki çaba ve iyi niyetlerin birliği sayesinde başa gelebilecek her derdin çekilebilir bir ağırlığı olacağına inanıyorum.....
Sevgili Mami-2, son cümlen sorumlu dillerin önünde bir özeleştiri anıtı gibi dikiliyor. Ben de izninle bundan bir son söz yaparak bitireyim. "Dostum galiba doğruyu söylemek gerçeğe yetmiyor. Söylediğimiz şeyin kime hizmet ettiğine de bakmamız gerekiyor."
MAMİ-1:
1977 de 1 Mayıs’a sol örgütlerin arasında katılan birisi olarak bugün MHP nin açılım hakkındaki görüşlerini destekleyeceğim aklıma gelmezdi. Devlet Bahçeli´ye kulak verin. Şu anda devleti korumak isteyen bir tek o var. Kendisini Kürt tanımlayan Turgut Özal´ın başbakan ve cumhurbaşkanı olabildiği ülkede, PKK’ lilerin Atatürk´ün kemiklerini sızlatırcasına mecliste cirit attığı, TBMM çatısı altında Kürtçe konuşulduğu, baş katilin İmralı’da neredeyse bir devlet adamı gibi ağırlandığı, bilmem kaç askeri ilk defa öldürdükleri ERUH’ta utanmadan bir de yıldönümü kutlaması yapıldığı bir ortamda Kürt açılımından konuşmak abesle iştigal olur. Sorun sadece ekonomiktir. Doğu’yu Batı’ya taşıyın bakalım ne olacak? Efeler ayaklanmazsa namerdim.....
İktidardaki parti demokratik haklar maskesi altında milletten ümmet yaratmak istiyor. Bu gerçeği göremeyenin kendimden biri olması doğrusu beni çok üzüyor. Bir de demez mi, AB’ne girmek için Kürt sorunu halledilmeli? Ben yıllardır AB vatandaşıyım. Ama hiç tavsiye etmem. Burada demokrasi yok. Burada bürokrasi hegemonyası, daha doğrusu terörü var. Heveslenmeye kalktığın şeyin önce iç yüzünü bir gör. Bu birliğin amacı büyük balığın küçük balığı yutması ilkesine dayanır. 1000 senedir birbirini yiyen Almanlarla Fransızlar eşitliği bozamayınca birlik olup başkalarını yemeye karar verirler. Hayatta kalmasını sağlayacak kadar yardım et ki komşunu sömürmeye devam edebilesin. Avrupa ekonomik topluluğunun özü ve felsefesi budur.....
“Ey Türk, titre ve kendine gel”, diyesim geliyor. Bu da Bozkurt sloganı işte, gördün mü? Maalesef gerçekler acı oluyor. Sevgili Mami-3, acıyı tatmadan gerçeği görmene yardımcı olursam ne MUTLU bana, yani TÜRKÜM DİYENE!
MAMİ-2:
Dostum Mami-1, Çok güzel bir analiz yansıttın aynama; teşekkürler...
MAMİ-3:
Sevgili Mami-1, Övgülerinle onurlandırmada doğrusu çok adaletsiz gördüm seni. Bu konuda MHP nin yalnız olduğunu da kim çıkardı? CHP de aynı kafada. Umarım bu seni biraz olsun rahatlatmıştır. Ve gene umarım ki sadece bana öyle gelmiştir ki, düşüncendeki ifade akışında rahatsız edici bir üstünlük havası, ve hatta biraz da bir türlü "Türk" yapılamayan Kürtlerin üstüne devlet sopasıyla giderek intikam alma arzusu hissettim.
Sen "çok güzel analiz" diyen Mami-2 yorumuna aldanma. Bence yazdıklarında, "ne mutlu Türküm diyebilene" sözünden başka doğru yok. Sanırım onu da yanlış anlamışsın; bu söz herkesi TSE damgalı kafatası ölçüleriyle Türk yapmak için söylenmiş değildir. Buradaki Türklük "Türk Milleti"ni temsil etmekte olup bunun tarifiyse daha ilk anayasada belirtilmiştir. Sözcük sırası aynı olmasa da, özü bir olarak şöyle diyordu: "Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu olan tüm halkların birliğine Türk Milleti denir". Hatta daha Lozan’da İsmet Paşa Türk ve Kürtlerin temsilcisi olarak geldiğini söylemişti.....
İşte bu anlamda, Türk Milleti'nin bir unsuru olan Kürt kimliğini, ve daha birçok etnik unsuru, TC sınırları içinde kendi dilleri ve kültürleriyle Türk vatandaşı kabul edip birlikte Türkiye ve dünya insanlığı için yaşam üretmekten mutlu olabilendir, "ne mutlu ki Türk’üm" diyebilmenin onur ve gururunu tam olarak hak edecek olan.....
*Doğrudur; Türkiye’de bir Kürt vatandaş başbakan ve cumhurbaşkanı olabilmektedir. Ancak aynı başbakan ve cumhurbaşkanı bugüne kadar Kürtçe konuşamaz, çocuğuna bir Kürt adı takamazdı.....
*Doğrudur; PKK’liler öldürdükleri askerlerimizle gururlanırlar; terör eylemlerinin yoldönümlerini şenliklerle kutlarlar. Ancak buradan yola çıkarak, “önce PKK yok edilsin sonra Kürtlere etnik kültür özgürlüğü verilsin ” demek demokrasi ayıbıdır. Hatta bölücülüğe hizmettir. Çünkü benim kardeş saydığım Kürtler PKK üyesi değillerdir. Kürtlere ve öbür etnik topluluklara dillerini de içeren kültürel özgürlüklerini vermeyi terörün bitmesine bağlar isek, işte asıl o zaman PKK muhatap alınarak bir demokrasi pazarlığı yapılıyor görüntüsü ortaya çıkar ki, terör örgütü TC’nin bu şantajını pek de bir güzel kendi lehine kullanır.
Yapılması gereken şey, terör ile uğraşımı demokratik ilerleme açılımlarına engel teşkil etmeyecek biçimde ele almaktır. Çünkü demokratik açılımların ileri zamanlı getirisi terörü besleyen insan kaynaklarını kurutmaya yardımcı olacaktır.....
Bir de söyleminde PKK yandaşlarının bazı kutlama eylemleri "açılım" niyetiyle bağdaştırılarak, sanki PKK örgütünü devlet muhatap alıyormuş havası veriliyor ki, bu tepeteklak yuvarlanan bir aklın görüşünden başka bir şey değildir. Yanlış görüntü veriliyor; elbette ki son zamanlarda teslim olan PKK militanları içinden silahlı eyleme katılmamış olanların hemen serbest bırakılması bu muhataplığın bir kanıtı değildir. Bu olsa olsa devletin kendine olan özgüveniyle bağışlama adaletindendir.....
*Doğrudur; sorun ekonomiktir; ancak “sadece” ekonomik değildir. Öyle olaydı terör yüzünden Kastamonu Küre Dağları’ndan geçip de İnebolu’ya inemezdim.....
*Doğru olabilir mi? İktidar partisinin demokratik haklar bahanesiyle, milleti ümmete dönüştüreceği ne kadar doğru olabilir ki? Hadi diyelim niyet olarak doğrudur. Ancak nerede görülmüş bir milletin DEMOKRATİK ilerlemeyle ümmete dönüştüğü? Bu gerçek olaydı, İran bir ümmet cumhuriyeti olarak kalmazdı; demokrasinin ileri kanadı olan “Laik Demokrat bir Cumhuriyet” olabilirdi. Yani demokratik ilerleme bir milleti ümmet yapabiliyorsa, İran örneği gibi demokratik bir gerilemenin de bir ümmeti “laik demokrat bir millet” yapması gerekir gibi bir ters mantık yürüttüm ama, ben de pek tutmadım doğrusu. Çünkü toplumsal dönüşümler öyle pek matematiksel mantıkla açıklanabilir bir şey değil. Ancak her şeye rağmen, demokratik haklardaki ilerleme bir milleti daha alt düzeyde bir toplum yapısı olan “ümmete” dönüştüremez. Eğer bir bahane ile öyle oluyorsa, bunun adı demokratik gerilemedir ki, bunun bahanesi de zaten devlet güdümlü korkunun ve terörün maskesi dışında hiçbir maskeyle gizlenebilecek bir şey değildir.....
AB hakkındaki düşüncelerini yorumlamadan olduğu gibi doğru kabul edebilirim. AB hakkındaki gözlemlerine rağbet etmem kendimden olmanın hatırından değil, aklın dürüstlüğündendir. Ancak olumsuz gözlemlerini öne sürerek AB üyeliğinin heveslenecek bir şey olmadığı sonucuna varmandaki anlam genişliğini kavrayamadım. AB'ne uyum çalışmalarının sonul hedefi olan tam üyelikten söz ediyorsan, zaten oraya daha çok uzağız. İş oraya geldiğinde biraz nazlanmak bence de fena olmayacaktır. Sen ne de olsa bütün bunları uzun zamandır yaşadığından kanıksamış olmalısın ki, AB'yi bürokratik hantallık ve bencillikle suçlamaktasın. Belki de vatan hasretinin ateşiyle Türkiye gözünde daha bir yaşanılası demokrasi gibi tütmektedir.....
Sözlerin Hz. Musa’nın asası kadar doğru olsa da, biz daha senin o beğenmediğin düzeye bile gelemedik. Ayrıca AB ilişkilerimiz bize uluslararası bencilliğin insanlık adına nasıl işletildiğini de öğretmektedir. Bu öğreni de bize, ileride katılacağımız veya üreteceğimiz uluslararası tasarımlarda yeterli payı almadan sömürülmemizi engelleyecek bilgi ve beceriyi sunmaktadır. AB üyeliğinde esas olan üyeliğe götüren yolların yönlenimi ve niteliğidir. Bu da bana şimdilik insanı yücelten bir demokratik ilerleme olarak görünüyor. Sırf bu görüntü bile benim AB üyelik çalışmalarını destekleme arzumu kamçılamaya yetiyor.....
Tabi bir de işin ekonomik gerçeği var ki, gümrük birliğinden sonra ihracatımızın yüzde 60 kadarını AB ülkelerine yapar olduk. AB bir devlet değil, uluslararası kurumsal bir yapıdır; işlevselliğini sağlayan kurallar ve sistemler önceden belirlidir. Bu yüzden de AB'nin bir ülkeyi sömürmesinden söz etmenin bence iler tutar bir yanı yoktur.
MAMİ-2:
“It is the duty of the patriot to protect his country from its government.” -Thomas Paine (Ülkesini kendi devletinin şerrinden korumak için uyanık olması her vatandaşın öncelikli bir vatanseverlik görevidir) Dostlarım Mami-1 ve Mami-3, Ne yaparsanız yapın, ama sonuç takma aklınızın eseri olmasın. Akıl sizin uzun yıllardır yaşadıkılarınızdan, gördüklerinizden ve çevrenizin uzun vade taleplerinden soyutlanmış ise hata oluşur. Akıl, bizim yaşadığımız veya açıkça görebilidiğimiz çelişkilerin sentezi olarak ortaya çıkarsa doğru yolda kalır; ancak akıl sırf başkalarının önerileri ile olşursa sarhoşlaşır ve habire yalpalayıp durur, evine varıp aklını başına oturtamaz.
Dünya bankası raporları bir akıl veriyor; AB bir başka akıl veriyor; NATO, ABD, Birleşmiş Milletler birer akıl veriyor. Ancak bu ülkelerin veya kuruluşların hiç birisi Türkiyenin yaşadığı sıkıntı ve çelişkileri yaşamıyor. Bu kadar fazla akıl da, Türkiyenin ulusal aklını baskı altına alıp karıştrırıyor olabilir diye düşünmekteyim. Türkiyenin aklı sarhoşlaşıyor gibi geliyor bana…
Türkiye hezeyanda mı ? Hüsnü kuruntu mu yapıyor. Türkiye Osmanlı’nın son dönemlerinden itibaren çok değişik deneyler yaşadı. Aynı bugünkü talepler ile gelen düşünceler sonucu, Osmanlı’nın reform vaadi , tanzimat hareketleri, ve balkanlarda kurulan devletler, Yunanistan, Bulgaristan, Yogoslavya, Romanya, bunların hepsi başlangıçta Osmanlı’nın reform hareketleri idi. Sonra hepsi kendi yoluna gitti.....
Türkiyenin geçmiş hafızası, bilinç deposu buyken, şimdi gene bile bile lades denebilir mi? Yugoslavya diye ayrılan coğrafya sonra tekrar iç savaş kanlarıyla bölünerek bir sürü devlet çıkartılmadı mı? Güneydoğuda farklı bir devlet kurulduğunda bu orada kalacak mı sanıyorsunuz? Sonra tekrardan kanla o toprakların bir kısmı Ermenistan diye ayrılacak; eğer anıt kabire giderseniz, bugün Kürdistan olarak talep edilen toprakların bir kısmının "sevr haritasında " resmen Ermenistan olarak işaret edildiğini görürüsünüz.
MAMİ-3:
Sevgili Mami-2, Her şeyden önce Osmanlı Sarayı’nın kendi batık hükümranlığını kurtarmak umuduyla, yapıyormuş gibi göründüğü toplumsal reformları bugünkü demokratik ilerleme tasarımlarıyla bir tutmak doğru değil. Çünkü şimdiki reformlara talebin dışarıdan geldiği varsayılsa bile demokratik seçimlerle milletin onayından geçmektedir; padişah fermanıyla reform ilanı yaplmıyor. Yani millet AB uyumunu benimsemiyorsa AB’ni desteklemeyen bir partiyi iktidar yapabilir. Eminim siyaset bunun kokusunu senden önce alır. En önemli ve hatalı düşünme tarzınsa, senaryonu daha baştan bir Kürt Devleti ile sonlandırdıktan sonra yazmaya başlamış olman. Sözü edilen Demokratik Kürt Açılımı tasarımıyla TC sınırları içinde bir Kürt Devleti kurulacağı önyargısı her şeyden önce Cumhuriyet’in kurucu gücü olan TSK’ne bir güvensizlik işaretidir. Bu güvensizlik TSK askeri darbeye karşı tavır aldığı içinse, pek yaman yanılmaktasındır. Gün gelip çatar da dediğin çıkacak gibi olursa, TSK’nin hiç çekinmeden devletin yönetimine el koyacağına ben üçümüz adına adım gibi eminim.....
Bence tarihi gerçekleri aklın bilincine sunarken, günümüzün gerçeklerini yeteri kadar geleceğe dönük çözümleyemediğinden bu açılım hamlesinin bir bölme tasarısı olduğu kanısına varmışsın. Bu tartışmada üzerinde içtenlikle düşünmemiz gereken şey aslında bilincimizi bir zırh gibi saran travmalarımız ve savunma içgüdümüzdür. Birçok ülke ve devlet tarih boyunca bir ya da birkaç kez “el değiştirmiştir”. Osmanlı da fetihçi, yayılmacı bir devletti. Kendisine miras olmayan topraklara doğru savaş yoluyla genişlemiş, hükümranlığı altına almıştır. Üzerinde yaşayan halkların her ne kadar kültürel özgürlüklerini kısıtlamadıysa bile, ele geçirdiği toprakları “kendisinin” malı olarak benimsemiştir.....
Bugün “biz”, her ne kadar sınırlarımız dışında bir karış toprağa göz dikmesek de, kendimizi Osmanlı’nın devamı olarak görüyoruz. Kültürel değerde öyle görmek doğru bir yaklaşımdır, ancak Osmanlı’nın zaman içinde “dağılmasını” da elimizden çalınan topraklar olarak görüyoruz ki, bence bu yanlış bir algılama. Örneğin, Balkan savaşlarıyla Osmanlı egemenliğinin sona ermesi Balkan Halkları bakımından “bağımsızlığını kazanma” anlamına gelen bir sonuçken, Osmanlı ruhuyla bakıldığındaysa, “kendisine ait” toprakların çalınması, sanki hak edilmeyen bir şeymiş gibi görünmektedir.....
Bugün de aynı biçimde algılayan bir düşünce bana göre yanılıyordur. Aslında basit mantık bile bunu sezebilir; çünkü bizim zafer bayramımız gibi onların da bir “zafer bayramı” vardır. Bu sürece başka devletlerin taraflı katkıları olması, Osmanlı’dan kopan milletlerin bağımsız devlet olma haklarını geçersiz kılabilir mi? Onlar zaten Osmanlı Hükümranlığı’na bağlı devletlerdi. Tıpkı SSCB (eski Rusya, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği) gibiydi. Osmanlı hiçbir zaman bir Kürt Devleti’ni fethedip kendi mülkiyetine katmış değildir. Bu yüzden de Kürtler, Osmanlı’nın artık bir imparatorluk olmaktan çıktığında, Anadolu’da yerleşik tüm etnisitelerle birlikte toplumsal var oluş savaşının doğal bir parçası olabilmişlerdir. Kurtuluş Savaşı denen bu yeniden varoluş savaşına, Osmanlı bakiyesi devlet kalıntısından Türk kodlu sivil ve askerler önderlik ettiler. Ancak söylem, Türk Irkı’nın egemenliği değildi.
Cumhuriyetin kuruluşundan çok geçmeden hristiyan azınlığın tasfiyesi ve İslam unsurların Türkleştirilmesi devlet politikasına dönüştü. Eski korkularımız depreşmişti. Bir daha “parçalanmamak” için artık bu son vatan toprağını her tür “öteki” unsurdan arındırmak gerekiyordu. Kimilerini değiş tokuş göçleriyle tasfiye ederek, kimileriniyse “Türkleştirme” politikalarıyla bu arındırma işlemi başarılmaya çalışıldı.....
Sonuç ve gerçek şu ki, bu tasarı İslam dışı unsurların tasfiyesi konusunda “başarılı” olabilmiştir; ancak en büyük etnik unsur olan Kürtler, hâlâ Kürt olarak duruyorlar; ve artık demokrasimizin geldiği düzeyde, anayurtları Türkiye’de eşit yurttaşlar olarak kendi kimlikleriyle özgür yaşayabilmelerine kanımca bir mani kalmış değildir.
MAMİ-2:
ABD New York şehrinde sürücü belgesi için kursa girmiştim. Dersi anlatan eğitmen teorik ehliyet kursu bilgilerini öyle ilgi çekici hale getirebilmişti ki, dünyanın belkide bu konuda en başarılı profesyoneli olduğunu düşünmekteydim. İnatla yinelediği bir deyiş vardı ki, artık kulaklarımızda küpe gibi sallanıyordu. Adam derslerde sürekli olarak, "Get the greater view" (Görüş açını geniş tut; ya da görüntüyü bütünselliğiyle yakala) diye tekrarlardı..... İt izinin at izine karıştığı bugünkü kaotik politik ortamda hangi kuytu köşelerde tezgahlandığı yi kötü belli sözümona demokratik açılım yaygarasına katılan kendilerime ben de aynı öneride bulunmak istiyorum. "Get the greater view". Duygusallığınız, ideolojik motiviniz sizi tutsak etmesin çünkü bu süreç şaka gibi gelse de, artık bu talihsiz ülke için yaşamsal bir sınav anlamına gelmektedir. Lozanın intikamını almak isteyenler var. Sazan gibi oltalara atlamayın.....
Peki ya bu Ceteris Paribus ne demek oluyor, o da şu garabetin Latince tanımıdır. Bir tahlil yapma sürecinde karşımıza bir sürü değişken parametre çıkıp ta afallarsak, ve öteki değişken parametreleri bir yana bırakıp tek bir parametreye sarılıp bütün analizleri tek parametre üzerinden yapma enayiliğine kapılırsak, sonuçta ortaya çıkan ucube duruma Ceteris Paribus denir.
MAMİ-3:
Sevgili Mami-2, Gözden kaçırdığın nokta bu açılımın zaten tavsiye ettiğin nokta oluşu. Yıllardır terör ve Kürt sorunu bir tutularak, çözümü de sadece silahlı güvenlik güçlerinin karşı koyuşundan beklenmektedir; anlayacağın tek parametreye takılı kalmış bir zihniyettir.....
Her şeyden önce yaptığımız her şeyin arkasına Sevr Hortlağı, Lozan intikamı, AB sömürüsü, ABD uşaklığı gibi yaftalar koymaktan vazgeçip yapılan şeyi enine boyuna kendi aklımız yettiğince çözümleme, anlama ve kavrama tartışmasını demokratik hoşgörüyle yaparak milli özgüvenimizi yüceltmeliyiz. Bence resmin bütününe bakıp anlayabilmek için bu zihin açılımına katılmak ve destek vermek gerekiyor. Yoksa burnumuzun ucundaki leş kargasını en iyi kaderimiz sanmaya devam ederiz.
MAMİ-1:
Sevgili kendilerim, Yine ortalık toz duman olmuş. Demokrasi var diye aynamızı laf ile çatlatır olmuşuz.
DEMOKRASİYE EVET: Daha fazla özgürlük ve demokrasiyi bu ülkede yaşayan herkes için istemek, ve bunun için düşünüp çalışmak aydın kafaların görevidir zaten.
AÇILIMA HAYIR: Çünkü bu açılım demokrasi gelsin veya terör dursun diye değil. Amerika’nın 1963’ten beri –(Johnson Mektubu ve İsmet Paşa’nın cevabı)-, Türkiye üzerinde oynadığı oyunların sonuç hamlesi olarak, son işbirlikçisi AK Parti hükümetiyle birlikte Büyük Ortadoğu Projesine taşeron ve uşaklık yapan Kürtleri devlet sahibi yapmaktır. Bize çok içi boş slogan attırdılar; ancak içlerinden biri hep geçerli kaldı:
"YAŞASIN BAĞIMSIZ TÜRKİYE !!"
MAMİ-3:
Coştun da dalgalandın gene sevgili Mami-1. Olaya, “Açılım = TC sınırları içinde bir Kürt Devleti”, önyargısıyla bakınca görünen köy haliyle senin köyündür. Bu mantık, daha sorunu tanımlamadan getirilecek çözümün işe yaramayacağı ilkesine dayanıyor.....
Ancak ben açılımı, varlığı neredeyse herkesce kabul gören bir soruna çözüm üretmek için düşünmek ve bir tasarı oluşturmak biçiminde algılıyorum. Başka türlü nasıl algılayabilirim ki, zaten açılımın içindeki çözümler belli olmuş bile değil. Açılımdan benim anladığım, konu üzerindeki zihinsel çalışmaları serbest bırakıp sonunda bir huzur tasarısı haline getirme çabası. Bu yüzden "her tür demokrasiye evet, ancak açılıma hayır" diyemem. Bana göre bunun mantığı yok; çünkü demokrasi isterken, adı demokratik açılım olan düşünsel çalışmayı istememek nasıl olur bilemiyorum. “Açılıma hayır!” diyebilmem için daha baştan kabul etmeliyim ki, adı demokratik olsa bile, aslında yapılan şeyin demokrasi ile ilgisi olmayan sinsi bir vatan hainliği olmasıdır. Yani devlet eliyle kandırılıyorum yargısına varmam gerekiyor.
Ayrıca kandırıldığım yargısına varmış olabilsem bile, bu yargımı destekleyecek kanıtların da devlet eliyle gizlendiği varsayımını peşinen doğru kabul etmek durumundayım. Devlet millete çalım mı atıyor yani? ?????? Hal böyle olunca biz bu açılıma karşı durmakla yetinebilir miyiz? Doğrudan devlete isyan bayrağı açmak durumunda değil miyiz? PKK’nin yapamadığını biz mi yapacağız yani? Önce kandırıldığımız önyargısıyla kendimizi kandıracak, sonra da devleti kendi ellerimizle yıkıp PKK'ye hizmet mi edeceğiz....? Eğer millet devletinin sözüyle kandırılıyorsa, açılım masalıyla çaktırmadan ülkeyi bölmeyi amaçlayan bir hükümet yapılanmasıyla karşı karşıya kaldığını anlarsa, bu asil millet Akça Pakça da olsa parti falan dinler mi? Böyle bir durumda TSK, ikinci Kurtuluş Savaşı başlatacak olan millete karşı ABD bayrağı açarak Türk bayrağına cephe alır mı? ???????
Eğer bir sorun varsa, sorun için çözüm arayan düşünce, araştırma, öneri ve başvuru kaynaklarını sınırlandıran tüm korku ve tabulardan kurtulmak gerekir. Ta ki elde edilen çözümleyici bilgiler uygulamaya dönük bir tasarım biçimine getirilmeye hazır edilir, işte o zaman çözüm taslağındaki öneriler her türlü kuşku ve korkuya bağlı olarak yeniden ele alınabilir.....
Bir biçimde düşüncelerimizi yıkılmaz sınır duvarlarıyla korumaya almışsak, dışarıdakilerin tutuklu kalacağı hükmü önyargımız tarafından onaylanmış demektir... (MamiDaçka)
MAMİ-2:
Ancak burada yapılmak istenenleri maalesef biz tasarlamıyoruz; bize empoze ediliyor. Ben bunun sıkıntısını çekmekteyim. Bakarken taktığımız gözlük önemli; neye odaklanıyorsak orayı netleştirmek için her zaman kendi kanıtlarımızı bulabiliriz.
MAMİ-3:
Zaten göz dediğin nedir ki; adamı düşürmeyecek kadar bir geçişi görür. Sorun yumağının merkezine oturup, bir de gözlerimizi kapatıp bakalım. Bu da düşünceyi sorguya çekmekle olabiliyor. Yaşadığımız şu zaman gerçeğinde, ulusların kendi sorunu sandıkları sorunların çoğu aslında uluslararası bağlantılar içinde değil midir? Ekonomik, politik, kültürel sorunları salt kendimize özgüymüş, dünyayı ilgilendirmezmiş gibi ele alıp çözebilir miyiz? Ermenilerle iyi komşu olabilmek için, "komşu hu! kahve yaptım gel içelim" diyerek dostça konuşmak yeter mi? Ya da orduyu Ermenistan sınırına yığmak Ermenileri ikna eder mi? Rusya ve Azerbaycan ile oturup bir votka açılımı yapmadan Ermenilerle öpüşebilir miyiz....?
Aynı biçimde Kürt sorunu sırf T.C. sınırları içinde ele alınıp çözülebilecek bir şey midir? diye de sormak gerekir. En azından sorunun terör uzantısının Kuzey Irak'ta yerleşik olması bile bunun uluslararası bir boyutu olduğunun kanıtı değil midir? Ve ayrıca Kürtlerin İran, Irak ve Suriye'de sorunsuz yaşadıkları iddia edilebilir mi? PKK içinde kaç bin Suriyeli vardır???? Şimdi Türkiye'nin Kürtler'e demokrasi adına tanıyabileceği haklardan komşularımız İran, Irak ve Suriye rahatsız olmasın diye, uluslararası uzlaşmacı işbirliği yapmak milli çıkarlara ne kadar aykırıdır? Ve en önemlisi, Irak'ta işgalci devlet olarak bulunan ABD'ni dışlayarak Kürtler'le ilgili tasarımları uygulama fırsatının başarısı ne kadardır? Unutmayalım ki, ABD'nin haksız işgal hamlesi Irak Kürtleri'nin desteği ile başarılı olmuştur. Bu yüzden ABD'yi kenara itip Kuzey Irak Kürtleri ile PKK belasını görüşmek anlamsız bir çaba olmaz mı....?
AB de bize bu konudaki düşüncelerini açmaktadır elbette; buna "empoze etmek" bile denebilir; bu onun işidir zaten. Ancak "empoze" edilen şey her neyse, empozeye tutulan tarafından irdelenip benimsendiğinde, artık bir empoze olmaktan çıkmaz mı? İşte bu yüzden DKA desteklenerek, ulusal bir tasarımın ortaya çıkmasına katkı vermek vatanseverlikten olabilir mi? Yani böylece "empoze" edilen bile olsa, onu yeniden kendi ışığımızla "poze" ederek kendi ürünümüz yapamaz mıyız....?
Özellikle yönetim gücünü elinde tutan siyasetin propagandası ile cilalanmadıkça hiçbir toplum barışı savaş için kurban etmez; ne savaşarak ayrışmadan, ne savaşarak bütünleşmeden medet umar…
Muharrem Soyek = Mami-1+Mami-2+Mami-3 ***