Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Kasım '11

 
Kategori
Deneme
 

Deneme 1 2 Aşk

Deneme 1 2 Aşk
 

Çengel bulmacalarla dolu bir pasta yapıyorum, paspas altına saklıyorum görürsün diye...
Tüm soruları da ezip geçiyorsun yanında bir çift topuklu ayakkabıyla beraber. Saatler geceyi geçiyor çok sonra, akrepler sana doğru... Yelkovanlar aşkı hasretle kovalıyor...

Ben bu hayatı ibraz edemiyorum Tanrım, yapamıyorum. Oysa ben bir çocuktum; tek kişilik bir hayatta çift kişilik yaşayabilen.

Çocuğun gözlerini kapatıyorum ellerimle; hayatın ayıplarını göstermemek için. Hem ben Adile Naşit'in hamam sahnesini erotik diye kesenlerden değilim. Et-kemik değil mesele. Ellerim yetişmiyor çocuğun kulaklarını kapatmaya...

Paspas altında, üstüne adım atılmış pastadan bir dilim kesiyorum. Her dilimi şiir oluyor ayaklar altında. Çocuk tadını merak ediyor, ağzını kapatıyorum bu sefer.

Bir bayram sabahına kadar uyutuyorum çocuğu. Uyandığında iki çocuk oluveriyorlar. Öpülecek elleri toprak, verilecek harçlıkları daha yeni bitmiş çalılıklar oluyor.

Tanışıyorum kendimle,
Ben Âşık Molla...
Ayırt edici bir özellik gibi her harf yaka kartlarımda muska...

Tanrı'nın kucağına doğmuşken, şeytanın huzurundan kovulmanın acısı var. Terk ediyorum Tanrı'yı, şeytana.

Secdeye varan dostlara gerek kalmadan, bilinçaltımdaki enkazları fahiş fiyattan satıyorum şeytanlarıma. Defterin son satırına kesilmiş her bilet, aşkın albenili bir ucubeliği haline geliyor. Hani adı "aşk" ya Afrodit bile her şiir namazında kendinden geçiyor.

Aşkı ihanetsiz kabul edenlere nispeten kalemimi, satırlarımla basıyorum! Acı.

Bir gece yarısı,
Ellerin soğuk... Yeni tanışık olduğum bir sesle muhabbette soruyorum: "Hani saçların sarıydı?" "Siyahtı... Hep..." diyor. Karakter kargaşası aşındırıyor kaldırımları.

İçimde tuttuğum büyüklük taslamalarımla ziyaretteyim. Yeni doğum yapmış... İkiz bir acı doğurmuş bana, ne yana dönsem bebek çığlıkları şah damarımda. Bu kez bir ayet gibi kazınıyor nefeslere au revoir sancıları... Hayatım çiziklerle doluyor, ben bilmediğim her adamın üstünü çizmeye devam ederken...

Deneme diyorum.
Deneme 1 2 AŞK.

Ne garip halbuki...
Necip'ler, Nazım'lar, Orhan'lar, Edu'lar derken...
Neyseleşiyor kendiliğinden cümlenin sonu.

Ve başkası çalıyor. "Yazarın yazdıklarının duygularına ne olmalı?" diyorum. Kesiyorum çocuğun nefeslerini ve bileklerini, tıkıyorum ağzına pastayı... Izletiyorum her aşkı ve dinletiyorum her ülkeden aşk şarkılarını...

Memnun mu olmuşum?
Sahi cidden simsiyah mıydı saçları?

Sonradan vampirleşiyor bu iş. Kan kokuyor kusturacak kadar. Çatırdayan hayallerim zihnimden fışkıracak gibi, her şeyden yadigar bir baş ağrısı sol taraftan vuruyor. Bu oyuna kaç perde daha dayanırım? Net bir şey yok, sadece bundan eminim. Hem netleşen her şey bitmeye meyilli. Kimin elini tutsak, o da kendini tutamadı yüreklerimizde. Bir "hoş çakal " kaçırdı dudaklarından hemen... Eskiyen masal ışığını kaybeder, sonra başka sevdaları başka kollarda kana bularız... Tekrar kan kokar dudaklar...

Intihar? Üzgünüm...

Insan aşkı avutabilir mi? Özlem giriyor ben böyle düşünürken araya.
Sadece Özlem mi?
Hasret,
Ayşe,
Fatma...

Kaçış değil ki, terk ediş. Bıkkınlık her şeyden öte... Dert anlatmaktan bıkmak aslında...
Kaçarken ardına bakarsın, bakmalısın. Ama terk edersen, bıkarsan birden yok olmalısın.

Hem terk edişin provası vardır, kaçışların yoktur.
Hem ben,
Terk etmekten kaçıyorum belki de.
Sonu ise Edu... Yıllar önce duyulmuştu, yine duyulamamak niye?

Doğum günü mumlarımı sayıyorum. Eksik çok... Hepsini vaftiz ediyorum sana, namazlarına ayetler ezberletiyorum... Sonra sönüyorlar, aşklarından yanarken ölüyorlar.

Oyunlar, roller, uykular...
Ne kadar bensem o kadar sahteyim.
Kendimi oynadığım her sahnede bile inkar edildim.

Kimsesizliğin içinden dolu dolu bir herkes çıkıyor. Herkesleşiyor yalnızlık... Bu yokluk tüm tanıdıklarımın ortak ürünü. Kimsesizlikte yetişen kirazlar tatsız oluyorlar; yalnızlıkla budanınca.

Bu inat neye, nelere? Kirazlara mıydı?
Yoksa Tanrım kızgınlığın hala haram meyveye mi?
 
Koca bir soyu başka sebeplere bakıp sürgüne göndermenin pişmanlığı mı bu Tanrım? Çünkü durmuyorsun, her ruyada *** ediyorsun adımı.

Kırılacak 206 kemiğim var. Hepsi de sana inkarda. Nereden başlayalım ey aşk?

Sınırsız ve kesintisiz her düş...
Şarap çukuruna yuvarlanış ve ölüş...
Yüklemlerle terletiyorsun ecelimi...

Oysa

Tepemi attıran Tanri'nin "BEKLE" ünlemiydi. Bir figüranlıktan öte amacim. Kızdım Tanrı'ya. Kestim bileklerimi, hani yasaktı ya... Oluk oluk şiir aktı halıya. Kızdım Tanrı'ya. Çünkü Tanrı benim sevdiklerimi yanında bekletemezdi. Deli cesaretiydi, kocaman gözleri olan bir kızın...

Her sorduğum soru suskunlukla cevap bulmuştu. Tanrı aşkımı anlamalıydı. Hiç kuşkusuz suskundu, suçunu kabul etmiş bir sevgili gibi... Onu bu yüzden affettim.

Bu hisler benim yatılı misafirimdi. Şimdi kimse tökezletmesin bu adamın durmadan dönen şarkısını... Ve unutulmuş bir dua edin, adları tekrar ederek tüm dinlerin... Eduistlerin... Affettim... Cehennemi kusmuştu avuçlarıma bilakis, duygu kürtajında kaybettiklerim yerine... Onun afyonuydu sevap, ancak o zaman rahatlardı.

Aşk bu ya... Yaptığım büyük günahtı.

Tercüme edilemeyen bir karmaşık ayet indiririm. Ayetler havada donar nefesinin melodisiyle. İşte böyle başlayan bir inkarin notaya dokunuşu şarkılar.

Pazar yerine dönmüş bir hikayenin, sürekliliğinden merhabalar... Caza uydurmaya çalıştım ama hiç o kadar kısa olmadı anlattıklarım.

Peki ya pasta ister misiniz? Bıkkınlıklardan kalma...

 
Toplam blog
: 30
: 381
Kayıt tarihi
: 13.03.11
 
 

Yıllardır öğrenci, hala öğrenci... Ben öğrencilikten bıktım, öğrencilik benden bıkmadı.....